Dolar

34,8936

Euro

36,7597

Altın

3.010,74

Bist

10.058,63

'Eş-Şa'b Yurid İskate’n Nizam'

Kitaphaber'den Sait Alioğlu, gazeteci-yazar Turan Kışlakçı'nın Mana Yayınları arasında çıkan 'Arap Baharı' isimli kitabını değerlendirdi.

14 Yıl Önce Güncellendi

2011-11-16 11:49:19

'Eş-Şa'b Yurid İskate’n Nizam'

Sait Alioğlu*


'Eş-Şa'b Yurid İskate’n Nizam' (Halk rejimin düşmesini istiyor), 'Eş-Şa'b Yurid İskate’r Reis' (Halk Başkanın düşmesini istiyor).

“Bu iki slogan, Arap dünyasında yeni bir siyaset dilinin doğduğunun açık bir kanıtı oldu. Bu yeni dil aynı zamanda eylemci kitlenin hareket noktasını oluşturan devrimdeki ısrarı, yani ne tür fedakârlıklar gerektirirse gerektirsin ve ne kadar zaman alırsa alsın gerçekleşinceye kadar geri adım atmamayı vurgulamaktaydı…” (Arka kapak)

Öteden beri Arap dünyasına olan ilgisini yakinen bildiğimiz gazeteci yazar Turan Kışlakçı geçen yılın son günlerinde vuku bulan Tunus kıyamıyla ilgili olarak çeşitli platformlarda o olaylardan yola çıkarak düşüncelerini bizlerle paylaşmıştı.

Turan Kışlakçı Tunus’tan Yemen’e; Libya’dan Suriye’ye, Mısır’a kadar geniş bir coğrafyada adeta birer devrim niteliğinde oluşan halk ayaklanmalarından, bu ayaklanmaların sebep-sonuç ilişkilerinden ve bunlara yönelik oluşan bakış açılarından hareketle Arap baharı süreci ile ilgili olarak bir kitap çalışmasını bizlerin istifadesine sunmuş oldu.

Bu çalışma Mana yayınları tarafından “Arap Baharı” ismiyle Ağustos 2011 de yayımlandı. Kitap yazarın biyografisi, bir önsöz, konu başlıkları, sonsöz ve bir kaynakçadan oluşmakta olup 226 sahife tutarındadır.

Kitapla ilgili görüşlerimize başlamadan önce birkaç konu başlığını burada aktarabiliriz; “Cuma Devrimleri” ve Yeni Kimlik Arayışı, Zengin-Fakir Uçurumu ve Kentleşme, İnternet ve Uydu Televizyonları Kuşağı, İstihbarat Cumhuriyetleri, vb…

Kışlakçı, önsözünün bir yerinde şöyle diyor; “Şimdilerde, Sahra çölünden esen değişim rüzgârları Arap dünyasını bir baştan diğer bir başa kasıp kavuruyor. Böylece dört asırdır gerek bölgesel gerekse de tüm Arap dünyasında karar verme sürecinde kayıp bir değişken olarak kalmaya devam eden Arap halkları için iade-i itibar yeniden sağlandı.”

İşte bazı konu başlıkları; “Arap Dünyasında Devrimler, Arap Coğrafyası Nasıl Çizildi, Ortadoğu Haritası Yeniden mi Çiziliyor?” vs.

“Arap dünyasını kasıp kavuran değişim rüzgârı aslında Soğuk Savaş döneminde Ortadoğu’da oluşturulmuş sistemlerin gecikmiş bir çöküş görüntüsüdür.(s.28) Nasıl ki bu değişim rüzgârı şekli olarak Türk cumhuriyetlerinde, Doğu Avrupa’da ve bazı Kafkas ülkelerinde söz konusu olmuştu. Ki, 1989 yılının sonuna gelindiğinde o bölgelerde bazı komünist, Stalinist karakterli sosyalist yönetimler fiilen sona ermişlerdi. Kısmen ve şeklen de olsa bu değişim olgusu, olayı kendi sürecini tamamlar, tamamlamaz Afrika sahrasını, Mağribi ve Maşrığı da etkisi altına almıştı.

“Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte, kitleleri tepeden siyasallaştırmak için yapılan entrikalara, son verildi. Çoğu ülke liberalleşme politikalarını uygulayınca Arap dünyasındaki ekonomik gerçeklik değişti. Çoğu sosyolog ve siyaset bilimciye göre bu, daha fazla özgürlük ve demokratik kültürün ortaya çıkışı gibi, siyasallaşmanın tarihinde yeni bir ufuk açmalıydı.(s.30)

Ufuk açmalıydı, ama açmadı! Zira liberalleşmenin bizzat kendisi, en başta toplumsallıktan ziyade bireyi, daha sonra ise, aktörlerinin el değiştirdiği küresel hegemonyada batı dışında kalan ötekini sömürme, ama ona birtakım bireysel hak ve özgürlükleri bahşeder görünen yeni tip bir devleti önceliyordu. Bununda temeli liberalizmin ontolojik temellerinde ve felsefesinde mevcuttu…

Kışlakçı’nın da vurguladığı gibi Arap diktatörler değişimi okuyamamışlardı. “Arap kralları ve diktatörleri Soğuk Savaş sonrası oluşan dünyayı yeterince okuyamadılar. Soğuk Savaşın bitmesiyle birlikte, 1960’lardan bugüne değin baskıyla ve tepen inmeci siyasetle ayakta durmaya çalışan rejimler kendilerini –tarihi realite de- intifada dalgalarının kenarında buldu.(s.31)

Bu krallara ve diktatörlere nazaran dipten gelen dalgaları daha yirmi küsur yıl öncesinden gören, işin ehli insanlar da olmuştu. Ör. Mısırlı ünlü siyasetçi ve gazeteci Muhammed Hasaneyn Heykel bunlardan sadece biriydi. O bu konularla ilgili düşüncelerini “3. Petrol Savaşı” adlı eserinde ortaya koymaya çalışmıştı.

Kuzey Afrika’da özellikle de yeni biçim Arap intifada bağlamında Mısır’da husule gelen ayaklanmayı sol veya liberal/sol saiklerle ne adına olursa olsun okuma sevdasına tutulan zevat en başta tahrir kıyamının ana karargahının camiler olduğu gerçeğini görür görmez bu kez İhvan üzerinde İslam’ın ayak seslerinin kesilmesini(!) umar oldular!

Bu konuda Kışlakçı’nın da vurguladığı gibi;“Bugün Cuma namazı sokaklara dökülen Arap dünyasındaki milyonlar aslında yıllardan beri kendilerine giydirilen deli gömleklerinden kurtulup öz kimliklerini keşfetmek istiyorlar.(s.40)

Kışlakçı ileriki sayfalarda, görebileceğimiz gibi Arap dünyasındaki ayaklanmaların lidersiz ve özellikle de ideolojisiz olduğunu vurguluyor. Ama “Bu devrimlerin gerçekleşmesini sağlayan büyük protesto mitingleri ve yürüyüşlerin hepsi cami mahreçliydi.(s.41) diyor. Devamında ise; “Yetişkin nüfusun %75-80’inin musalli olduğu…”(s.41) ifadesiyle zımnen de olsa var olan ideolojik durumu teyit etmektedir. O da haliyle İslamcılığın ta kendisidir!

Belki devam eden yeni biçim intifada sürecinde Cuma kıyamları bu isimlere benzer kıyamlara örnek teşkil edecektir; “…Direniş cuması, Sabır cuması, Sebat cuması, Diz çökmeyeceğiz cuması” vb…

Burada çok rahatlıkla belirtebiliriz ki, bu Cuma olgusu, az da olsa Türkiyeli Müslümanların gerek ülke içi ve gerekse de ümmeti direkt ilgilendiren mücadelelerinde sembol merkez olan İstanbul Beyazıt camii üzerinden oluşup Arap baharına katkı sağlamıştır.

Lidersiz ve ideolojisiz bir ayaklanma olur mu? Bu tarihin hiçbir döneminde pek varit olmamıştır. Ama Turan Kışlakçı bunun Arap dünyasında oluşan ayaklanmada söz konusu olduğu ısrarla belirtiliyor:

“Bu ayaklanma ne bir ırkın, ne bir grubun, ne bir ideolojinin, ne bir sınıfın, ne bir askeri ve ne de bir kabilenin isyanıydı.”(s.52)

Burada her şeyi bir kenara bırakalım, olaya salt Mısır toplumu açısından baksak bile bu kıyamın, ayaklanmanın tepeden tırnağa İslami hassasiyet ve o duygunun bir üst aşaması olan İslami hareketlilikten sadır olduğunun altını çok rahatlıkla çizeriz.

