Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Türkiye-İsrail geriliminin sorumlusu İsrail

Mavi Marmara olayında İsrail, samimi bir tavırla özür dileyebilirdi (ve dilemeliydi). Türkiye özrü kabul ettiğinde de her iki ülke, normal ilişkilerin yeniden tesisi için bir zemine sahip olurdu.

14 Yıl Önce Güncellendi

2011-09-20 07:16:28

Türkiye-İsrail geriliminin sorumlusu İsrail

Haziran 1967’de Leeds Üniversitesi’nde, Hukuk Fakültesi’nin yıl sonu sınavlarını veriyordum.

Ders çalışmakla sınavlar arasında da radyoma yapışıp Araplarla İsrail arasındaki ‘Altı Gün Savaşı’nda yaşanan son gelişmeleri dinliyordum. Leeds’te öğrenci lideriydim, daha yeni seçilmiştim öğrenci birliği başkanlığına ve solcuydum.

Çarpıcı olan şey, İsrail’e soldan, merkezden ve sağdan verilen desteğin kuvvetiydi; haberlerde saldıran taraf oldukları söylenen Mısır ve diğer Arap ülkelerine yönelikse küçümseme söz konusuydu. İsrail’in tarafını tutmanın ilave bir sebebi de bölgedeki neredeyse yegâne demokrasi olmasıydı; karşıtlarıysa büyük oranda otokrasilerdi.

İsrail’in kibri kendine zarar

Aradan geçen kırk yılı aşkın sürede işler nasıl da değişti... Şimdi en azından Atlantik’in bu tarafında İsrail giderek tecrit oluyor; ona verilen aktif ve yüksek sesli destek azalıyor. Bu hissiyat değişimini, son 32 yıldır üyesi olduğum Britanya Avam Kamarası’nda da görmek mümkün.

İsrail’in güvenlik içinde, egemen bir ülke olarak var olma hakkına sadece küçük ve toplumda hiçbir karşılığı olmayan bir azınlık karşı çıkıyor. Mesele bu değil.

İsrail’e ve müttefiklerine destek kaybettiren husus, İsrail’in kibri; uluslararası normları kaale almaması; ve liderlerinin devlet adamlığına yakışır, stratejik biçimde davranmak konusunda basiretsizliği. Aksine, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de söylediği gibi, İsrail artık ‘müttefikleri için bile yük’ konumunda.

İsrail’in negatif yaklaşımının ve dostlarını küstürmesinin en çarpıcı örneği, geçen yıl 30 Mayıs’ta Mavi Marmara’da dokuz Türk sivilin öldürülmesi sonrasında sergilediği tavır.

Hükümet etme sorumluluğu taşıyan insanlar olarak hepimiz bir ülkenin, hükümetin emirleriyle tehlikeli görevler üstlenen savunma gücü üyelerinin, bazen o anın harareti içinde, aşırı tepkiler verdiğini biliriz. Bu, olayda dahli olan görevlileri temize çıkarmaz, fakat hayatın bir gerçeğidir de.

Aşırı tepki bir başka ülkenin, hele hele müttefik bir ülkenin vatandaşlarının gayrimeşru biçimde öldürülmesini içeriyorsa, ortaya çıkan ihtilafla iştigal etmek akıl ve devlet adamlığı gerektirir.

Mavi Marmara olayında İsrail hükümeti özür dilemeliydi. Neticede, bildik tutumu ne yaparsa yapsın İsrail’i asla eleştirmemek olan ABD yönetiminin bile, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’dan özür dilemesini istediği söyleniyor. İsrail samimi bir tavırla, fakat kendisini küçük düşürmeyen veya utandırmayan bir tarzla özür dileyebilirdi (ve dilemeliydi). Bir kez özür dilendiğinde ve ardından özür Türkiye tarafından kabul edildiğinde, her iki ülke normal ilişkilerin yeniden tesisi için bir zemine sahip olurdu.

Bunun yerine ilişkiler giderek kötüleşti; ılıktan soğuğa döndü ve şimdi de Türk hükümetinin İsrail’in Ankara Büyükelçisi’ni sınırdışı etme ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin seviyesini düşürme kararıyla birlikte donma noktasına geldi. Bu durumdan dolayı İsrail, sadece kendisini suçlamalı.

