ABD'nin Irak'ı terki ve Irak'taki yenilgisi
Amerikalı ünlü düşünür Immanuel Wallerstein, 'ABD'nin Irak'ı terki ve Irak'taki yenilgisi' başlıklı makalesinde 'Geri çekilme, ABD’nin Irak’taki, Vietnam ile mukayese edilebilir yenilgisinin zirvesine işaret ediyor' dedi.
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-11-06 22:53:49
Immanuel Wallerstein
Şimdi resmileşti. Üniformalı tüm ABD birlikleri, 31 Aralık 2011 tarihi itibariyle Irak’tan çekilmiş olacak. Bunu açıklamanın başlıca iki yolu var. Birincisi, bu suretle 2008’de verdiği seçim sözünü tutuyor olduğunu söyleyen Başkan Obama’nınki. İkincisi, 31 Aralık sonrasında ABD güçlerinin bir kısmının Irak ordusuna “eğitimci” olarak kalmasına ihtiyaç olduğunu, ancak Obama’nın bunu yapmadığını belirterek onu kınayan Cumhuriyetçilerin başkan adayları. Mitt Romney’e göre Obama’nın kararı, ya salt bir politik hesap ya da düpedüz Irak hükümeti ile yaptığı pazarlıklardaki beceriksizliğinin sonucuydu.
Her iki açıklama da anlamsız ve yalnızca Amerikan seçimleri için kendini haklı gösterme çabasının ürünü. Obama, ABD’li komutanlar ve Pentagon ile tam bir birliktelik içinde ABD kuvvetlerini 31 Aralık’tan sonra Irak’ta tutmaya çalışarak en zorlu işine girişti. Başarısız oldu; beceriksiz olduğu için değil, Iraklı siyasi liderler ABD birliklerini ülkelerini terk etmeye zorladıkları için. Geri çekilme, ABD’nin Irak’taki, Vietnam ile mukayese edilebilir yenilgisinin zirvesine işaret ediyor.
Gerçekten ne oldu? En azından son 18 ay için, ABD’li yetkililer Başkan George W. Bush döneminde imzalanan ve birliklerin 31 Aralık 2011’de çekileceğini taahhüt eden anlaşmayı geçersiz kılmak için Iraklı yetkililerle ellerinden gelen en sıkı biçimde pazarlık ettiler. Başarısız oldular, ama çok asılmak istemedikleri için.
Özünde, ABD’nin en büyük destekçisi olan gruplar, CIA ile sıkı bağları herkesin diline düşmüş olan Ayad Allawi liderliğindeki Sünni gruplar ve Irak’ın Kürt devlet başkanı Celal Talabani’nin partisi. Her ikisi de hiç şüphesiz ki gönülsüz de olsa nihayet ABD birliklerinin ülkeyi terk etmesinin iyi olacağını söyledi.
ABD birliklerinin kalma işini halletme gayreti gösteren Iraklı lider, Başbakan Nuri el-Maliki’ydi. el-Maliki, açık biçimde Irak ordusunun düzeni sağlamaktaki yetersizliğinin, kendi pozisyonunu ağır şekilde zayıflatacak yeni seçimlere neden olacağına ve başbakanlığının muhtemelen sona ereceğine inandı.
ABD, geride bırakacağı birliklerin sayısını ikide bir azaltarak taviz üstüne taviz verdi. Eninde sonunda uzlaşmayı engelleyen çekişmeli konu, Pentagon’un, askerlerin (ve paralı askerlerin) ülkede işleyebilecekleri suçlara dair Irak yargısına karşı dokunulmazlığı konusunda ayak diremesiydi. Maliki, bu konuda anlaşmaya hazırdı, ama başka kimse değildi. Özellikle Sadr taraftarları, Maliki’nin anlaşması halinde hükümetten desteklerini çekeceklerini söylediler. Ve onların desteği olmaksızın, Maliki parlamentoda gerekli çoğunluğa sahip olmayacaktı.
