Tunus'ta demokrasinin ilk adımları atılıyor
Tunus'ta anayasayı hazırlayacak olan Kurucu Meclis'te Sosyalistler, komünistler, İslamcılar, merkez sol ve sağdan müteşekkil renkli ve karışık bir siyasi yelpaze yer alabilir.
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-10-15 13:05:17

Diktatör gitti, peki Tunus devrimi bitti mi? Anayasayı hazırlayacak olan Kurucu Meclis’te birçoğu bilinmeyen yüzden fazla parti yer bulmaya çalışıyor ve her an her şey olabilir.
23 Ekim’de seçilecek olan meclisin demokratik nitelikleri sağlam: Nispi temsil, (önde gelen adayların yüzde 95’i erkek olsa da) cinsiyet eşitliği, kampanya bütçelerinin sıkı kontrolü, kamuoyu yoklamaları ve siyasi tanıtım. Meclis iktidar dengesini, yönetim biçimini, dinin kurumlardaki yerini ve hatta istendiği takdirde devletin ekonomideki rolünü belirleyecek.
Arap ve Müslüman bir demokrasi kurmanın coşkusu görülüyor. Kampanya faaliyeti yürüten kadın bir eylemci, “Burada işlemezse hiçbir yerde işlemez” diyor.
Sosyalistler, komünistler, İslamcılar, merkez sol ve sağdan müteşekkil renkli ve karışık bir siyasi yelpaze söz konusu. Devrik diktatör Zeynel Abidin Bin Ali’nin Demokratik Anayasal Birlik Partisi’nin (RCD) eski ağır topları da yarışa dahil.
Devrimin itici gücü olan irili ufaklı partiler karşısında belli bir gücü ve etkisi de var. Ne de olsa RCD ekonomide neo-liberal, siyasette baskıcı bir parti olarak Sosyalist Enternasyonal’in üyesiydi.
Seçimlerin getirdiği heyecan insanlara kalkınma, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi alanlarda taleplerini dile getirme fırsatı sunuyor. Tunus verimli topraklara ve zengin kaynaklara sahip, fakat halk yoksul. Beklentiler, durumun değişmesi yönünde.
Mesele, Kurucu Meclis seçimlerinin halkın eski rejimin yolsuzluğa batmış yetkililerini cezalandırma, aşırı şişmiş durumdaki polis gücünü lağvetme, bölgesel ve toplumsal ayrımları giderme ve geri kalmış bölgelere pozitif ayrımcılık uygulama imkânını sağlayıp sağlamayacağı.
Önemli bir husus da seçimlerden en güçlü siyasi parti olarak çıkması beklenen İslamcı En Nahda’nın ve onun karşısında yer alan partilerin, dinin toplumsal ve siyasal hayattaki rolü konusunda nasıl bir tutum izleyeceği.
Parti liderlerinden Ali Larid, polis baskısı ve sürgün tecrübesinin yoldaşlarının görüşlerini etkilediğini kabul ediyor: “Zulme maruz bırakıldık. İnsan hakları ihlalinin anlamını biliyoruz. 50 ayrı ülkede yaşamak zorunda kaldık. Ve demokrasinin, kadın haklarının ne olduğunu öğrendik. Şimdi hayat tarzlarımıza bakın: Eşim çalışıyor, kızlarım okuyor, kızlarımdan biri başörtüsü takmıyor.”
İslamcıların gizli gündemi olduğu kuşkularını dağıtmak için bu yeterli mi? Eski rejim döneminde baskı gören muhalifleri savunan bir avukat, Radiye Nasravi endişeli: “En Nahda mitinglerinde Müslümanların hâkimiyetine vurgu yapılıyor… Liderlerin söyledikleriyle bazı üyelerin söyledikleri arasında büyük fark var.”
Bu endişeler karşısında Larid’in cevabıysa pek ikna edici değil: “Bir partinin, söylediklerinin hepsini yapacağından asla emin olamazsınız.”
Demokratik ilkelere bağlılıklarını kanıtlama derdindeki bazı En Nahda liderleri, geçenlerde Tunus’ta ağırlanan Tayyip Erdoğan’ın ‘Türkiye modelinden’ dem vuruyor. (Görünen o ki Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Erdoğan’ın mesajlarından En Nahda kadar memnun değil, zira Ortadoğu’da Türkiye’nin hâkimiyetinden korkuyorlar.)