Siyasi sistemin kabahati


Buna mukabil birçok yorumcu, miyop liderler ürettiğinden ve hükümetlerine içkin istikrarsızlıktan dolayı İsrail’in siyasi sistemini kabahatli buluyor.

Bu iddiada önemli bir gerçeklik payı var. Çok partili, heterojen bir toplumda, İsrail parlamentosu (Knesset) vekillerini seçmek için kullanılan nispi temsil sistemi, kopmuş ve aşırılıkçı partilerden müteşekkil bir kâbusa neden oluyor. Bu partiler, elde ettikleri azınlık gücüyle şantaja girişiyor.

Bununla birlikte ironik olan şu: İsrail halkının, hükümetin dış politikada tuttuğu yol konusunda aslında siyasi liderleriyle aynı fikirde olmadığına dair epey güçlü göstergeler var. Bu yıl başında İsrail’de düzenlenen bir ankette, dünya Filistin devletini tanıma eğilimi sergilerse, ülkelerinin ne yapması gerektiği sorusunun sorulduğu İsraillilerin yüzde 48’i, İsrail’in de tanıması gerektiği cevabını verdi.

Bundan da büyük bir oranı (yüzde 53), hatırı sayılır tavizler içeren diplomatik bir girişim başlatmak konusunda Netanyahu’nun arkasında olduğunu söyledi. Daha da önemlisi anket Tzipi Livni’nin, Filistin’le daha kuvvetli temas kurulmasını savunan Kadima partisinin, iktidardaki Likud partisinin önünde olduğunu ortaya koydu.

Ne yazık ki İsrail demokrasisinin tehditlerine özel anlayış gösterilmesini isterken benzer, fakat aksi yöndeki güçlerin bölgedeki (Türkiye dahil) diğer ülkeleri de nasıl tehdit ettiğini anlamakta, en hafif tabiriyle, yavaş davranıyor.

Buna dair örneklerden sadece birini vermek gerekirse: Geçenlerde Mısır’da yapılan bir anket, Mısırlıların yüzde 53’ünün ülkelerinin İsrail’le yaptığı barış anlaşmasının feshedilmesini desteklediğini gösterdi. Cumhurbaşkanı Gül’ün isabetli biçimde özetlediği gibi: “Demokrasi yükselişte... ve hiçbir demokratik ülke, kendi vatandaşlarının isteklerini ve hassasiyetlerini aşağılayarak onursuz bir politika takip edemez.

” Ortadoğu kamuoyunun isteği son derece net: Büyük ölçüde 1967 sınırlarına dayanan iki devletli bir çözüm. Uluslararası alanda da destek son derece güçlü: Bugün Britanya’nın yüzde 71’i, Fransa’nın yüzde 82’si ve Almanya’nın yüzde 86’sı Filistin devletini destekliyor.

Barış için risk

Gerçek bir liderin alameti farikası, barış adına riske girmeyi göze alması ve bir konsensüs oluşturmak için ortaklarla ve komşularla temasa geçmeye hazır olmasıdır. Barışa yönelik her girişime ket vurmaya çalışan ve sadece bölgedeki değil, kendi ülkesindeki daha geniş çaplı jeopolitik gelişmeleri tam manasıyla idrak edemeyen Netanyahu hükümeti tersi bir tutum sergiliyor.

Şükür ki Türkiye İsrail’den farklı olarak, bölge kamuoyunun yaygın biçimde desteklediği adımlar atarak, olumlu ve kucaklayıcı bir rol üstleniyor. Gerçekten de Türkiye’nin liderliği, Ortadoğu’da demokrasi, uzlaşma ve barışın serpilip gelişebilmesine ket vurmaz, aksine vesile olur ve İsrail de böylelikle uluslararası alanda tanınmış sınırlar dahilinde gerçek güvenlik ve istikrarı tatmaya başlayabilir. (Eski Britanya Dışişleri Bakanı (2001-06),

Radikal

Haber Ara