Bu sözler, uluslararası hukuk ve güvelik alanlarında Türkiye’nin en yetkin isimlerinden biri olan Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın’a ait. Genelkurmay Başkanlığı’na danışmanlık yapan ve NATO hakkındaki çalışmalarıyla da tanınan Caşın, İsrail ile yaşanan gerginlik, Doğu Akdeniz'deki sondaj krizi, Filistin'in BM başvurusu ve Arap Baharı'nın bilinmeyenleri gibi, Ortadoğu'da yaşanan birçok gelişmeyi ve muhtemel senaryoları 'hurriyet.com.tr' için değerlendirdi.
“ARAP BAHARI 1991’DE BAŞLADI”
Ortadoğu’daki halk ayaklanmalarıyla başladık sohbete. Aslında bu konuda çok şey yazılıp çizildi, ancak bölgenin geçmişinin bugünkü halk hareketlerini nasıl şekillendirdiğine pek değinilmedi. Caşın’a göre bu, bakış açımızı daraltan bir eksiklik.
Bölgenin yakın tarihini bilmeden yapılan yorumların yetersiz kalacağına inanan Caşın, son olayları analiz edebilmek için Soğuk Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’nı iyi anlamak gerektiğini belirtiyor ve şu sözlerle devam ediyor:
“Arap Baharı denilen hadise bir siyasal değişimdir ve her siyasal değişim gibi tarih sürecine yayılmıştır. Başlangıcıysa Körfez Savaşı'na dayanır. ABD ve SSCB’nin iki kutuplu bir dünya düzeni oluşturduğu Soğuk Savaş döneminin Camp David anlaşmasıyla sona ermesi ve İran’da Humeyni Devrimi gibi kırılma noktalarından sonra süreç, Batı’nın İslamcı İran’a karşı Irak’ı desteklemesiyle devam etti. Bu iki ülke arasında sekiz yıl süren savaşın sonunda Irak’ın maddi kayıplarını telafi etmek için 1991’de Kuveyt’i işgal etmesiyle yeni dünya düzeni oluştu. Kuveyt işgali neden gösterilerek de Irak’a girildi.”
Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın
“YÜZ SENE BİLE SÜREBİLİR”
Arap Baharı’nın miladınının 1991 yılı olduğunu ifade eden Caşın’a göre, ABD o dönemde, özellikle İslam Devrimi etkisiyle İran, Irak, Libya ve Suriye’yi düşman devlet ilan etti. Bugün baktığımızda, Arap Baharı’nın da bu ülkelerde tomurcuklandığını görüyoruz. Irak çoktan devre dışı bırakıldı. Libya’da Kaddafi devrildi. Suriye üzerinde baskılar sürüyor.
Caşın, bundan sonra neler olacağı sorusunun yanıtının uzun zamana yayılacağını, belki de sürecin tamamlanmasının 100 seneyi bulacağını dile getiriyor.
Irak’ta zor kullanılmıştı, şimdiyse halklar harekete geçiriliyor. Bu taktik değişikliğine de dikkati çekiyor Caşın:
“1991 ile arada önemli bir fark var. O tarihte gerek Baba Bush gerekse Oğul Bush, bölgedeki rejimleri değiştirmenin ve demokratikleştirmenin askeri kuvvet yoluyla olacağını düşünüyordu. Ancak, Başkan Obama yönetimi “neo-liberalism” (yeni liberalizm) ve “neo-interventionism” (yeni müdahalecilik) yöntemlerini kullanıyor. İçerideki halkı harekete geçirmek suretiyle, onlarla işbirliği yapıp, savaşlarında yardım etmektir bu yöntem.”
“DEVRİMCİ MUHALİFLERİ ABD EĞİTMİŞ OLABİLİR”
Caşın, ABD’nin işin içindeki parmağına rağmen, bunların birer devrim olduğunu belirtmeden geçmiyor. Sadece sosyal medya ile bir halkın harekete geçirilemeyeceğini, halkın da içinde bir isyan ve öfke olduğunu söylüyor.
Tam bu noktada soruyoruz: “Latin Amerika’daki sosyalizmle yönetilen ülkelerde rejim, yine bu ülkelerin vatandaşları arasından seçilip neoliberalizmin beşiği olan Chicago okulunda yetiştirilen gençler tarafından değiştirilmişti. Benzer bir uygulama Arap Baharı ülkelerinde de ABD tarafından uygulanmış olamaz mı?”
Profesör Caşın’ın bu soruya cevabı gerçekten dikkate değer: “Evet, bu da gayet olanaklı bir senaryo. ABD, bu ülkelerdeki rejim muhaliflerini eğitmiş ve onlara kimi ödüller vermiş olabilir, hatta belki de kurulacak yönetimlerde bu kişiler söz sahibi olacaklar. Bu söylediğim, “neo-liberalism”, “neo-interventionism” dediğimiz yeni müdahalecilik doktrinidir ve bunun gerekleri de yapılmaktadır.”
