Alevi açılımı ne durumda?
Öncesi bir yana, 2009 yılında hükümetin düzenlemiş olduğu ve yaklaşık 2 yıl içerisinde 7 kez yapılan Alevi çalıştayları serisi, geçtiğimiz mart ayında açıklanan, Necdet Subaşı'nın hazırlamış olduğu 'nihai rapor' ile sonuçlandırılmış gibi görünmektedir.
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-09-25 12:44:31
Bilindiği gibi değişik tarihlerde yapılan bu çalıştaylara Alevi kurumlarının yanı sıra çok sayıda Diyanet yetkilisi ile konuyla ilgili gazeteciler, yazarlar, akademisyenler katılmıştı. İlkine ve sonuncusuna benim de katıldığım oturumlarda, katılımcılar konuyla ilgili görüş ve değerlendirmelerini paylaşmış, çözüme yönelik önerilerini ortaya koymuşlardı.
"Nihai rapor"da da sıkça vurgulandığı üzere çalıştaylar ile birlikte gündemleşen "Alevi açılımı", Aleviler başta gelmek üzere kamuoyunda çözüme yönelik ciddi bir umut ve beklentinin ortaya çıkmasını hazırlamıştı. Çalıştayları koordine eden dönemin Devlet Bakanı Faruk Çelik, her vesileyle başlattıkları sürecin samimiyetine vurgu yapmış, herhangi bir "siyasî hesap" içerisinde olmadan çözüme odaklı bir gayret içerisinde olduklarını belirtmişti.
Ne var ki gelinen aşamada "açılım", 2 Temmuz 1993'te "derin" güçler tarafından tezgâhlandığı artık çok iyi bilinen korkunç katliamın yaşandığı Sivas Madımak Oteli'nin nihayet kamulaştırılması ve din kültürü ve ahlak bilgisi derslerine, yeni eğitim döneminden itibaren geçerli olmak üzere Alevilerle ilgili bazı konuların eklenmesinin ötesine gitmedi. Açıklanan "nihai rapor" da, zaten var olan durumu belgeleyen bir nitelik ve içerik taşımaktadır. Bu yönüyle raporda, açılımın ne şekilde sürdürülmesi gerektiğine ilişkin olarak somut önerilere yer vermekten çok, bu öneri ve taleplerin adeta "neden" olamayacağı üzerinde görüş ve değerlendirmelere yer verilmesi dikkat çekicidir.
Atılan adımlar anlamlıdır, özellikle ilk defa devletin Alevilerin taleplerini dinlemeye ihtiyaç duyması, başlı başına tarihî bir anlam ve önem ifade etmektedir.
Ne var ki, kamulaştırılan Madımak Oteli'ne "ne" yapılacağı dahi henüz belirsizdir. Ders kitaplarına eklenen Alevilikle ilgili bölümler de tartışmalıdır. Dahası, bu adımların sorunun çözümü açısından yeterli olmaktan uzak olduğu, hemen herkesin ortak görüşüdür. Bu anlamda "açılım"ın gelinen noktayla sınırlı kalması, sorunun içten içe büyüyen, ağırlaşan önemini ortadan kaldırmış olmadığı gibi, sorunun çözümünden ziyade çözümsüzlüğü üzerinden siyaset yapmakla ilgili olan kesimlerin de "biz demedik mi" dercesine hareketlenmelerine olanak tanımıştır.
YENİ ANAYASA TARİHÎ BİR FIRSAT Sıcak ve acı veren bir gündem konusu olarak Kürt sorununun gölgesinde kalsa da, Alevi sorunu, Türkiye'nin normalleşmesinin, sağlıklı ve işleyen bir demokrasi düzeyine ulaşabilmesinin temel alanlarından birini oluşturmaktadır. Geçmişten bugüne "derin" senaryo ve kirli konseptlerin konusu olarak görüldüğü artık hiç kimse açısından bir "sır" olmasa gerektir. Siyasî parti ve iktidarlar da meselenin anlam ve önemine uygun bir sorumlu anlayışla hareket etmekten çok, istismarcı bir politika gütmenin ötesine gitmemekle sorunun ağırlaşarak günümüze değin gelmesinde sorumluluk sahibi olmuşlardır.