Daha sonra bu ‘lidersiz ve ideolojisiz ayaklanma’ “bir gençlik halk devrimi”ne dönüşüyor! (s.53) Haliyle bu da internet çağının imkân dâhilinde insanlara sunduğu Facebook ve Twitter vs. gibi sosyal paylaşım ağlarının kendine özgü marifetiyle oluşmuş oluyordu! Galiba iki görüşün arasını bulsak, var olan eksikliği tamamlasak iki tarafında meramı anlaşılmış olur!

Ki, gençliğin ve halkın lideri olmasa(!) bile ideolojisi, dünya görüşü yok mu, hakikaten? Sanırız ilk olarak ‘İstisna-kaide’ deyişinden yola çıksak bile her ne kadar çeşitli ideolojik güçler var ise de halkın ve gençliğin temelli bir kaide olan İslam kimliğine sahip olması, haliyle bu yargıyı yanlışlamaktadır, bize göre…

Kışlakçı halkları isyana sürükleyen etkenleri şu ana ve ara başlıklarla sunmaya çalışıyor;

A)Siyasi nedenler;
1- Söylem ile eylem arasındaki uçurum,
2- Bazı bölgelerin sorunlarının görmezden gelinmesi,
3- Gençlerin siyasetten uzak tutulması,
4- Liderlerin ömür boyu iktidarda kalma mücadelesi,
5- Reformların geciktirilmesi,
6- Babadan oğla intikal eden iktidarlar,
7- Seçimlerde adaletin olmayışı,
8- Muhalefet ile mücadele vb…

B)Toplumsal nedenler;
1- İşsizlik,
2- Toplumsal haksızlık,
3- Rüşvetin yaygınlaşması,
4- İdari ve ekonomik yolsuzluklar, vb…

Gerçi, gerek siyasi nedenler ve gerekse de toplumsal nedenler bağlığı altında sıralanan ara maddelerin neredeyse hemen tümü bir bütünlük arz etmekte ve sistem temelli bir zulüm olgusunu açığa çıkarmaktadır. Birde bu listeye, tabloya olumlu, olumsuz dış etkenleri de ekleyebiliriz… Bu listeye İslamcı hareketleri, gençlik hareketlerini, blog yazarlarını, kadın hareketlerini de önemine ve bazı hareketlerin –İhvan gibi- önceliğine uygun olarak alabiliriz…

Kışlakçı aleyhte yapılan propagandalara yanıt olarak ve haklılık içerisinde şu soruyu bizlere soruyor; “Göstericiler Batı yanlısı mı?” Olmadığını ise şu açık cümlesiyle izah ediyor; “… Clinton Mısır’a gittiğinde ne gençler ne de Tahrir Meydanı’ndaki sivil toplum örgütleri tarafından karşılanmadı.”(s.115)

Göstericilerin batı yanlısı olmadığının bir açıklaması ise, Kaddafi’nin vb. sık, sık dile getirdiği el-Kaide tehlikesine dikkat çekmesidir, vs…

Bu Arap diktatörlüklerin en ayırıcı ve belirgin vasıfları ise her birinin birer istihbarat cumhuriyetleri olmaları! Aile ve kabile iktidarlarının olduğu Suriye’de 13, Libya’da 7, Yemen’de ise 5 istihbarat birimine sahip olmaları…(s.123) Bu birimlerin başkanlıkları ise, devletin liderlne yakın akrabalardan seçilmeleri… Ör. Suriye’de Munzir el-Esad, Hilal el-Esad,Sumer el-Esad ve diğerleri.(s.123)

Kışlakçı kitabına “Seksenlerin Tartışması” olarak bilinen ve Cabirî ile Hasan Hanefi arasında geçen ‘Arap aydınlarının değişim özlemi’ ana başlıklı yazısında Hanefi’ye ait olan “Fransız Devriminin İki Yüzüncü Yılında Devrim Özlemi”(s.128) ve diğeri ise Cabirî’ye ait Fransız devrimi mi? Biz Vehhâbiliğin Üstüne Devrim Tanımayız! (s.135) ara başlıklı karşılıklı iki yazıya da yer vermiş.