Öyleyse kim kazandı? Çekilme, Irak milliyetçiliği için bir zaferdi. Ve Irak milliyetçiliğini somutlaştıracak kişi Muktada el-Sadr’dan başkası değil. el-Sadr’ın, çoğunlukla Sünni Müslüman karşıtlığı anlamına gelen Baas’a tarihsel olarak şiddetli biçimde karşıt durumdaki Şii hareketin lideri olduğu doğru. Ancak el-Sadr, kendisini ve hareketini ABD çekilmesinin müdafisi yapmak için uzun zamandan beridir bu başlangıçtaki duruşunun ötesine geçti., Irak’ın bağımsızlığının yeniden tesisini merkezine alan “Pan-Irak”çı bir milliyetçi cephe kurma umuduyla Sünni liderlere ve Kürt liderlere elini uzattı.
Maliki ve diğer birçok Şii politikacı gibi tabii ki el-Sadr da ömrünün büyük kısmını İran’da sürgünde geçirdi. Dolayısı ile el-Sadr’ın zaferi İran için de bir zafer midir? Hiç şüphesiz, İran, Irak içindeki itibarını iyileştirdi. Fakat, gerçekleşen şeyin Irak sahnesine egemen olmada İran’ın şu ya da bir şekilde ABD’nin yerini alması olduğuna inanmak büyük bir analitik hata olacaktır.
İranlı Şiiler ile Iraklı Şiiler arasında köklü gerginlikler mevcut. Evvela, Iraklılar, Şii inanç dünyasının manevi merkezi olarak her zaman İran yerine Irak’ı görmüşlerdir. Son yarım yüzyılda, jeopolitik alandaki dönüşümlerin, İran’daki Ayetullahların Şii inanç dünyasına hâkim gibi görünmelerine izin verdiği doğru.
Ancak bu, 1945’ten sonra ABD ile Batı Avrupa arasındaki ilişkiye olanla benzer. ABD’nin jeopolitik gücü, iki tarafın kültürel ilişkisinde bir değişimi zorladı. Batı Avrupalılar, ABD’nin politik egemenliğinin yanı sıra yeni kültürel egemenliğini de kabul etmek zorunda kaldı. Anlaştılar, fakat Batı Avrupalılar bunu hiçbir zaman sevmedi. Ve kültürel duruşta kendi patronluklarını yeniden kazanma arayışındalar. İran-Irak arasındaki de aynı şey.
Kamuoyuna yaptıkları açıklamalara karşın Obama da, Cumhuriyetçiler de Irak’ta yenilmiş olduklarını biliyorlar. Buna gerçekten inanmayan Amerikalılar yalnızca, ABD’nin jeopolitik anlamda her yerde galip çıkamayacağına nedense inanamayan ABD solcularının bir hizbi. Bu küçük ve azalmakta olan kesim, ABD’nin ciddi bir düşüşte olduğu gerçeğine göz yummak için sadece çok zaman harcamış durumda.
Bu grup, hiçbir şeyin değişmediğini, çünkü iki şey gerçekleştiren ABD’nin Irak’taki kilit oyuncusunu, Pentagon’dan Dışişleri Bakanlığı’na doğru rotasyona uğrattığını ileri sürüyor: ABD Büyükelçiliği’nin güvenliğini sağlamak için daha fazla bahriyeli göndermek; Irak polis gücüne eğitimci kiralamak. Ancak daha fazla bahriyeli göndermek güçlülük değil, zayıflıktır. Bu, iyi korunan ABD Büyükelçiliği’nin bile saldırılara karşı yeterince güvenli olmadığı anlamına gelir. ABD, daha fazla konsolosluk açma planını tam da bu nedenle iptal etti.
Eğitimcilere gelince, binlerce özel koruma tarafından “korunacak” 115 polis danışmanından bahsettiğimiz şeyi meydana getirir. Polis danışmanlarının, elçilik sınırlarının dışına çıakrken çok temkinli olacaklarına ve artık dokunulmazlıkları olmayacağı için yeterince özel koruma tutmanın zor olacağına sizi temin ederim.
Bir sonraki Irak seçimlerinin ardından Muktada el-Sadr’ın başbakan olursa kimse şaşırmamalı. Bu durumdan ne ABD, ne de İran memnun olacaktır.
Kaynak: www.agenceglobal.com sitesinden Gerçeğin Günlüğü çevirdi
SON VİDEO HABER
Haber Ara