Dolar

34,8959

Euro

36,5882

Altın

3.011,31

Bist

10.058,63

'Laiklik' tartışmasına Karaman Hoca da katıldı!

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 'Arap Baharı' turuyla başlayan İslam-laiklik-demokrasi tartışmalarına Prof. Hayrettin Karaman da katıldı. İşte Karaman'ın 'İslam ülkelerinde demokrasi ve laiklik' başlıklı yazısı:

14 Yıl Önce Güncellendi

2011-09-22 15:05:10

'Laiklik' tartışmasına Karaman Hoca da katıldı!
Hayrettin Karaman *

İslâm, bugüne kadar bilinen ve uygulanan siyasî sistemlerden birini isim vererek ve tanımlayarak öngörmemiş, emretmemiştir.

Ancak bu, her siyasî sistemin İslâm'a uygun düşeceği mânâsına da gelmez.

İslâm'ın ortaya koyduğu, iman edenleri bağladığı esaslar, kurallar, amaçlar siyasî sistemlerin de İslâm'a uygun ve meşrû olup olmadıklarını belirlemede yol göstericidir, belirleyicidir.

İslâmî siyaset sisteminin ve devletin yapısında, her biri Kur'ân'da defalarca zikredilen ve Kur'ânî anlamları da belli olan şu unsurlar vardır:

Tevhîd, itâat, hilâfet, bey'at, şûrâ, emir bi'l-ma'rûf nehiy ani'l-münker, velâyet, mülk, hüküm, adâlet, ehliyet ve emanet. Bunları ihtivâ eden sistemler İslâmîdir.

İslâm devleti veya İslâmî devletin terim olarak farkı oturmuş değildir, bunları ayrı mânâlarda kullanan kimselerin maksatlarını açıklamaları gerekir.

Nisbeten oturmuş olan iki terim, İslâm ülkesi devleti ile İslâm devleti veya İslâmî devlettir.

Bunlardan birincisi halkının çoğu Müslüman olan, Müslüman nüfusun hâkim bulunduğu devleti ifade etmektedir; böyle bir devletin İslâmî tanımlamasına uyması da, uymaması da vâkî olmaktadır.

İslâm devleti veya İslâmî devletten maksat ise devletin temel referansının İslâm olduğu bir yapıdır.

Eğer İslam ülkesi (halkının çoğu Müslüman olan bir ülke) kamusal alanı (herkese ait, herkesi bağlayan alanı) İslam'ın emir, yasak, tavsiye ve tercihlerine göre düzenliyorsa burada iki terim (İslam ülkesi ve İslâmî devlet) örtüşmüş olur.

Eğer demokrasi laiklik ilkesinden ayrılmayacaksa, devlet bütün dinler ve inançlar karşısında eşit mesafede olacaksa, herhangi bir din kuralı devletin düzenine kaynak olmayacaksa bu demokrasinin İslam ile bağdaşacağı hükmü/değerlendirmesi doğru olmaz.

Böyle bir devlet İslâmî olmamakla beraber Müslümanların problem çıkarmadan onun vatandaşı olabilmeleri ve farklı olanlarla birlikte yaşayabilmelerinin vazgeçilmez şartı, a) Gerektiğinde makul ölçülerde kayıpla da olsa islamî devleti kurma imkanının bulunmaması, b)"başkalarının hak ve özgürlüklerine, açık ve kesin olarak zarar vermediği sürece" inançların ve din hayatının özgür olmasıdır, kamusal ve özel alanlarda bireylerin dine uygun davranmalarının engellenmemesidir; Türkiye'nin böyle bir demokrasi anlayışı ve uygulamasına ihtiyacı vardır.

Aynı ihtiyacın diğer İslam ülkeleri için de var olduğu söylenemez. Bugün şeriatla yönetildiği iddia edilen, gerçekte ise şeriata aykırı saltanat ve dikta rejimleri ile yönetilen ülkelerde, adına demokrasi demek mümkün ise şöyle bir siyasi sisteme ihtiyaç vardır:

Yöneticiler mutlaka seçimle iktidara gelecek ve yine millet iradesi ile iktidardan düşeceklerdir. Halkın iradesi mümkün ise doğrudan, değil ise yine onların seçecekleri temsilcileri vasıtasıyla belirlenir. Halkın iradesi veya yöneticinin tasarrufları İslam'ın değişmez hükümleri ile çatışamaz; çatıştığı halde halkın iradesi egemen olursa o devlet "İslâmî" niteliğini yitirmiş olur.

Peki İslamî devlette farklı inanç ve din sahiplerinin durumları (hak ve özgürlükleri) nasıl olur?

Böyle bir devlette hiçbir kimse Müslüman olmaya zorlanmaz, gayr-i Müslimler kamil manada din özgürlüğünden yararlanırlar. Müslümanlar, herkese açık yerlerde İslam'a aykırı davranışlarda bulunamazlar.

Müslüman olmayanlar ise ancak kamu düzenine aykırılık, ülkenin bağımsızlık ve bütünlüğüne zarar verme gibi sebeplerle özgürlük kısıtlanmasına tâbi olurlar; böyle bir sebep bulunmadıkça İslam'a aykırı diye inanç ve davranışlarına müdahale edilemez.

