Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

'Kürt sorunu en çok Müslümanların derdi oldu'

Müslümanlar Kürt sorunuyla ilgilenmedi eleştirilerine Mazlumder Genel Başkanın'dan önemli hatırlatma: Merhum Erbakan Hoca “Sen “Ne mutlu Türküm diyene” dersen, o da “Ne mutlu Kürdüm” diyene der' dediği için partisi kapatılmıştı.

14 Yıl Önce Güncellendi

2011-10-24 11:40:09

'Kürt sorunu en çok Müslümanların derdi oldu'

Ahmet Faruk Ünsal*

Bu yazıya, İslami camianın Kürt sorununa yaklaşımını eleştiren Cemal Uşşak’ın makalesine karşı, doğru bilgi ve kadirşinaslık adına Şeyh Said, Said Nursi, İzzeddin Yıldırım, Necmeddin Erbakan ve isimleri zikredilemeyecek kadar çok olan diğer öncü şehitlerin aziz hatırasına vefa ve minnettarlık ile ithaf ederek başlamak istiyorum.

1990’lı yılların başı, Türkiye’nin ve İslam Dünyası’nın en ilgi çekici insan hakları kurumunun kuruluşuna tekaddüm eden günlerdi. Türkiye’nin birçok yerinde geceler ve gündüzler boyu birbirinden habersiz yürüyen tartışmalar yatağını bulmuş ve vicdan sahibi milyonlar adına bir avuç vicdan sahibi, adı ve şiarı aynı heyecan ve düşünce mutabakatında oluşmuş olan bir ruha ceset giydirmeyi, herkes adına, herkesten önce, herkesin doğrusuna ne pahasına olursa olsun sahip çıkacak bir kararlılığı hukuki bir özneye dönüştürmeyi başarmışlardı.

28 Ocak 1991’de Mazlumder resmen kuruldu. Adı gibi, misyonunu harika bir şekilde açılayan “kim olursa olsun mazlumdan yana, zalime karşı” sloganı da anonimdi. Yani ortak medeniyet algısının yarattığı ortak vicdanın, ortak ürünü...

Mazlumder, tıpkı kurucularının aynı duyguları paylaşan kitle içinden öncü rolüne sarılarak kendisini kurması gibi, içinden çıktığı kitlenin kolektif hassasiyetlerini sarsıcı bir hakikat dili ile ifade etmekte de hep öncü rolünü korudu. Burada öncü rolü, bir hakikati ilk defa söylemeyi değil belki uzun bir aradan sonra ilk kez açık bir dil ile ifade etmeyi anlatmaktadır. Böyle olduğu için, vefanın ve emeğe saygının gereği olarak çabalarımızı ortaya koyarken ortak tarihe, ortak emeğe ve ortak birikime atıf yapmaktan imtinayı hakkaniyete aykırı bulduk. Bir konu hakkında kendi farkındalığımızın ışıltısına kapılıp geçmiştekilerin çabalarını görmezden gelerek sanki herkesin yeni farkındalığı imiş gibi değerlendirme yanılgısına kapılmaktan kendimizi korumaya çalıştık. Ama öncülüğün kaçınılmaz kaderi olan zamanında anlaşılamamanın yükünü bir süs gibi vakur bir eda ile taşıdık ve bunun minnetini kimseye ettirmeyecek kadar asalet sahibi olmaktan taviz vermedik. Ve yalnız kalbinin sesini dinleyen ve yalnız kalbinin götürdüğü yere giden bir seyyahın macerasına tali olduk.

Kurulduğu günlerin en sıcak tartışması bugün de olduğu gibi Kürt sorunu üzerineydi. Taraflarca hadsiz uygulanan şiddetin ve dezenformasyonun kara bulutları, neler olduğunu anlamaya çalışan ve çatışmanın tarafı olmayan milyonlar üzerinde kesif bir sessizlik ve korku olarak çökmüşken, Mazlumder, ülke çapında İslami duyarlılığa sahip aydın ve düşünürlerin katılımıyla Kürt Konferansı düzenledi. O güne kadar cumhuriyetin “tek dil, tek millet” projesine karşı iç güveysinden hallice bir çözüm olarak ne olduğu somuta indirgenmemiş “ümmetçilik”i savunan İslami camia, ilk kez, adıyla, sanıyla bir sorunu konuşmuş ve çözüm önerilerini ete kemiğe büründürmüştü. Tahmin edileceği gibi bölücü ve Kürtçü damgası daha ilk yıl alnına vuruldu ve bir daha asla silinmedi.

