Hayır, sistemlerin en akıllı 2 gözlemcisi tartıştı. Marks'a göre son kertede kendi sonuna neden olan krizlerin yoğun sinyallerini göndermesi kapitalizme içkin bir durumdur. Joseph Schumpeter'e göre hata o kadar kötü bir kelime değil. Aslında, kriz yaratıcı yıkım mekanizması ile çalışacağını düşündüğü kapitalist sürecin temel parçasıdır. Schumpeter kapitalizmin kendini hataları nedeniyle değil başarıları nedeniyle yok edeceğini düşünüyor. Piyasa ekonomistlerine göre kapitalizmin motor gücü olan girişimci ruhun kemirilmesi sosyalizme yaklaşıldığının ifadesidir.
Schumpter 1940'larda yazdı, komünizm hayaleti hala Avrupa'yı sararken, fakat bugünün finans kapitalin eridiği atmosferdeki fikir kapitalizmin kendi kendini yok ettiği düşüncesi geleneksel sosyalist çemberin dışında bir çekimle yeniden kazanıldı. Önemli ekonomist ve iş analisti Nouriel Roubini, yakın bir zamanda aslında Marks'ın kapitalizmin çöküşü hakkındaki fikrinde haklı olduğunu tartıştı. Fakat kapitalizmin sona geldiğini açıkça yazan sadece Dr. Doom değildi. Forbes gibi önemli ekonomi dergileri, Wall Street Journal, Harvard Business Review ve Financial Times dahi yazdı.
Gelecek için artan bir belirsizlik ve korku Zeitgesit'in bir parçasıdır.
Ayrıca keynezyan ve neoliberallerin eksik donanımlı olduğu analizleri yapan Marksist ve Schumpeteryan hakkında son derece güçlü bir şeyler var. Kraliçe Elizabeth Londra Ekonomi Okulu'nu 2009'daki ziyaretinden sonra, orada toplanan tüm uzmanları "gelen krizi nasıl görmezsiniz" diyerek utandırdı ve kimi ekonomi uzmanlarından oluşan bir komite görevlendirilerek Majestelerinin bu yıkıcı sorusunu araştırmak üzere görevlendirildi. Bulgularının basitliği dudak uçuklatıcıydı. "Her nasılsa, biz sistemik riski ıskaladık" şeklinde noktaladılar.
Marks ve Schumpter için sistemik risk sistemin kalbinde bulunuyor. Sistemik risk yeniliği yöneten şeydir. Karlı ve üretici olan güçleri karsız ve üretici olmayan güçlerden ayıran şeydir. Doğal seleksiyon sisteminin kapitalizmidir. Bununla birlikte Marks hayati bir gözlem yapmıştır. Marks, "Sermaye sınır tanımaz" dedi. Kapitalin birikmesi hareketin içindedir, kapitalizm bir bisiklet gibidir: Kullanan yüzüstü düşmediği sürece durmaz. Kapitalizmin kriziyle ilgili çalışmasını tamamlamak için Marks'ın ömrü yetmemesine rağmen, onun çalışması ekonomik ve finansal krizin arkasındaki derin faktörlerin görünüşte çelişkili olan çok geniş çıkarsamalara esin kaynağı olmuştur.
Erik Olin-Wright'ın önemli bir makalede özetlediği gibi, kabaca Marksçı düşüncede olan 4 okul var, bunların her biri kapitalin birikmesi konusunda farklı temel çelişkilere öncelik veriyor: (1) organik kapitalizmin yükselen bileşimi ve kar oranının düşme eğilimi;(2) yetersiz tüketim; (3) ücret artışı ve kapitalist karın daralması; (4) devletin birikim sürecindeki tartışmalı rolü. Oysa bu düşüncelerin her birini diğerine karşı gibi görmektense Olin-Wright'ın bunları birikimin gelişimi evresinin değişik basamaklarında sadece engeller olduğu görüşü doğruydu.
David Harvey, "Sermayenin Gizemi" kitabında benzer bir tartışma yürüttü. Harvey bazı Marks eleştirilerinin söylediği gibi sermaye statik değil akışkandır dedi ve Marks'ın "sermaye sınır tanımaz" görüşüne döndü. Sermayenin devam eden sirkülasyonu herhangi bir seviyede durdurulursa, sistem birikim önündeki limit engeli ile karşılaşmış olacak ve hayatta kalabilmesi için bu bariyeri aşması gerekecek. Yüksek ücret (Kar baskısı teorisindeki gibi) ya da düşük ücret (underconsumption teorisinde olduğu gibi) engelleri dogmatik uyuşmazlığın meselesi gibi görülmemeli fakat kalıcı olarak kendisini çöküntünün kıyısında bulan oldukça dinamik sistem tarafından yüzyüze kalınmış çıkmazların bütünleyici açıklaması olarak görülmeli.