Adına İslâmî dediğimiz bu devlet rejimi (buna "İslamî demokrasi", "teo-demokrasi" diyenler de oluyor) halen laik olmayan İslam ülkelerinde uygulansa, bu ülke halklarının çağdaşlaşmalarına, kalkınmalarına, dünyaya farklı bir medeniyet ve hayat tarzı örneği sunmalarına engel olmaz, aksine buna uygun bir zemin teşkil eder.

İslam ülkelerine demokrasi götürme bahanesiyle oraları işgal eden sömürgeci Batı'nın maksadı, meşru olmayan emellerine mani olan İslam'ı Müslümanların hayatlarından uzaklaştırmaktır.

İslam laiklikle bağdaşmaz, laik islamî devlet olmaz, ama islâmî demokratik devlet olabilir.

Bugün krallıklarla, askeri dikta rejimleriyle, sömürgecilerle işbirliği yapmış reislerle idare edilen İslam ülkelerinin yapacakları şey "islâmî demokrat ülke" olmayı gerçekleştirmektir.

İslâmî demokrat ülkede yöneticiler seçimle işbaşına gelir, seçenler veya onların belirlediği temsilcileri tarafından denetlenir, ehliyet ve liyakatlerini kaybettikleri, yoldan saptıkları sabit olunca işten el çektirilir ve yenileri seçilir. Temel meşruiyet kaynağı İslam'dır. Müslüman olmayanlar buna zorlanmazlar, insan olmaya bağlı hak ve özgürlüklerden -Müslümanlar gibi- yararlanırlar. Müslümanlar kamuya açık alanlarda ayıp ve günah olan fiillerde bulunamazlar, özel mekanlarında ne yaptıkları -topluma zararlı olmadıkça- araştırılmaz.

İslam ülkelerinde islâmî demokratik sisteme geçiş nasıl olacaktır?

Önce amaca uygun bir eğitimle fertlerin bilgili ve şuurlu birer mümin olmaları sağlanmalıdır.

İslâmî gruplar aralarında yapacakları danışmalar ve görüşmelerle, bütün gurupların ortak oldukları bir İslam anlayışını referans almada ittifak edeceklerdir. Belli bir grubun İslam anlayışında ısrar etmesi kaosa sebep olur.

Müslüman olmayanların endişelerini gidermek için onlarla da samimi danışmalar yapılmalı, hak ve hürriyetleri konusunda güvence verilmelidir.

Ülkede güçlü bir muhalefet varsa, geçiş teşebbüsü ülkenin varlık, bağımsızlık ve birliğini tehlikeye düşürecekse önce -geçici bir aşama olarak- yumuşak laiklikle demokrasiye geçiş yapılabilir. Bu uygulama laikliğin islâmî olmasına değil, zarurete dayanmaktadır.

Laikliğin İslam'a aykırı olduğu ve Müslümanlara ait -laik ve liberalist olmayan- bir demokrasinin mümkün olduğu konularında iki görüşü aktarmayı yararlı görüyorum.

Kendisi modernist İslamcı olan Prof. Fazlurrahman birinci konuda şöyle der:

"Müslümanların çağdaş dünyada var olabilmeleri için iki yol vardır; ya bütünüyle laik Batı'ya entegre olmak, yahut da İslâm'ı ve temel kaynakları yeni bir ictihad metodu (sistematik, tarihsel yorum usulü) ile yorumlayarak yeniden hayatın bütün alanlarına sokmak, böylece çağdaş dünyaya/insanlığa, laik/seküler olmayan, fakat İslâmî geleneğe değil, Kur'an'ın ahlakî ve sosyal amaçlarına uygun yeni kurum ve kurallara dayanan bir alternatif model sunmak. Ona göre tutulması gereken yol bu ikincisidir.

Gelenekçi ve muhafazakâr yaklaşım ve tutumlar ile bazı Müslüman modernistlerin "sükût, iki yüzlü idarecilik, geleneği kullanmak ve tedrîcî-seçmecilik" tavır ve yaklaşımlarının varacağı sonuç, İslâm dünyasında ve Müslüman hayatında giderek laisizmin ve sekülarizmin hakimiyet kurması olacaktır ("İslâmi Çağdaşlaşma", İslâmi Araştırmalar, s.314-320).

Fazlurrahman'ın yorum metoduna değil, laikliğin İslam'a zıt olduğu görüşüne katılıyorum.

S. P. Huntington, Türkçe'ye "Medeniyetler Çatışması" adıyla çevrilen kitabında (Ankara, 2001, s. 171,179) Türkiye'nin lider olma potansiyelinden, bunun için yenileşme modelini bir daha gözden geçirmesine ihtiyaç bulunduğundan söz ettikten sonra -ikinci konuda- şunları söylüyor:

"Türkiye, kültürel ve dini geleneklerini canlandırmanın ve İslam ve Osmanlı mirasının üzerine modern bir ekonominin ve demokratik bir siyasetin inşa edilebileceğini göstermenin zamanının geldiğini düşünebilir... İnanıyorum ki, Türkiye bu yüksek gayeye sahip çıkacaktır ve eğer İslamî bir anlayışla kalkınmayı ve demokrasiyi birleştiren bir model olabilirse bundan hem Türkiye hem de dünya faydalanacaktır... Bu onların Batılı liberal bir demokrasiyi kabul edecekleri anlamına gelmez. Onlar kendilerine has bir demokrasi şekline varacaklardır..."

* Yeni Şafak
SON VİDEO HABER

Annenin uyuşturucu isyanı: 'Oğlumu kurtarın, artık kafayı yedim!'

Haber Ara