Haber Merkezi / TİMETURK
"Arap Baharı" turuna Mısır'dan başlayan ve daha sonra Tunus'a geçen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Mısır ve Tunus halkı tarafından coşkuyla karşılandı.
Erdoğan'ın tarihi "Arap Baharı" turu dünya kamuoyunda da büyük bir yankı uyandırdı.
Dünya basını bu tarihi ziyareti an be an takip ediyor. Ajanslar hummalı bir çalışma sonucunda ziyarete ilişkin haberleri ve fotoğrafları servis ediyorlar. Medya, Başbakan'ın ziyaretine ilişkin çeşitli yorumlar, analizler yapıyor.
Gazetelerin manşetleri Erdoğan'ın tarihi ziyaretiyle süslü.
Peki Türkiye'deki yazarlar Erdoğan'ın "Arap Baharı" turunu nasıl gördü ve değerlendirdi?
İşte ulusal gazetelerden çeşitli yazarların yorumlarını derlediğimiz haberimiz:
SEDAT LAÇİNER / STAR: Türkiye Arap Baharı’nın lideri
Ortadoğu, 1. Dünya Savaşı’nın ardından yapay müdahalelerle adeta yolundan saptırıldı, diğer bölgelerin aksine geçmişte bir yerlere hapsedildi. Arap Baharı bölgenin doğal seyrine kaldığı yerden devam etmesi anlamına geliyor.
Bölgenin normalleşmesi muhtemelen yıllarca sürecek. Türkiye bu dönüşümün ahlaki lideri ve esin kaynağı olmaya çalışıyor. Aslında son 7-8 yıldır bu önderliğin zemini hazırlanıyordu. Bölge ülkeleriyle geliştirilen iktisadi, kültürel ve diğer toplumsal ilişkiler hep bugünler içindi. Artan turizm, Arap televizyonlarında yayınlanan Türk dizileri, kalkan vizeler ve Türkiye’nin Filistin Davası’nı sahiplenmesi vs. bölgede siyasi değişimin, yani Arap Baharı’nın da zeminini oluşturdu.
Bu süreçteki tek sorun Arap liderlerinin değişememesiydi. Türkiye her defasında Arap liderleri demokratikleşme konusunda uyardı, fakat onlar bunu başaramadı. İsrail’in dili nasıl özür dilemeye dönmüyorsa, diktatörler de demokratikleşememe özrüne sahipler. Eğer İsrail ve diktatörler gönüllü olarak değişebilselerdi Türkiye söz konusu Baharı eski aktörlerle de bölgeye getirebilirdi. Fakat olmadı...
Başbakan Erdoğan’ın Mısır seferi ise Türkiye’nin değişim dalgalarının üzerinde adeta sörf yaptığını açıkça ortaya koyuyor. Tüm gözler Türkiye’nin üzerin-de. Fakat aşırı iyimserliğe kapılmamak gerek. Çünkü mutlu son daha çok enerji, ter ve hatta kan istiyor.
* * *
A.HAKAN COŞKUN / HÜRRİYET
Başbakan Erdoğan’ın Filistin duyarlılığını bayrak yapmasını...
Arap sokaklarında bir delifişek gibi esmesini...
İsrail’e haddini bildirmesini...
Mısır’a laiklik tavsiyesinde bulunmasını...
Tahrir Meydanı’nı avucunun içine almasını...
Liderliğinin sınırlarını alabildiğine genişletmesini...
Filistin halkıyla riyakârca olmayan bir ilişki kurabilmesini...
Heyecanla, takdirle, beğeniyle, gıptayla, alkışla, övgüyle takip ediyorum.
* * *
REHA MUHTAR / VATAN: Osmanlı bizim genlerimizde...
Tartışılmayacak bir gerçek var...
Arap ülkelerinin halklarının Tayyip Erdoğan posterleriyle ortalığı inlettiği bir fotoğraf göreceğimizi hiçbirimiz tahmin etmiyorduk...
“İran gibi bile olabilirdik” ancak, böyle bir görüntü olacağı aklımıza gelmezdi...
Osmanlı bizim genlerimizde...
600 yıllık imparatorluk, elbette bilinçaltımızda yaşıyor...