Kışlakçı kitabında sırasıyla konu ile bağlantılı bir yığın mevzuu vuzuha kavuşturmaya çalışıyor. Sayarsak; “Kukla yönetimler, Çıkış yolu arayan Arap dünyası, Daha güçlü bir Arap birliğine doğru, Arap dünyasında yeni sistem ne olacak, Arap dünyasında uluslar arası aktörler ve birde Türk-Arap ilişkilerini konu alan “Ortadoğu’da yeni güç üçgeni”nde komşu ülkeler olan İran ve Türkiye’yi olaya yaklaşımları açından tahlil etmekte…

Baştan beri konu ile ilgili olarak görüşlerini satır, satır aktarmaya çalışan Kışlakçı Arap dünyasına yönelik neler yapmalı başlıklı ara bölümde, konuyu on dört madde halinde sıralıyor. Bunların bir kısmı ihmal edilmemeyi gerektirdiği gibi, bir kısmı da içerdiği anlam açısından ‘sıkıntılı’ gibi durmaktadır, Osmanlı’nın geride kalan gelenekçi çerçevede duran mirasına bakarak…

Örneğin; 4. Madde “Osmanlı Evleri adı altında British Counsil, Fransız ve Alman kültür merkezleri gibi Osmanlıyı ve Türkiyeyi tanıtacak merkezler inşa edilmeli! Bu merkezlerde Türkçe ve Osmanlıca dersleri de verilmeli…”(!) (s.173)

Burada Osmanlı evleri meselesi ve Osmanlıca esprisi gerçeği yansıtmadığı gibi, saltanatçı, statik, sorunlu ve gelenekçi bir geçmişi diriltmek olmaz mı? Üstelik bu önermeyi yeni uyanış, diriliş ve silkinişin arefesinde bulunan Araplara karşı yapıyoruz. Ki, bu ne kadar sağlıklı olabilir?

Birde Türkiye’yi kim ve ne adına nasıl ve hangi, meşru usulle tanıtalım; Laik Kemalist jakoben sistem adına mı, son dönem açısından muhafazakâr, salt liberal yeşil bir Kemalizm adına mı, ya da gücünü bu toprakların esas dinamiği olup Kur’ani ilkeler bütünlüğünde oluşturan, devletten azade bağımsız bir İslamcı kimlik, söylem ve eylemlilik adına mı?

Birde yapmamız gereken şeyleri Ortadoğu ekseninde yeni ve muhafazakâr bir İslam algısıyla rol kapmaya çalışan laik bir devlet adına mı yapacağız, yoksa daha bizdenlikli maddeler ışığında bağımsız bir İslami, İslamcı kimlikle Müslüman halkların kardeşliği adına mı deruhte edeceğiz?

Acizane söylemek gerekirse, bu maddeler üzerinde durup yeniden düşünmek ve elde edilen sonucu, sonuçları Türk - Arap devlet mantalitesinden bağımsız bir şekilde, kendi geleceğimiz için –Türkler, Araplar, Kürtler vb. adına- değerlendirmeliyiz. Yoksa nasıl alternatif olabileceğiz?

Kaldı ki, bu maddelerde sıralanan ve direkt ekonomi ile ilgili görüşler, bizim dışımızda oluşan küresel sorunla ve bölgesel olgulara mebnidir. Alternatif olmadan, olamadan sistemlerin var olan sorunlarının ceremesi bizler niye çekelim, kendi enerjimizi onlar adına niye yok yere tüketelim?

O maddeler içerisinde adları belirtilen bazı iktisadi burjuva kurumları hayat algıları bir tarafa, hem sermaye tarafını oluşturmakta ve hem de sermayeden aldıkları güçle toplumu, en başta kendi bekaları adına sisteme angaje etmeye çalışıp çabalamaktalar! Bizlerin, sisteme yanaşıp böylesi icraatlara girişmemiz zaten mümkün değil! Zira Ak Parti hükümeti yerine göre onlara laikliği tavsiye ederek görevini bihakkın yerine getirmeye çalışıyor! Deriz ki, bizler kendi işimize bakalım. Kendimiz adına bağımsız İslami kimlikler oluşturup koruyalım!

Kışlakçı bu bölümde Türkiye ve Arap ülkeleri nezdinde iş imkânlarından, tarihi ve kültürel alanlarda iş görmelerini belirtmeye çalışır. Bu maddelerin bir kısmı bizim açımızdan makul olarak karşılanması gerekirken, bazı maddelerin içeriği itibarıyla izaha muhtaç olduğunu da görmek gerek! Örneğin; 1.Madde, Türkiyenin tanınmış tarihçilerinin, edebiyatçılarının, yazarlarının kitaplarının acilen Arapçaya kazandırılması(s.172)

Şimdi soralım, hangi tarihçi, hangi edebiyatçı ve hangi yazar? Laik, seküler, sol, sosyalist, sağcı, milliyetçi, muhafazakâr kişiler mi? Yoksa daha uzun sürede oluşacağını, kendi bağımsız İslami kimliğiyle hareket serbesti kazanmasını düşündüğümüz bizden insanları mı?

