Milli Eğitim tezatlarla dolu
Okul mevsimi başladı. Eğitim sistemi bugün tezatlarla dolu bir manzara arz ediyor.
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-09-21 08:55:59
Hâlâ kalabalık sınıfları olan, fırsat eşitliğini gerçekleştirememiş, kayıt parası alan, okulun giderlerini veliden karşılayan, yabancı dil öğretemeyen, anadil ve tarih şuuru veremeyen, süreklilik sahibi kurumlar üretemeyen, öğretmen seçimi ve atamasını planlayamayan, suç potansiyeli yüksek okullar yanında, astronomik ücretlerle çocuk okutan, bir yandan cehalete terk ettiği Avrupa'daki işçi çocukları yanında, bir yandan da sınırlarımızı aşan seçkin eğitim kurumlarını barındıran bir sistem bu. Eğitim sistemi sadece okullarla ve kısa vadeli günübirlik planlarla halledilemeyecek kadar vahim sorunlar barındırıyor.
Kökeni Haçlı seferlerine kadar giden Avrupa hümanizma hareketi ve ardından gelen Rönesans ve Reform'un birikimiyle, Aydınlanma'nın teknolojiyle transferi sayesinde gerçekleşen sanayileşme yepyeni bir hayat ve zihniyet dünyası yarattı. Böylece geleneksel zihniyet ve yaşantıdan farklı yepyeni bir devlet, toplumsal hayat, ekonomi, sosyal, kültürel tarz (life style) oluştu ki buna "modern" denildi. Modernizm meşruiyetini tesis için kendine özgü kurumlar ihdas etti ki bunların başında "modern eğitim sistemi" oluştu. Temel amaçları, bilginin kaynağı, öznesi, üretim tarzı, meşruiyeti ve aktarımı gibi konularda skolastizmden kökten ayrılan bu sistem modern devlet, ekonomi ve toplum hayatının en kuvvetli zamkı oldu. Böylece devletler 19. yy'dan itibaren eğitime o güne kadar görülmemiş ölçüde önem atfetti ve bütçe ayırdı.
Osmanlı-Türk modernleşmesi de startını Tanzimat'la aldı. "Batılılaşma" hengâmesiyle sarmal gelişen modernleşmenin istisnailiğinin en görünür alanlarından biri yenileşme dönemi eğitim sistemi oldu. III. Selim'le başlayan askerî eğitimin yenileşmesi II. Mahmut dönemi sonlarında sivil ve özgün örneklerini verdi. Osmanlı eğitim sisteminin modernleşme macerası sanıldığından çok daha karışık ve sancılıydı. Bugünün kronikleşmiş sorunlarına mehaz olacak uygulamalar o dönemlerde başladı.
Türkiye'de modern eğitim ilk sivil rüştiyelerin (1839) ve ardından eğitim fakültelerinin kökeni Darülmuallimîn'in açılmasıyla (1848) başladı. Aynı senelerde ilk modern yükseköğretim Darülfünûn'un açılması planlandı, 1851'de Avrupaî tarzda bilim akademisi Encümen-i Dâniş, 1862'de Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye ve ardından sultanîler, idadîler ve diğer modern mektepler açıldı ve II. Abdülhamid devrinde memleket sathına yayıldı. Özellikle "modern Müslüman orta sınıf" vücuda getirmek için yapılan eğitimsel gayretler meyvesini verdi ve Sultan Hamid dönemi okullarında yetişenler paradoksal biçimde önce Devlet-i Âliye'nin sonunu getirip, sonra da modern Türkiye Cumhuriyeti'nin kaderini tayin ettiler. Bütün bu sancılı yenileşme döneminde geleneksel eğitim sisteminin (medrese) zihniyet, kurum, araç ve personeli de varlığını sürdürdü ve böylece ikili bir yapı oluşarak farklı toplumsal kategoriler oluştu. Öyle ki, okumuş zümrelerin farklılığı doğal olmakla birlikte apayrı uzay ve zamanlarda yaşamaları son derece vahim neticeler doğurdu.
MODERN EĞİTİMİN PLANSIZ ALTYAPISI
Cumhuriyet döneminde kalkınma ve eğitim arasında doğrudan bir bağ kurularak okuma-yazmaya önem verildi ve bugün sorun (çok geç de olsa) büyük ölçüde çözüldü. Ancak eğitilmiş bireyden beklenen kendini ifade ve hayatın gerektirdiği bilgi ve beceri donanımını kazanması noktasında hayli başarısız bir tablo var. Daha önemlisi, temel vasfı milliyetçilik olan Cumhuriyet inkılâplarının sadık elçileri olan öğretmenler, ortada tanzim edilmiş özgün değerler sistemi olmadığından iyi, doğru ve güzel'in ayırdında olacak nesiller yetiştiremedi.
Ekmeleddin İhsanoğlu ve Emre Dölen'in Darülfünun Tarihi'nde görüldüğü gibi, bizde modern yükseköğretim esaslı bir ilmî, felsefî, sosyal, kültürel temele ve plana dayanmadan, tamamen deneme yanılma yoluyla, el yordamlarıyla başlatılmış ve geliştirilmiştir. Bugün Türkiye'nin üniversite sorunundaki en temel ilmî ve felsefî sorunların kökeni Darülfünun'un gelişim ve dönüşüm tarihindedir. Aynı durum ilk ve ortaöğretim ve öğretmen yetiştirme ve atama sorunları için söz konusudur.
