Dolar

32,3641

Euro

34,6944

Altın

2.392,81

Bist

10.208,65

'İstanbul bize Efendimiz'in emaneti!'

Zeytinburnu'nda yükselen iki gökdelen, İstanbul'un tarihi silutini yok ediyor. Toplumdan yükselen sesi ise kimse duymuyor, duymak istemiyor. İBB'nin aldığı yeni karar mevcut rezaleti ortadan kaldırmak yerine tepkileri yatıştırmaya dönük bir girişim olarak yorumladı.

14 Yıl Önce Güncellendi

2011-10-14 16:47:43

'İstanbul bize Efendimiz'in emaneti!'
Konuyla ilgili entellektüeller ve siyasetçilerin büyük çoğunluğu sessizliğini korurken YeniŞafak yazarı Yusuf Kaplan, çarpıcı bir hatırlatmada bulunuyor.

Kaplan, "Emanet bize İstanbul, Efendimiz'in emaneti!" başlıklı yazısında "Emanete, Efendimiz'in emanetine gözbebekleri gibi bakması beklenen insanlar, bu emanete, bu şehre ihanet ediyorlar!" dedi.

"İstanbul'un siluetini, ruhunu, dokusunu, bedenini yerle bir edecek, yok edecek gökdelenler inşa edilmesine, Haliç'e, Boğaz'a bön ve berbat köprüler inşa edilmesine izin veren, göz yuman insanlara, yöneticilere, yönetimlere isyan etmeliyiz" diyen Yusuf Kaplan; Sayın Başbakan Erdoğan! Efendimiz'in emaneti İstanbul'un emaneti size emanet! Lütfen bu emanete hıyanet edenlere derslerini en ağır şekilde verin!" çağrısında bulundu.

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, şehrin siluetinin korunması için “Siluet Ana Planı” oluşturulmasını onayladı. Buna göre kentin siluetini bozacak yapılaşmaya izin verilmeyecek. Ancak Zeytinburnu'ndaki yapının akıbeti hakkında hiçbir karar alınmadı.

Konuyla ilgili daha önce açıklama yapan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Zeytinburnu sahilinde özel bir firmaya ait inşaatı devam eden binaların İstanbul'un Salacak'tan bakılan şeklini etkilemediğini iddia ederek yıkılmayacağına ima etti.

İşte Yusuf Kaplan'ın o önemli yazısı:

Emanet bize İstanbul, Efendimiz'in emaneti!

Yahya Kemal, İstanbul'da hükümsüren, İstanbul'un insanına ve her şeyine sinen ruhu nasıl ektiğimizi, yeşerttiğimizi uzun uzadıya anlattıktan sonra, Maurice Barres'in, İstanbul'u, "bazı semtlerinde ruh eser bu şehrin" diye tasvir ettiğini aktarır.

 ***

 Bizim İstanbul'da billurlaşan medeniyetimiz, Tanpınar'ın deyişiyle, "abes'e / saçma'ya varacak kadar" Müslüman merhametinin, şefkatinin, dikkatinin, hassasiyetinin, hoşgörüsünün, sevgisinin, aşkının, inceliğinin, nezafetinin, nezaketinin ve nefasetinin doruk noktasına ulaştığı bir "büyük insan"dı/r aslında.

 Bizde "medeniyet", "toplum" ve "insan" "inşa etmek", deyim yerindeyse, bir "küfür" telâkki edilmiştir adeta. Çünkü her varlık, Yaratıcı'sından ötürü yücedir; O'nun isimlerinin mazhargâhı ve tecellîgâhıdır bizim inancımızda.

 O yüzden, varlığa, tabiata ve insana müdahale etmeyiz biz: Varlığın kendisini ifşâ etmesine müsaade edebilir, bunun vasat'ını hazırlayabiliriz sadece.

 O yüzden, İstanbul, bir "medine"dir bizim için: Efendimiz'in (sav) bizzat kendisidir: Efendimiz, kendisini "ilmin medinesi" olarak tarif ederken, bize "şehre / medine'ye" neden, nasıl ve niçin gözümüz gibi bakmamız (hem hikmet nazarıyla, hem de hikmetin hazinelerini, mücevherlerini, sırlarını bize ifşa eden bir hakikat nazarıyla nazar etmemiz) gerektiğini de emretmiş oluyordu.