Fazla uzak değil bizim babalarımızın babası yani dedelerimiz Osmanlı’nın bir parçasıydılar...
Cumhuriyet bir günde ilan edildi elbet...
Ancak genlere kazınmış bilinçler, bir gecede ya da iki kuşakta tamamen yok olmuyorlar...
Derinlerde bir yerlerden, nedenini tam bilemediğimiz bir gurur yaşayanlarımız vardır elbet...
Böyle bir gururu ve içten içe böbürlenmeyi yaşamanın pek bir sakıncası yok...
Osmanlı’nın niye yıkıldığını ve tarumar olduğunu da unutmuyorsak, ortada bir mesele kalmıyor...
Genlerin orada hafıza kaybı yaşamaması gerekiyor...
O hafıza kaybı, yeni bir felaket anlamına geliyor çünkü...
* * *
DENİZ ÜLKE ARIBOĞAN / AKŞAM: Erdoğan devrimin kalbinde
Başarılı bir geziyle Erdoğan hem Türk politikasının bundan sonra ricat etmek zorunda kalacağını iddia edenlere hem İsrail'in son ataklarına meydan okumuş olacak. Kabul etmek gerekir ki Türkiye'nin Filistin sorununu doğrudan sahiplenmesini gerektirecek bir çıkarı olmadığı halde ortaya çıkan psikolojik atmosfer Erdoğan'ın bölgede liderlik boşluğunu doldurmasına fayda sağladı.
Türkiye'nin bölgedeki maddi ve manevi ağırlığı sadece birtakım üst düzey bağlantılara dayanmadığı, toplumsal faktörler içerdiği için demokratikleşmenin bölgede ülkemize yönelik ilgiyi arttırması beklenebilir. Muhtemeldir ki Türkiye halihazırda gerçekleşmekte olan dönüşüm sürecinde bölgeyle ilişkilerini her anlamda güçlendirecektir.
Bunu ifade ederken yakın zamana kadar çok yakın ilişkiler geliştirdiğimiz Suriye yönetimiyle ciddi sorunlar yaşandığı gerçeğini de ifade etmek gerekiyor. Üstelik hem bu konu, hem de İsrail gerginliğinin etkisiyle hak ettiğinden çok daha az gürültü çıkaran füze kalkanı meselesi sebebiyle İran'la ilişkilerimiz de oldukça gerilmiş görünüyor. Son zamanlarda her iki ülkenin Kuzey Irak'ta arka arkaya operasyonları ortak mı yoksa birbiriyle rekabet halinde mi tartışmalarını da bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor.
Gerçek şu ki Türkiye ile İran, Esad yönetiminin geleceği konusunda tam zıt pozisyonlar almış durumda. Haklı olarak Türkiye'nin komşularla sıfır sorun politikasının artık geçerliliği kalmadığı ifade edilmeye başlandı. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi Türkiye'nin bu noktada nasıl komşular istediğine ilişkin görüş bildirme zamanı gelmiş gibi gözüküyor. Tüm bölgede varolan düzenler yıkılıp, daha demokratik ve dünyaya açık rejimler tesis edilmesi hem bizim hem bölge halklarının önünde yeni ufuklar açıyor. Bunun içindir ki Erdoğan'ın bu gezisi Batı dünyasında da heyecan ve merak uyandırmış durumda.
Türkiye bölgede dönüşümü destekleyen güçler açısından kilit bir rolü alabilir gibi gözüküyor. Hem bölgenin dünyayla entegrasyonu, hem de İran etkisinin daha fazla Batı'ya yayılmasının önlenmesi Türkiye'nin liderliğiyle sağlanabilir. Erdoğan'ın tüm bu devrim başkentlerine ziyareti bundan dolayı sembolik bir anlama sahip. Bakalım Başbakan ne zaman Şam'ı ziyaret edecek?
* * *
GÜNERİ CİVAOĞLU / MİLLİYET: ‘Türkiye... Zoraki lider’
BAŞBAKAN Erdoğan’ın Kahire’de karşılanışı, dünya medyasının onu “İslam dünyasının lider adayı” tanımlayan yayınları bana analist George Friedman’ın Türkiye için 2040’a uzanan ışıklı yol haritasını hatırlattı.