Bu gün İslami camia ve toplumun sair kesimleri Kürt sorunu hakkında bu kadar rahat konuşabiliyor ise, bu, merhum Şeyh Said gibi, veya kitaplarındaki Kürt, Kürdistan ve Kürtçe eğitim gibi somut projeleri daha sonra talebelerinin bir kısmınca gizlenmeye çalışılmış olan merhum Said Nursi gibi öncülerin çabalarının yanı sıra merhum İzzeddin Yıldırım’ın, merhum Erbakan’ın ve Mazlumder’in mütevazı katkıları sayesinde olmuştur. Daha üç sene önce Mazlumder Diyarbakır şubesince yürütülen, “ilköğretim okullarında okutulan ‘andımız’ kaldırılsın” kampanyası nedeniyle yöneticilerimiz hakkında suç duyuruları yapılırken bugün bakanlar düzeyinde konunun ele alınıyor olması da öncü rolümüzün sonuç almada ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

İnsanların doğuştan sahip oldukları ve vazgeçilemez ve devredilemez diye tanımlanan haklarına özellikle de “anadilde eğitim” hakkına vurgu yaptığımızda bizi gölge gibi takip eden bölücü damgasından yine kurtulamamıştık. Yaşam hakkının her şeyin üstünde ve öncesinde olduğunu söylediğimizde, yaşanan ölümleri bizden olanlar ve ötekiler diye sınıflandırmadığımızda, köy boşaltmalara, işkence ve kötü muameleye isyan ettiğimizde, toplu mezarlara ve faili meçhullere karşı sesimizi yükselttiğimizde yalnız bırakıldık, ötekileştirilmeye çalışıldık, ama sözümüzden dönmedik. Geçmişin kötü hatıralarının üstesinden gelmenin kötülükle yüzleşmek ve hesabı kapatmaktan geçtiğine dair inancımız; bugün siyasi tarafların bir proje olarak lehte ve aleyhte pozisyon aldığı “hakikat komisyonları” konusundaki tavrımızı ve ısrarımızı, siyasi tartışmanın ötesinde ve öncesinde oluşmuş bir hakikat durumu olarak bir kez daha hatırlatmayı gerekli kılmaktadır. Bu tavrımızda da, tıpkı diğerlerinde olduğu gibi ısrarlı olduğumuzu, hakikat damgasından başka hiçbir damgayı önemsemeyen yüzümüze, 20 yıl sonra utanacaklar tarafından yeni damgalar getireceğini bile bile sürdüreceğiz.   

20 yıldır hak macadelesi veriyoruz

Mazlumder yıllar önce anadilde eğitimin ananın ak sütü gibi helal olduğunu ifade ettiğinde, köy boşaltmalara, faili meçhullere ve işkence vakalarına isyan ettiğinde, bizi yalnız bırakanlar ve hatta karşımızda duranların bugün gelmiş oldukları nokta elbette sevindiricidir. Bugün birilerinin daha rahat konuşuyor olmasında küçük de olsa payımız varsa bahtiyar oluruz. Ama biliriz ki atılmış bir adım, yürünmüş bir yol varsa bu başarı bizden öncekilerin bize çizdiği yol sayesindedir. Öncülerimizin bize bıraktığı emaneti koruduğumuz, izlerini sürdüğümüz içindir.

Sadece Kürt meselesinde değil, sadece ülke coğrafyasında değil zulüm nerede varsa ve kim tarafından işleniyorsa ona karşı çıkmayı, sesimizi yükseltmeyi insanlığımızın, İslamlığımızın bir gereği olarak gördük. Bunu yaparken sırtımızı yaslayacağımız tabanımızdan başka hiçbir güç yoktu ve aramadık. Yaptığımız hiçbir çalışma için kimden gelmiş olursa olsun fon kullanmayacağımızı, dilimizi filtrelettirmeyeceğimizi söyledik. Gönüllülük esasıyla çalışmayı, insan hakları mücadelesini profesyonel bir iş kolu haline getirmemeyi ve memurlaşmaya fırsat vermeyeceğimizi her seferinde dile getirdik.

Mazlumder’i Mazlumder yapan sır da budur. Gönüllülüğü “hilful fudul” çizgisiyle sürdürmek, tabanından ve kendi öz kaynaklarından başka çare aramamak, yeryüzünün her yerini bir bütün ve emanet olarak algılamak, zaman zaman tabanının önünde yürümek ve kimi zaman tabanını takip etmek...

Mazlumder tıpkı Kürt sorununa yaklaşımında ve konuyu izah sadedinde kullandığı dilde olduğu gibi 20 yıl sonra anlaşılma pahasına da olsa öncü rolüne yakışan sorumluluk içinde hareket edecektir. Ortak tecrübe, irfan ve erdem hafızasının kuytularında gizli hakikatleri bir bir ortaya çıkarırken öncü olmanın yükünü bir süs gibi vakur bir eda ile taşıyacak ve bunun minnetini kimseye ettirmeyecektir.

MAZLUMDER Genel Başkanı / Star Açık Görüş

Haber Ara