Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Fisk 'Başkan Barack Netanyahu'yu yazdı

Robert Fisk bugünkü köşe yazısında Başkan Barack Netanyahu'yu yazdı: ''Haaretz bu haftaya “Başkan Barack Netanyahu” adını verdi bile. Dün Kudüs’te, belki diye düşündüm, Obama gerçekten de seçilmeyi istiyor: İsrail Parlementosu’na.''

14 Yıl Önce Güncellendi

2011-09-25 08:35:44

Fisk 'Başkan Barack Netanyahu'yu yazdı
İşte orada, tabii ki Via Dolorasa (Acılar Sokağı)* üstünde, kırmızı tişörtlü, sadece bir tutam sakalı olan ve sol kolunun altında seccade taşıyan orta yaşlı adamla konuşuyordum. Ve tabii ki Barack Obama’nın konuşması hakkında ne düşündüğünü sordum. Ne söyleyeceğini tahmin ettiğimi bilirmiş gibi sırıttı. “Ne bekliyordun” diye sordu. Doğru tahmin. Ne de olsa ırkçı İsrailli Dışişleri Bakanı konuşmayı iki eliyle de imzalayacağını söylerken, Haaretz bu haftaya “Başkan Barack Netanyahu” adını verdi bile. Dün Kudüs’te, belki diye düşündüm, Obama gerçekten de seçilmeyi istiyor: İsrail Parlementosu’na.

Fakat dün Kudüs sokaklarının asıl çarpıcı yanı, teslimiyet, bıkkın bir kabulleniş hissiydi. İsrail gazetelerinde kitlesel şiddete karşı uyarı yapıldı, fakat Mescid-i Aksa’ya, sabah namazına giden kalabalıklar seccadelerini Şam Kapısı dışındaki otoyola veya camiinin arkasındaki sokaklara serdi ve Obama hakkında konuşmaya hemen hemen hiç ilgi göstermediler. Belki Amerika’nın BM’de veto kullanması onlarda coşku uyandırır, ancak kuşkuluyum.

Bu biraz Ebu Garip işkence fotoğraflarından sonra Amerikalıların, Iraklıları öfkelendirmekten korkarak yayınlanacak fotoğrafların sayısına kısıtlama getirdiği zamanı hatırlatıyor. Fakat ben o gün Bağdat’taydım ve kimse özellikle öfkesini dışa vurmadı. Ne bekliyordum? Iraklılar zaten Ebu Garip hakkında her şeyi biliyorlardı: Orada işkence gören onlardı. Dün Kudüs’te de öyle. Filistinliler 44 yıldır Amerika’nın, dünyanın en uzun işgali olan İsrail işgalini eleştirmeden kabullenişini izliyorlar. Her şeyden haberleri vardı. İşkence fotoğraflarından ve Obama’nın iki yüzlülüğünden dehşete kapılan yalnız biz, Batılılarız.

***

Filistinliler sabah namazlarında bile İsrail yönetimini kabullendiler. 50 yaşın altındaki hiç kimseye Mescid-i Aksa meydanında ibadet etme izni verilmiyor. Giremeyenler bu sebeple seccadelerini asfalt ve kaldırım taşları üzerine seriyorlar; aslında yasaklı kutsal meydanı trafik adaları ve kaldırımlara doğru genişletiyorlar. İsrail sınır muhafızları ve polis bile bunu rutin bir mesele olarak ele alıyor. Durumda bir, tabir-i caizse, normallik vardı; anayoldaki barikatta genç bir adam biraz bağırıp çağırdı ve çoğu İsrailli omuz silkti. İşlemleri büyük, yorgun gözlerle izleyen birkaç bakımlı at bile bulunuyordu.

Demir bariyerde, polis şefi basın kartımı sormaya bile tenezzül etmedi; sadece hızla başını salladı ve bariyeri kenara çekti. Televizyon ekipleri görev bilinciyle, saldırı tüfeği ve cop taşıyan İsraillileri çektiler. Ve Acı ama Gerçek Departmanına inanan biri olarak şunu eklemeliyim: Şu anda diğer Ortadoğu ülkelerinde silahlı polislerin kameralara bu kadar kayıtsız kalacağından şüpheliyim. Söylemeye lüzum yok, Batı Şeria’daki daha saldırgan İsrail yerleşimcileri kameraya alınmaya pek de istekli değiller. Filistinlilere saldırırken yüzlerini eşarpla örtmeleri bundan. Ve Nablus’tan 30 mil uzaktaki Kusra’da bulunan caminin duvarını İbranice “Muhammed bir domuz” yazarak kirletmeleri, Arap-İsrail ilişkilerini düzeltmeyecekti. Filistinliler “bir domuz” kısmının üstünü boyadılar fakat doğal olarak Peygamber’in ismine dokunmadılar. El Halil’deki Yahudi kolonisinin duvarında da aynı şeyleri görebilirsiniz.

***

Fakat yine de, onu gören her Filistinli veya İsrailli’nin gözünü bozması gereken, bu yerin siyaseti üzerinde korkunç ve nefret uyandıran bir yara olan ve Kudüs’ün üstündeki manzarayı boydan boya çizen dev İsrail duvarı gibi, olay kendi normalliğini kazandı. Tuhaf biçimde biz Batılılar bundan bahsetmeyi kesmiş gibi görünüyoruz; belki de bu yüzden ona duvar yerine “güvenlik bariyeri” diyor, Obama’dan alıntı yapmak gerekirse onu “taraflar arasında” çözülmesi gereken bir problem olarak görüyoruz. Ve dün bunu gayet iyi gösteren küçük bir olay oldu.

Siyahlar içinde Filistinli bir kadın elinde iki büyük, boş koli ile merdivenlerden aksayarak indiğinde, Mescid-i Aksa’da namaz sona ermişti, polis eve gitmeye hazırdı ve esnaf tezgahlarını tekrar açıyordu. Bunlar, kadının üzerinde yıldızlarla süslenmiş bir takım adi çocuk giysileri ve plastik ayakkabı düzenlemeye başladığı masanın “ayaklarıydı”.

Fakat bir asker kadına, kutuları sokağın yaklaşık bir metre daha aşağısına kaydırmasını söyledi. Bir nedeni yoktu; sanırım, sıkılmıştı ve biraz eğlence istiyordu. Fakat yaşlı kadın Arapça “Her şey bitti” diye bağırmaya başladı. Sanırım Filistinliler veya belki de İsrailliler için “Her şeyin bittiğini” söylemeye çalışıyordu. Fakat asker güldü ve kadının sözlerini Arapça tekrarladı. “Evet, her şey bitti” dedi ve kimbilir, belki de sabah namazından bahsediyordu.

Ve asker kadına sataşmaya, kolileri tekmelemeye devam ederken, Via Dolorasa’nın arka sokağından bir grup turist çıkageldi. Kadın feryat ediyordu ve açık renk saçlı, mavi gözlü, Almanca konuşan turistler ne olduğunun gayet farkındalardı.

Gözleri yolun kenarına, kadının bağırdığı ve askerin hala kutuları tekmelediği yere kaydı fakat başları hareket etmedi. Sanki bu korkunç sahne Kudüs yaşamının normal bir parçasıymış gibi, yüzleri ileriye dönüktü. Direk olarak kadına veya askere bakmadılar. Kesinlikle müdahale etmediler. Ve işte böylece diğer tarafa geçtiler.

* Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeden önce sırtında haçıyla yürüdüğü, Hristiyanlar için kutsal sokak.

Haber Ara