Ahmet Kekeç
Hasan Cemal’in Kürtler”in devamı sayılan “Barışa Emanet Olun” kitabını okuyorum. Hemen söyleyeyim, “faydalı” bir kitap.
Zaten Hasan Cemal ne yazsa okurum... “Tank Sesiyle Uyanmak”tan başlayarak, bütün kitaplarını adeta “yuttum...” Hem de çok şey öğrendim ve geleceği bırakılmış çok önemli belgeler olarak kütüphanemin “önemli kitaplar” bölümünde mahfuz tutuyorum
Bu “Kürtler” ve “Türkler” vurgusu her zaman rahatsız etmiştir beni ama Hasan Cemal’in yazdıklarına ilişkin bir rezerv değil bu.
Sanki “Kürtler” ve “Türkler” nitelemesi (ve buna vurgu yapan her cümle), çözümden bir parça daha uzaklaştırıyormuş gibi geliyor bana.
Biz, birbirimizi tanımlama gereği duymadan, asırlarca birarada var olmasını bildik. İttihatçılığın saçtığı zehir bile birarada olmamızın koşullarını ortadan kaldıramadı ama “sistemli asimilasyon” ve “kimliklerin reddine dayalı devlet politikaları” (yani modern zamanlar telakkisi) bizi bu duruma getirdi.
Burdan kurtulmaya uğraşıyoruz.
Kurtulamıyoruz.
Hasan Cemal de işte, modern zamanlar telakkisine uygun bir dille (bir kavrayışla) birtakım “kurtuluş reçeteleri” sunuyor ve çözüm konusunda en uygun konjonktürde bulunduğumuzu söylüyor.
Kitapta benim dikkatimi daha çok Murat Karayılan’ın kişilik özellikleri çekti.
İlginç bir kişilik Karayılan...
Daha doğrusu, “komplike” bir adam...
Dünya ve Türkiye meseleleri üzerine düşünüyor, insanlık tarihine ilişkin filozofik değerlendirmeler yapıyor, “din ve içtimai hayat” bahislerine giriyor, Kürtler için yeni bir tarih yazıyor, vs...
Hem politikacı, hem düşünür, hem terör örgütü lideri...
Biraz da tuhaf bir adam...
Bütün dünya meselelerini sırtlanmış gibi davranıyor ve bunu görmemizi, takdir etmemizi, yürüttüğü savaşa destek olmamızı istiyor. Bunu göremeyince de kırılıyor, küsüyor ve “kıyıcı” bir halete giriyor...
Hasan Cemal’in prizmasından yansıyan ve “kabul edilebilir” niteliklere sahip Karayılan imajını, her şeye rağmen “nirengi” sayacaktım ama o mektup her şeyi berbat etti.
Evet, Ahmet Altan’a gönderdiği mektuptan söz ediyorum.
Upuzun bir mektup...
Söylediklerinden çıkardığımız sonuç şu:
Karayılan eleştiriden hoşlan mıyor ve davasına “alaka” gösterenlerden koşulsuz biat istiyor. İhtimal ki, Hasan Cemal’in kitabından da hoşlanmamıştır.
Karayılan’da (ve tabii kimi BDP’li yöneticilerde) yeni trend şu:
Liberaller işimize karışmasın, bize akıl öğretmesin.
Nitekim, aynı Karayılan, yine Ahmet Altan’a yolladığı “mesajda”, bugüne kadar Kürt meselesinin yükünü taşımış (ve bu meseleyi gündemde tutmuş) “liberallere” üstü kapalı gözdağı veriyor, “işimize karışmayın, yoksa sizi de düşman sayarız” demeye getiriyordu. Bununla birlikte, Türk medyasında başka değerli yazarların bulunduğunu müjdeliyordu...
Peki, kimlerdi bu “başka değerli yazarlar?”
Bazı internet siteleri, remil atar gibi, Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Ahmet Altan, Ali Bayramoğlu isimlerini zikrettiler ama Karayılan (ve önderlik makamı) bu isimleri sevmiyor artık.
Çünkü liberaller sadece devleti değil, “örgüt”ün şiddet politikalarını da eleştiriyor...
Bu yüzden, gözden düştüler. Yerlerine, “başka değerli yazarlar” ikame olundu.
İsim istemeyin benden...
PKK’nın baskıcı, otoriter, Stalinist uygulamalarını hiç görmeyen, buna mukabil içinde bulunduğumuz çözümsüzlüğü “AK Parti’nin açılım politikalarına” yükleyen kimlerse, onlar...
Biri Hudson Enstitüsü’nde, darbe toplantısında görülmüştü hani...
Biri BDP’nin seçim otobüsünde zafer işareti yaparken yakalanmıştı...
Biri de şu sıralarda Balyoz davasını itibarsızlaştırmak için uğraşıyor...