“SIRADAKİ ÜLKELER CEZAYİR VE YEMEN”
Arap Baharı’nın başka ülkelere sirayet edip etmeyeceğine de değiniyor Caşın:
“Önümüzdeki Kurban Bayramı'nda sırada Suriye var tabii ki. Esad istese bile, çevresindeki muhafazakâr gruplar reformlara karşı çıkıyor. Şam elitinin bu karmaşık durumun altından kalkabileceğini sanmıyorum. O halde iki senaryo mümkün görünüyor. İlki, BM Güvenlik Konseyi’nin Libya’da olduğu gibi yaptırım kararı alması. Ancak bu karara Çin ve Rusya karşı çıktı. Bu durumda ikinci seçenek olarak, BM kararı olmaksızın, “insani müdahale” kavramı kapsamında NATO ülkede askeri güç kullanabilir. Ben 2012’de Esad’ın bir siyasi lider olarak kalabileceğine inanmıyorum. Suriye’yi takiben Arap Baharı’ndan etkilenecek diğer ülkelerse Cezayir ve Yemen olabilir.”
“TÜRK ORDUSU ASLA SURİYE’YE GİRMEZ”
“Ya Suriye’de Esad yönetimi bırakmazsa, Türk ordusunun bu ülkeye girmesi söz konusu olur mu?” sorusunu yönelttiğimiz Caşın, net bir yanıt veriyor:
“Türkiye ordusunun politikasında işgal yoktur. Bir devletin topraklarına girmek, egemen bir toplumun toprak bütünlüğünü ihlal etmektir. Böyle bir ihlali gerçekleştirirsek Türkiye’nin önüne Kürt sorununu koyarlar. 'Onlara da egemenlik verin devletlerini kursunlar' diyenler olur. Aslında PKK’nın yapmak istediği de budur. Eylemlerini dağdan şehre indirip, bunlara 'Arap Baharı' havası verip, NATO dâhil olmak üzere uluslararası toplumun Türkiye’ye karşı kuvvet kullanmasını sağlamak istiyorlar. Türkiye asla bu tür tuzaklara düşmez.”
“İSRAİL YENİ BİR HARBE HAZIRLANIYOR”
Ortadoğu’daki “bahar”ı geçip İsrail’le ilgili gelişmelere geçiyoruz. Caşın, İsrail’in Mısır ile arasındaki gerginliğin yeni bir Arap-İsrail Savaşı'na sebebiyet verebileceğini düşünüyor ve iddialı açıklamalarda bulunuyor:
“İsrail’in ‘bekle gör’ politikasıyla yeni bir harbe hazırlandığını söyleyebilirim. Burada asıl belirleyici İran’ın statüsüdür. Suriye’nin Ortadoğu denklemini değiştirecek çok fazla gücü yok, ama Mısır ve İran çok farklı. Dikkat ederseniz, Obama yönetimi 150 milyar dolarlık silahı Araplara sattı. Bu, 1991’den beri yapılan en büyük silah satışıdır. Bu silahlar, özellikle İran’da yer altındaki laboratuvarları vurabilecek “penetration bomb” dediğimiz bombalardır. Aynı bombalardan İsrail Hava Kuvvetleri'ne de verildi. Tüm bunlar demek oluyor ki hem Doğu Akdeniz’de ve Suveyş Kanalı civarında, hem de Basra Körfezi’nde bir çatışma yaşanacaktır. Araplar belki de İran’a karşı harekât yapacaktır. Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Bahreyn ve Irak’taki ABD kuvvetlerinin İran’a savaş açacağını öngörüyorum.”
“LİBYA HAREKÂTI ÇİN’E KARŞI YAPILDI”
Caşın, böyle bir durumda İran’a ne Çin’in ne de Rusya’nın yardım edeceğini düşünüyor ve yeri gelmişken, Libya harekâtıyla ilgili çarpıcı bir tespitte bulunuyor:
“Libya harekâtı bir yönüyle Çin’e karşıdır. Harekâttan sonra Çin, 50 bin işçi çekti bu ülkeden. ABD aslında Kuzey Afrika ve Asya'da, petrol ve gaz kaynaklarıyla ilgili olarak Müslümanlardan değil Çin’den korkuyor. Bu harekâtın, Çin’i Libya’dan uzaklaştırmayı da amaçlayan çok boyutlu bir operasyon olduğunu söyleyebilirim. Askeri stratejik yönleriyle 2025’e dayanan ve Afganistan harekâtıyla paralel bir hareket olduğu görülüyor.”
“FİLİSTİN ANCAK ÖZEL STATÜ ELDE EDER”
İsrail deyince Filistin geliyor akla. BM sürecinin nasıl sonuçlanacağına dair fikrini sorduğumuz Caşın’dan iyimser bir yanıt alamıyoruz:
“Filistin’in devlet olma süreci oldukça uzun sürecektir. Başvurunun Genel Kurul’da kabulü bile şu an için zor görünüyor. Bu işin sonunda belki BM’de Filistin’e özel bir statü verilebilir, ama hâlihazırda egemen bir devlet olması şimdilik mümkün değil. Tabii, Filistin de, başvurusu kabul edilmezse yine intihar saldırılarına başlayacaktır.”
