Son yıllarda Akparti iktidarının benimsediği "komşu ülkelerle sıfır problem" politikasını bir muhalif eleştirirken şöyle dedi "...sıfır problem diye yola çıktılar, herkesle çatışıyorlar, elde var sıfır".
Muhalif "elde var sıfır" diyor ama bu işten anlayanlar ve tarafsız konuşabilenler, takip edilen politikanın isabetli olduğunu ve başta Türkiye'nin uluslar arası itibar ve etkinliğinin artması olmak üzere birçok fayda elde edildiğini söylüyorlar.
Sıfır problem politikası iki türlü yürütülebilir:
1. İsteyene istediğini verirsin, etliye sütlüye karışmazsın, milli menfaatler ve ümmetin, insanlığın genel menfaatleri/hakları çiğnenir sesini çıkarmazsın, kimse sana bir şey demez, hatta taktik olarak övgü yağdırırlar, ama sonra sıra sana gelir ve ülkeni bile elinden alırlar. (Mesela İsrail fırsat ve imkan bulduğunda Fırat'tan Nil'e kadar uzanan büyük İsrail devletini kuracağını açıkça söylüyor, okul kitaplarında, müzelerin girişlerinde ilan ediyor. Fırat'ın bizim ülkemizde olduğunu herhalde bilmeyen yoktur.)
2. Hem milli çıkarınızı, hem de genel olarak insan hak ve hürriyetlerini koruyarak, ihtilaf ve çatışmaları "adil ve kalıcı barış"larla halletmeye çalışarak komşularınızla ihtilaflarınızı asgariye indirir, birçoğunu da çözersiniz.
İktidarın yapmak istediği budur ve bunu yaparken bazen gerginlik, hatta çatışma kaçınılmaz hale gelebilir. Vaktiyle Kardak, Kıbrıs meselelerinde sokaklarda bayrak taşıyarak savaş çığlığı atanlar, bugünkü iktidar "hak, adalet ve barış" deyince "elde var sıfır" diye içten sevinirlerse çok çirkin bir iki yüzlülük ve çelişki gerçekleşmiş olur.
Elbette çatışma ve savaş en sonda olmalı, bundan mümkün olduğunca kaçınılmalıdır. Allah korusun bugün ülkemizin gireceği bir savaş birçok kazanımın kaybına sebep olacaktır. Ama savaş hiç olmayacaksa askerlik ve ordu niçin var?
Başbakan'ın Birleşmiş Milletler'de yaptığı konuşma, Osmanlı çocuklarının şanına yakışan bir konuşmaydı.
Dışişleri Bakanımızın şu sözleri de "elde sıfır"cılara bir ders niteliği taşıyor:
"Uluslararası barış girişimleri, arabuluculuk, medeniyetler ittifakı bizim savunduğumuz değerlerin uluslararası platforma yansımasıdır. Mesela sondaj çalışmasında olduğu gibi Türkiye'nin verdiği tepki, yakın çevremizdeki uluslararası sorunlarla ilgili bu değerlerle gerçeklikler arasında bir denge kurma çabasıdır. Bir vesile ile zikrettiğim husus var; devlet olmak kudret ve şefkat eline aynı anda sahip olmaktır. O devlettir ki kendi halkının çıkarlarını, geleceğini, insanlığın geleceği, bölgenin istikrarı için kimi zaman kudretini göstermek durumundadır, kimi zaman da şefkatini. Acziyet içeren bir şefkat olmayacağı gibi şefkat içermeyen bir kudret bir kaba güç haline dönüşür. Bizim savunduğumuz değerler açıktır. Bu değerler, insan hakları, demokrasi, özgürlük, istikrar ve barıştır."
Bir bu sözlere bakın, bir de –sözde İslam ülkesi devleti olan Pakistan'ın İçişleri Bakanı Rahman Malik'in, yıllardır Çin'in zulmüne maruz kalan, vatanları ellerinden alınmış bulunan Doğu Türkistanlı mücahidlerle ilgili şu sözüne bakın: "Onlara acımasız şekilde saldıracağız. Çin'in düşmanı herkes Pakistan'ın da düşmanıdır."
Eğer mesela Çin ile Pakistan arasında olduğu gibi sıfır problem böyle bir zulme destek vererek elde edilecekse, bunun İslam, insanlık ve ahlak ile müspet ilişkisinden söz edilemez.
* Yeni Şafak