En Nahda’nın kıyaslaması aydınlatıcı. Her iki ülkede de karizmatik bir lider (Mustafa Kemal Atatürk ve Habib Burgiba), siyasetle dinin birbirinden ayrılmasını bazen açıkça Batı’nın rasyonalist kaynaklarına da dayanarak savundu.
Görünüşe göre birçok Tunuslu İslamcı, tıpkı Atatürk’ün Türkiye’yi Doğu’dan arındırması gibi, Burgiba’nın da Tunus’u Araplıktan arındırdığı ve ülkeyi Avrupa’ya sıkıca bağladığı kanaatinde. Bu yüzden En Nahda’nın programı, neo-liberalizm veya serbest ticareti sorgulamasa da, Batılı yatırımcılardan, bölgeden veya Körfez’den gelen İslamcı yatırımcılara doğru bir kayış öneriyor.
Anayasa tartışmaları
Herkes demokrasiden söz ediyor. Buna Kurucu Meclis’in ‘tam özgürlüğe’ sahip olması, yani ‘Arap-Müslüman dini kaynaklara dayanabilmesi gerektiğini’ savunan Larid de dahil.
Burgiba döneminde ‘devletin yarı Sovyetik bir sistem kurarak rasyonalite yönünde bir evrimi zorla dayattığından’ yakınıyor. Son elli yılda elde edilen kazanımlara itiraz etmiyor, fakat bu noktaya ‘daha az bedel ödeyerek’ ulaşılmış olması gerektiğini öne sürüyor.
En güçlü kozlar, İslamcıların elinde gibi görünüyor. Zenginlikleri Bin Ali klanı tarafından yağmalanan bir ülkede, ahlak ve dürüstlük mesajının etkili olacağını gayet iyi bilen En Nahda’nın, zor bir konumda bulunan Batılılaşmış ‘radikallerle’ bir tartışmada korkacağı pek az şey var.
Mevcut anayasanın birinci maddesi, hararetli tartışmalara konu oluyor. Burgiba tarafından son derece dikkatle hazırlanan anayasanın birinci maddesinde şu ifadeler yer alıyor:
“Tunus özgür, bağımsız ve egemen bir ülkedir. Dini İslamdır, dili Arapçadır ve yönetim biçimi de cumhuriyettir.” Madde kasıtlı bir açıklıkla, Tunus’un Müslüman olduğunu teyit ediyor. Fakat aynı zamanda bu ifade, maddenin Kuran’ı kamu hukukunun kaynağı haline getiren biçimde yorumlanabilmesine de açık kapı bırakıyor. Dini referansı kaldırmak İslamcıları kızdıracak; taşıdığı anlamı tanımlamaksa laikleri rahatsız edebilir.
Maddedeki ifadeler, çok büyük ihtimalle korunacak. Tunus Komünist İşçi Partisi’nin lideri Hamma Hammami şunları söylüyor: “İslamcılar, birinci madde tartışmasını laiklere tuzak kurmak için başlattı, fakat o tuzağa kendileri düştüler. Uygun tavır şunu sormaktı: ‘Tunus’un Müslüman olduğunu neden vurgulamak istiyorsunuz? Hangi amaçla? Şeriatı dayatmak için mi? Kadınlara eşit haklara karşı çıkmak için mi?’ Bu sorular ne zaman önlerine konsa, İslamcılar geri adım attı.”
Sosyalistler de meseleye sıkışıp kalmayı reddediyor. Kadınların erkeklerle (miras hariç) eşit haklara sahip olmasını öngören maddeleri savunurlarken, bunu Batı’nın rasyonalist geleneğinden devşirilen bir ilke değil, ulusal kimliğin temel bir özelliği olarak takdim ediyorlar.
Programlarında bu meseleyi maharetli biçimde ele alıyorlar: “Tunus halkının kimliğinde Arap-Müslüman değerlerinin derin izleri vardır ve birbirini takip eden medeniyetler boyunca bu kimlik zenginleşmiştir. Özü itibariyle modern ve dünya kültürlerine açık bir kimliktir bu.”
* Le Monde Diplomatique Editörü, Çeviri: Radikal
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Haber Ara