“İSRAİL İLE İLİŞKİLERİMİZ DAHA 10 YIL DÜZELMEZ”
Caşın, İsrail’in, Doğu Akdeniz’de varlık göstermesi, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan ile işbirliğine girerek Rumların sondaj çalışmalarını desteklemesi hakkında da görüşlerini paylaşıyor bizimle. Türkiye ile İsrail’in sıcak bir çatışmaya girmesinin asla bu iki ülke arasında kalmayacağını savunan Profesör, Arap ülkelerinin de İsrail’e saldırabileceğini, durumun çok ciddileşebileceğini belirtiyor ve ekliyor:
“Türkiye bu bölgede hem İsrail ile hem ABD ile çatışacak askeri güce sahip değil. Ordumuzun silahlarının Amerikan malı olduğu düşünüldüğünde, ABD müttefiki İsrail’e vurmak bizim aleyhimize olur. Ancak, Türkiye’nin İsrail ile olan askeri anlaşmaları askıya alması, diplomatik heyetin sınır dışı edilmesi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de gerekirse askeri güç kullanabileceğinin açıklanması çok ciddi tepkilerdir. Buradan, iki ülke arasında önümüzde 10 yıl içerisinde bir gerginlik yaşanacağı öngörülebilir.”
Gerginlik deyince hemen sıcak savaşı düşünmemek gerektiğinin de altını çiziyor Caşın:
“Gerginlik illa ki devletler arasında savaş anlamına gelmez. Çatışma yönetiminin üç aşaması vardır. İlkini diplomatik süreç oluşturur. Örneğin, BM raporu bu sürece dâhildir. Bizim konuyu Uluslararası Adalet Mahkemesi’ne götürmemiz ikinci aşamadır. Buradan da Türkiye olumlu bir sonuç elde edemez ve İsrail de tutum değiştirmezse, üçüncü aşama olarak savaş kaçınılmazdır.”
“RUMLAR PLAN YAPMAYA 2002’DE BAŞLADI”
Konu siyasi gerginlikten açılmışken, hemen son dönemin sıcak konularından “sondaj krizini” soruyoruz. Caşın bu krizin yeni olmadığını vurguluyor ve açıklıyor:
“Bu kriz, aslında büyük bir sorunun sadece bir parçasıdır ve ‘Akdeniz yetki alanları uyuşmazlığı’ olarak tanımlanır. Türkiye açısından hayati bir uyuşmazlıktır. Görünürde Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, KKTC, İsrail ve Türkiye’nin yanı sıra Mısır, Suriye, Filistin, Lübnan gibi devletler, NATO, AB gibi örgütler, dışarıdan da ABD, Rusya, İngiltere’nin de katıldığı son derece karmaşık bir tabloyla karşı karşıyayız. Ayrıca, Rumlar bugünkü planları yapmaya 2002’de başladı, 2007’de 13 petrol sahası ilan edildi. Bu sahaların ruhsatına sahip olduklarını öne sürerek, Lübnan, Mısır ve İsrail ile anlaşmalar yaptılar. Ne ABD ne de Avrupa ülkeleri Doğu Akdeniz’de bir savaş olmasını tercih etmez, çünkü böyle bir durumda enerji yolları kapanır, gemiler buradan petrol taşıyamaz olur ve bu ülkeler enerjisiz kalır.”
“KRİZE NEDEN OLAN REZERVLER BELKİ DE YOK”
Caşın, “Rumların amacı nedir, bu süreçten neler eldebilir?” sorusuna da şöyle yanıt veriyor:
“Rumlar, Türkiye’nin AB’ye girmesini sabote etmek istiyorlar. Ayrıca, NATO’ya girip Türkiye’yi burada da sıkıştırmak amacını güdüyorlar. Ayrıca, Yunanistan ve Rum kesiminin içinde bulunduğu ekonomik darboğazı düşünürsek, sondaj kriziyle iç siyaset gündemini de değiştiriyorlar. Rum Yönetimi, uluslararası hukuka aykırı davranmaya ve adanın tek hâkimi gibi uygulamalar yapmaya devam ederse, Türkiye de geçmişte olduğu gibi ciddi yaptırımlarda bulunur.”
Uğruna tüm bu fırtınanın koparıldığı rezervlerin var olduğuna dair kesin bir delilin bulunmadığını belirten Caşın, Türkiye’nin, Rumlara cevaben Doğu Akdeniz sularına Piri Reis’i yollamasının ise ‘Biz size burayı yar etmeyiz’ mesajını taşıdığını düşünüyor.
Sebla Kutsal / Hürriyet