Bir maddede de “…İslam dünyasına açılabilecek nitelikte ilmi çalışmalar yapabilen imamlar yetiştirmeliyiz. İslam dünyasının ortak sesi için Diyanet bazı çalışmalar yapabilir.Deniliyor. Acizane belirtmek gerekirse bizler adı geçen bu kurumunun yakamızdan düşmesini isterken, talep ederken, modern argümanlardan hareketle Kemalist sistem tarafından oluşturulan böylesi bir kurumu ne adına ortak bir ses olarak ele alacağız?

Kışlakçı Arap devrimlerinden çıkarılacak sonuçbölümünde yirmi küsur madde sıralamaktadır. Örneğin 5.Madde;Adil bir rejim kurmak sosyal adalet ekonomik kalkınma için tek başına yeterli değildir. Sosyal adaleti sağlamak bir rejimi yıkmaktan daha zordur.(s.177)tespitinde bulunuyor. Ki, bu konudaki görüşüne katılmamak elde değil…

Kışlakçı bu ‘sonuç’ bölümün 7.maddesinde, camiler merkez alınarak yapılan Cuma eylemlerine vurgu yaptıktan sonra, şöyle bir tespitte bulunuyor; Arap ayaklanmalarında Cuma namazlarının etkisi inkâr edilemez ancak bu olaylarda İslamcıların büyük rolü olduğu manasına gelmez(!) “…Arap halkları Müslüman bir toplumdur ve orada sağcısı, solcusu, liberali ve demokratının camide buluşması çok tabidir.(s.177-178)

Bir defa camileri merkez ittihaz eden grup ve grupların İslamcılar olduğu bir defa söz konusu. Bu da en başta inisiyatifin haliyle onlarda olduğunun bariz bir göstergesi hükmündedir. Ki, Arap coğrafyasında varlık gösteren İslamcılar için hayatın merkezinde caminin olması kadar, doğal olabilecek bir başka mekân ne derece mümkündür? Ki, İslamcı kadrolar dışında kalan batı tandaslı ideolojik gruplar cami, cemaat ve o ruh ile ne kadar ilgilidirler?

Kışlakçı Sonsöz başlığı altında birtakım tespitlerde bulunarak eserin finalini oynamakta. Şimdilerde ayaklanan Arap dünyasında tek parti, tek görüş ve tek lider dönemi bitiyor. (s.222) Arap dünyasında gürül gürül yükselen sesler özelde Arap dünyasının genelde dünyanın büyük bir değişimin eşiğinde olduğunun göstergesidir.(s.223-224) deyip umut var tespitlerinin peşinden gitmeye çalışıyor…

Eserin kaynakça bölümünde önemli bir kısmı İngilizceden Türkçeye çevrilmiş, bir kısmı Türkçe kaleme alınmış sahasında önemli kitaplar; bir kısmı Arapça, bir kısmı da İngilizce süreli dergiler yer almakta…

Bazı noktalardan eleştirel baksak da yoğunluklu bir çabanın mahsulü olduğunu düşündüğümüz bu eser Kışlakçı’nın kendine özgü anlatımını, dilini ve haliyle de bakış açısını bizlere yansıtmaktadır. Bu bir. İkincisi ise, bu olguyu tarihsel arka planından, dününden ve bugününden yola çıkarak okumaları, araştırmaları, kanatları bir araya getiren çalışmalara elbette ki ihtiyaç var. Ama böylesi bir ihtiyacı ortaya koyarken olguların ve olayların karşılık açısından Arap devletleri, Türk devleti yörüngesinin dışında mütalaa edilmesine de şiddetle ihtiyaç olmalıdır, halklar olarak…

Bağımsız İslami kimlik oluşturma gayretinin yanında devletçilik yapmak bizlere ne kazandırabilir? Rejimlerden azade bir dile, söyleme ve eylem biçimlerine ihtiyacımız olduğunu asla unutmamalıyız…

Arap Baharı
Turan Kışlakçı
Mana Yayınları
Ağustos-2011


Kaynak: Kitaphaber
SON VİDEO HABER

İHH'dan Suriye'deki fırınlar için un desteği çağrısı

Haber Ara