Ücretler bazen çok yüksek ve bazen basit bir şekilde birikime dayanmak için çok düşük. Bundan dolayı hangi teorinin doğru olduğundan ziyade kapitalistlerin kapitalist gelişmenin değişik basamaklarında bu ayrıştırıcı gereçeklere nasıl cevap verdiği önemlidir. İşte bu doğru Marksist analizin olduğu yerdir: Hem neoliberal "şok terapisi" hem de neo-keynesçi "şok ve korku" uyarıcıları değişik tarihsel anlarda sermaye akışını düzenlemek için politik strateji olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda Keynesçilik, son çarelerin savurganı olarak müsrif devletin yükselişiyle 1930'lardaki az tüketim krizine bir yanıt idi.
Öte yandan keynesçi çözüm yeni bariyerler sunuyor. İşçi sendikalarının rolünü genişleterek ve ücretleri üreticilikten daha hızlı yükselterek 1970'lerin kar baskısını yükseltti. Neoliberal reformlar krize karşı makul yanıtlardı. Ucuz kredi yaşam standardında devletin rolünü değişitirirken sermaye hesaplarını liberalize ederek ve finans sektörünün kısıtlamalarını kaldırarak emek 3. dünya ülkelerine kaydırılmış ve ücretler baskılanmış. Fakat bu çözüm, üretimin bir bariyerini bertaraf ederken ivedilikle yenisini oluşturuyor: Temel bir büyüme borcu. 2001'de neoliberal reformlar sebebiyle oluşan kredi balonu yeniden patladı, 11 Eylül sonrası bir politik atmosfer içinde Fed kar oranlarını ileriki zamanlar için bile düşürdü. Sonuç 2007'de patlayan konut kredisi balonuydu.
Joseph Stiglitz ve Paul Krugman gibi iyi niyetli, "açık görüşlü" kapitalistlerin bu az tüketim krizine nasıl karşılık verdiğini izlemek oldukça fantastikti. Şu anda kredi suyunu çekmiş durumda, birikmiş talepleri karşılamanın sadece bir yolu var: Keynesçi açık bütçe harcmasına dönmek. Fakat Olin-Wright'ın gözlemlediği gibi, bu süreç kendini devletin parasal krizine götürür. Ve devletler özel bankalardan yüklü miktarda borç aldığı için bu mutlak borç krizi ayrıca banka krizidir. Birisi bunu en azından parçalı olarak devletin birikim sürecindeki çelişkili rolü özellikle demokratik kapitalist toplumdaki finans sektörü ve siyasi yapı arasındaki yakın bağlarla ilgili olduğunu tartışabilir.
Schumpeter'in tecrübesiz olduğu bir nokta ileri birikim sürecinin etkisine göz yummaktı. Schumpeter'a göre sistemi üretken olmayan elementlerden temizlemeye hizmet ettiği sürece kriz her zaman iyidir. Öte yandan onun ihmal ettiği şey Kontratieff dalgalarının(sermaye çemberindeki aşağı yukarı hareketler) gittikçe büyümesidir. Latin Amerika ve borç ve 1980'lerin tasarruf krizinden Japon balonun patlaması, İskandinav banka krizi, 1997-98 Doğu Asya krizi, Rus temerrüdü, Brezilya devalüasyonu, Arjantin bunalımı ve son olarak yüksek faizli mortgage krizi, finans sektörünün erimesi ve sonuç Birinci Dünya Borç Krizi.
Burda ağır basan bir sonuç varsa o da Harvey'in kapitalizm asla kendi krizini çözemez çıkarsamasıdır- Kriz coğrafik ve geçici olarak yeryüzünde dolaşır. Peki bu bize sistemin yaşayıp yaşamayacağı hakkında ne söylüyor? Gerçek şu ki hala ayakta, açıkça yaşayabiliyor. Sistem inanılmaz şekilde esnek ve Marks bunu Roubini gibi kaba Keynesçi ekonomistlerden daha fazla kavradı. Fakat kapitalizmin üretici büyüsü ve esnek doğası onun cazibesini yüceltme ya da ölümsüzlüğünün övülmesi aynı şey değil. Bir tarafı Keynesçi ve liberallerin paylaşıtığı kapitalizmin ölümsüzlüğü ütopyası sistemin içkin çelişkileri için çözümlerinin her zaman parçalı ve geçici olduğunun itirafıdır.
Marks ve Schumpeter'in her ikisi de haklı, kapitalizm tarihi yazılmamış insanlıkta sadece yapışık cemiyet ve köşklerden küresel ekonomiye hükmeden tepelere insanlığın destansı macerasını anlatan başka bir bölüm olsa ne olur? Marks kapitalizmin başarısının içkin çelişkilerinin gün yüzüne çıkmadan nasıl sistemin kuyusunu kazdığını küçümsemişse ne olur? Schumpter, Kontratieff dalgalarının artan güçlü ritminin, sistemin başarıları kapitalizm sonrası döneme evriltmeden kendi kendini nasıl yok ettiğini önemsemese ne olur? Bu bağlamda ne Marks ne de Schumpeter bizim şuan bilmediğimiz bir şey söylemiyor. Hiçbir şey sonsuz değildir kapitalizm bile. Burdaki mesele dünyayı yorumlamak değil değiştirmektir.
*roarmag.org sitesinin editörü, Çeviri: Süleyman Tatar, ETHA