 ***

 İnsan, içinde hakikati "gizleyen" ve ifşa eden bir "beden"dir. Şehir de, hem âlem'in yansıması hem de yansıtıcısı ve keşfettiricisi olması gereken alâmetlerin ve ilimlerin beden'i / yer'i / mahall'idir. Tıpkı Efendimiz'in bizzat kendisi gibi.

 Bu nedenle, Müslümanların "yetiştirdikleri", yeşerttikleri, yemiş vermesi, meyveye durması için ruh tohumları ektikleri şehirler de hakikatin hem aynası, hem de kaynağı olarak telâkki ediliyordu.

 O yüzden, medeniyet, tıpkı hakikatin insanda hulâsa edilmesi gibi, medine'de / şehirde hulâsa edilmiş, özetlenmiştir. İşte bu çaba, İstanbul'da zirve noktasına ulaşmıştır.

 ***

 O yüzden, şehirle konuşabilmelidir insan: Nitekim konuşuyordu da. Bu hakikati, sanırım Yahya Kemal'in şakirdi Tanpınar, enfes bir şekilde şöyle telâffuz etmişti:

 İstanbul'un bütün semtlerinde, "ağaç, su, taş, geniş ilhamlı bir ruh gibi konuşur. Bizim asıl peyzajlarımız [İstanbul'un dört bir tarafında yeşeren, yetiştirilen semtlerimizin, camilerinin, medreselerinin, türbelerinin, çeşmelerinin, mezarlıklarının teşkil ettiği] bu köşelerdir. İstanbul halkı onları yaşarken yapmıştır. Kâinâta ruhlarındaki birlik çerçevesinden bakan insanların eseridir [bunlar]. Pek az yerde sanat ve mimari, gündelik hayata bu kadar yakından karışır."

 ***

 Dünyanın en güzel şehirlerini de, en güzel insanlarını da biz "yetiştirdik": Özene bezene, üstelik de. Bir gül yetiştirir gibi, her sabah koklayarak, her vakit sulayarak yeşertiyor, yetiştiriyorduk biz şehri de, insanı da. Bu aziz toprakların merhamet yüklü, rahmânî nefese ve vakte ayarlı aziz insanları için, şehir de, şehrin her bir köşesi de, tıpkı insanlar gibi "emanet şuuruyla", üzerinde titrediğimiz, Rasim Özdenören Ağabey'in romanında olduğu gibi, adeta bir gül yetiştiren adam gibi, hatta gül yetiştiren adam yetiştirir gibi yetiştirdiğimiz bize emanet edilen varlıklardı.

 Biz bu topraklarda, sadece kâmil insanın, erdemli insanın mayasını karmamıştık. Bizim emanet, ubudiyet ve hilâfet şiarımız ve şuurumuz, yalnızca insana ruh üfleyen bir hayat armağan etmemize imkân tanımıyordu. Dağa, taşa, toprağa, yaprağa, denize, kuşa ve ağaca da ruh üflememize ve onlardan ruh devşirmemize de imkân tanıyor, yüce şiarlarımızın verdiği şuuru şiire durduruyordu.

 ***

 Şimdi, şuursuz adamlar, kapitalizmin gökdelenperestleri, bize emanet edilen İstanbul'un bedenine, ruhuna, siluetine kastediyorlar. Doğrudan Efendimiz'de tecellî eden, Efendimiz'in emriyle fethedilen bu aziz şehrin dokusunu, bedenini, ruhunu katletmeye kalkışıyorlar!

 Emanete, Efendimiz'in emanetine gözbebekleri gibi bakması beklenen insanlar, bu emanete, bu şehre ihanet ediyorlar!

 İstanbul'un siluetini, ruhunu, dokusunu, bedenini yerle bir edecek, yok edecek gökdelenler inşa edilmesine, Haliç'e, Boğaz'a bön ve berbat köprüler inşa edilmesine izin veren, göz yuman insanlara, yöneticilere, yönetimlere isyan etmeliyiz.

 Sayın Başbakan Erdoğan! Efendimiz'in emaneti İstanbul'un emaneti size emanet! Lütfen bu emanete hıyanet edenlere derslerini en ağır şekilde verin!

 Bu çığlığımı duyun! Yoksa, yarın, mahşer günü, bu cinayetin sorumlusu olarak ilk önce sizi şikâyet edeceğim Efendimiz'e!

Haber Ara