Hükümetin "açılım" politikası meselenin bütün boyutlarıyla görünür kılınmasına büyük katkı sağlamıştır. Ancak artık kimsenin "yokmuş" gibi davranamayacağı bu sorunla ilgili, Meclis'te grubu bulunan partiler başta olmak üzere kimin ne tür bir yaklaşımın sahibi olduğunu bilememek gibi tuhaf bir durum yaşamaktayız. Oysa 12 Haziran seçimleriyle birlikte ortaya çıkan Meclis bileşiminin objektif olarak bir tür "kurucu meclis" misyonu taşıdığı, hemen herkesin ortak kanaatidir. Nitekim 1 Ekim'de açılacak olan Meclis'in en önemli çalışma gündemi "yeni anayasa" çalışmaları olacaktır. Tam da bu noktada, yeni anayasanın, genel olarak olduğu gibi Alevi istemlerinin karşılanması yönünde de büyük ve tarihî bir fırsat oluşturduğunu vurgulamak gerekir.
Öte yandan meselenin devletin bazı adımlar atmasıyla çözüleceği şeklinde bir yaklaşımın yüzeysel ve yanılgılı olduğu, altı çizilmesi gereken bir gerçektir. Alevi meselesi, toplumsal boyutları da bulunan bir "yüzleşme" meselesidir. Uzun bir tarihî evveliyatı vardır. İnanç ve ibadet ile ilgili boyutları vardır. Siyasallaştırılmış ve değişik çevrelerin istismarına uğramış, ağırlaştırılmış, adeta tanınmaz hale getirilmiştir. Toplumsal bütünlüğümüz içerisinde büyük ölçüde dışarıdan empoze edilmiş karşılıklı önyargıların, endişelerin, tedirginliklerin, kaygıların konusudur. "Hepimiz kardeşiz" türü kulağa hoş gelen, ama içi doldurulamayan söylemlerle meselenin içerdiği bu karmaşık "yüzleşme" konularına layıkıyla karşılık vermiş olmuyor, aksine bilerek veya bilmeyerek bundan kaçınmış oluyoruz...
Hükümetin açılımı sürdüreceğine ya da ne şekilde sürdüreceğine yönelik ciddi, somut herhangi bir emare olmaması, sivil toplumun da sadece "bekleyen" ve meselenin siyasetini güdenleri "izleyen" bir tutum içerisinde olmasını elbette ki gerektirmez. "Beklemek" ve "izlemek" tavrı, açık yüreklilikle vurgulamak gerekir ki, sorunu potansiyel bir "kutuplaşma", dahası, geçmişte benzerlerini çokça gördüğümüz üzere "kriz", "kaos" konusu olarak görenlerden, görmek isteyenlerden başka hiç kimsenin hoşnut olacağı bir tutum değildir. Oysa, gerçek bir toplumsal barış ciddiyet ve sorumluluğuyla meseleyi "kendi meselemiz" olarak görmek, bizi "biz" olmaktan çıkartan sorun ve engellerin üstesinden gelmeyi geleceğimize güvenle bakmak adına ortalıkta bırakamayacağımız bir sorumluluk olarak görmek durumundayız. Bu yönüyle Alevilerin meselesi aslında Sünnilerin, Sünnilerin sorun ve sıkıntıları aslında Alevilerin meselesi olmalıdır...
Yüzleşme Derneği'nin 28 Şubat "postmodern" darbesinin 14. yıldönümü dolayısıyla 27 Şubat 2011'de düzenlemiş olduğu "Aleviler ve Sünniler 28 Şubat Darbesiyle Yüzleşiyor" başlıklı etkinlik, kendi alanında bir "ilk" idi. Bu nedenle büyük ilgi gördü. Darbelerin hiç kimse için, hiçbir gerekçe ile "iyi" olamayacağı mesajı verildi. "Yeni anayasa" tartışmalarının gündemde olduğu ve açılımın gündemden düştüğü bugünlerde, Yüzleşme Derneği, konuyu gündeme taşıyacak bir etkinliğe hazırlanıyor. Yüzleşme Derneği'nin hazırlıklarını sürdürdüğü "Sivil Alevi Çalıştayı"nda, konunun ülkemizin normalleşmesi açısından öneminin bilincinde olan ilgili STK temsilcileri, gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, siyasileri sorumluluklarının gereğini yerine getirmeleri yönünde cesaretlendirecek görüş ve değerlendirmeleriyle anlamlı bir rol oynamış olacaklar...
Çünkü sorun bizimdir ve çözümünü de öncelikle kendimizde başlatmalıyız...
Zaman
SON VİDEO HABER
Haber Ara