A. Cevdet Paşa'yla temelleri sağlam atılan öğretmenlik müessesesinde ilk suistimaller 1860'larda alan dışından atamalarla başladı. Ardından plansızlık, kayırma, rüşvet, iktisadî dengesizlik, azınlık ve yabancı okul gibi sorunlar hızla büyüdü ve hiçbir zaman tam olarak çözülemedi. Ancak çözülmesi için proje üstüne proje, uygulama üstüne uygulama yapıldı. Yabancı öğretmen getirme, sözleşmeli personel çalıştırma, köy, kasaba ve şehirlere göre öğretmen yetiştirme, tam ve yarı yatılı okullar, maarif mıntıkaları, halk eğitim merkezleri, halkevleri, köy enstitüleri, mektupla öğretmen yetiştirme, kredili sistem ve daha neler neler.
Bu derme-çatmalığın ürünü olarak eğitim sistemi bugün, bireylere etkili bir şekilde kendini yazılı ve sözlü ifade kabiliyeti verememektedir. Demokrasi, insan hakları, kadın hakları, rekabet, girişimcilik, küreselleşme gibi çağdaş değerlerin içselleştirilmesinde başarılı sayılmaz. Çünkü Tanzimat'tan bugüne eğitimde sorun çözmek adına yapılanlar, niceliği artırmak, araç-gereç temin etmek ve günü kurtarmaktır.
ZİHNİ GELİŞİM VE DEĞİŞİM SAĞLANMALI
Erol Güngör'ün yıllar önce tespit ettiği eğitim sisteminin iki temel zaafı bütün çıplaklığıyla ortadadır. Bunlardan birincisi iktisadî olandır. Öğretim üyesi, öğretmen ve okulların ekonomik ihtiyaçları çözülmüş değildir. İkincisi ve daha önemlisi zihniyet meselesidir. Eğitim sisteminin bir öncelik ve önem listesi yoktur. Eğitimde neye niçin öncelik verileceğine dair bir plan yoktur. 1930'lardan itibaren kalkınmada öncelik herkesin okur-yazar olmasına indirgendi, öğrenci ön plana alındı. Bugün bilgi teknolojilerinin baş döndürücü gelişme hızına yetişme heyecanıyla öncelik araçlara veriliyor. Eğitim materyallerine yapılan yatırımla kalkınma ve birey eğitimi arasında bir bağ olmakla birlikte sanıldığı kadar güçlü ilişkinin olmadığı her eğitim bilimcinin malumudur. Eğitimde nitelik göz ardı edilerek mesafe almayı beklemek ancak seraba inanmaktır. Nitekim İlber Ortaylı'ya göre "Türkiye'nin son yüz elli yılında eğitim sistemi, teknisyen yetiştiren ama aydın yetiştirmeyen ve daha beteri kendini toplum mühendisliğine aday zanneden bazı okumuşlar yetiştiren bir mekanizmadır".
Aslında bütün sorunların kökeninde Türk eğitim sisteminin modernleşme sürecindeki bilimsel, felsefi altyapı zaafı vardır. Modernizmin temel vasfı, "bilimsel bilgi" ve "planlamaya" dayalı hayat ve gelecek öngörüsü bizde her zaman ıskalanmıştır. Eğitim sistemimizde özgün program, metot icat etmek, uygulamak ve ondan sonuç beklemek zahmet ve sabrına katlanılmadı ve bundan bilerek kaçılıyor. Belki de hepsinden önemlisi, eğitimde yenileşme döneminin başlamasından bu yana 160 yıldır "düzen" adına sürdürülen "ciddiyetsizliktir." Bu, eğitim sistemini yaz-boz tahtasına çevirmiş, doğruyu korumak bir yana, yanlışta bile ısrar etmeyen, önce yapılanı bozup sonra bozuk olanı da bozan bir sistem yaratmıştır.
Eğitim sistemi kaotik yapısını sürdürmeye devam ediyor. Modernleşen eğitim sistemi bütün aslî olanları değiştirdiği gibi, arizî olanları da önemsizleştiriyor. Herkes değişim manifestosunun efsunlanmış zebunu halinde. Türk eğitim sistemi bugün en önemli hedefinden yoksundur. 'Nasıl bir insan ve vatandaş?' sorusu, cevabını bekleyen koskoca bir müphemdir. Eğitimde asıl olan nicel artış, günübirlik çözümler ve popülist yaklaşımlar değil, kişilik ve kimlik sahibi kendini bilen insan yetiştirerek, zihnî gelişim ve değişim sağlamaktır. Bütün mesele, 21. yy eşiğinde maarifimiz, irfan ve marifetiyle çok yönlü, hoşgörülü ve vizyoner hedeflerini yakalayabilecek bir nesil yetiştirebilecek midir?
Zaman
SON VİDEO HABER
Haber Ara