GELECEK YÜZYIL/21.YÜZYIL İÇİN ÖNGÖRÜLER adlı kitabında “Türkiye’nin bölge lideri olacağı” öngörüsü yer almakta.
Dahası...
“Türkiye’nin -istemeyerek de olsa- egemenliğini geniş coğrafyaya taşıyacağı” vurgulanmakta.
Bazı satırlarını aynen yansıtıyorum:
21. yüzyılda ihtiyarlayan Avrupa, bugün elinin tersiyle ittiği Türkiye’nin genç nüfusunu çekmek için “promosyon” yapar hale gelecek. AB -hâlâ var olacaksa- tam üyeliği Türkiye’ye altın tepside sunacak.
Aynı şey ABD için de geçerli olacak. Meksika’nın genç nüfusuna “bonus” dağıtacak.
21. yüzyılın “süper devleti” gene ABD olacak. Avrupa çağı kapanıyor. Amerika çağı daha yeni başladı. Diğer büyük güç Japonya olacak. Rusya bir kez daha dağılacak. Hindistan da umut vermiyor. Dünyaya açılışında bu bir “ilk” değil.
Daha önceleri olduğu gibi gene çökecek.
Ya 21. yüzyılın yeni büyükleri?..
Bunlar Türkiye, Polonya ve Meksika olacak.
Türkiye, Rusya geriledikçe kuzeye, Kafkaslar’a doğru ilerleyecek.
Bu ilerleme kısmen askeri müdahale ve kısmen de siyasi ittifaklarla gerçekleşecek. Türkiye’nin etkisinin çoğu ekonomik anlamda olacaktır.
Türkiye, Kafkaslar’ı aşarak Rusya ve Ukrayna’ya ulaşacak ve Rusya’nın tarımsal kalbine doğru ilerleyecek.
Türkiye, Kazakistan’ı etkileyecek, gücünü Orta Asya’ya da yayacaktır. Karadeniz, bir Türk gölü haline gelecek, Kırım ve Odesa, Türkiye ile ticaretini önemli oranda artıracak. Bu bölgede yoğun Türk yatırımları olacaktır.
Zaten bölgedeki Müslüman ülkelerle -Bosna ve Arnavutluk- yakın ilişkileri olan Türkiye, Balkanlar’a da girecektir.
Ve 2040’ların ortalarında Türkiye gerçekten de önemli bir bölgesel güç olacaktır.
Rusya ile Türkiye’ye tarımsal ürün ve enerji sağlayarak derin bir ilişkiler sistemi kuracaktır.
Kürtler kendi devletlerini kurmak çabasındayken Suriye ve Irak, iç çatışmalar yüzünden yara alacaklar, Türkiye, Irak ve Suriye’ye de hâkim olacak ve böylece etki alanları Suudi yarımadasına kadar ulaşacaktır.
Basra Körfezi petrol üretimine de hâkim olacaktır. Mısır bir iç krizle karşılaşacak ve lider Müslüman güç konumunu kullanarak Türkiye’nin istikrar sağlamak adına Mısır’a girmesi ve Süveyş Kanalı’nı kontrole alması kırılma noktası olacaktır.
Tabii ki İsrail güçlü bir ulus olarak kalacak. Ancak şimdilerde dost bir güç olarak gördüğü Türkiye’yle uyumlu olmaya zorlanacaktır.
Arap yarımadası üzerindeki Türkiye hâkimiyeti bu ülkeyi İran’a göre çok daha tehditkâr bir konuma getirecek, İran limanlarını ablukaya alabilecektir. Bunların hiçbiri aslında Türkiye’nin yapmak istediği şeyler olmayacak.
Japonya tarihsel olarak Basra Körfezi’nden petrole bağımlıdır. Türkler bölgeyi hâkimiyetleri altına aldıklarında ise Türkiye ile iletişime geçmek ve anlaşmak Japonların çıkarına olacak. İki ülke de yükselen birer askeri güç olmanın yanı sıra önemli ekonomik güçler olacaklar.
Ayrıca iki ülke uzayda teknik işbirliği de yapa-caktır.
Elbette Friedman “kâhin” değil.
Öngö-rülerinde sapmalar olabilir ama özellikle İslam dünyasında Türkiye’nin yeni konumu ile Friedman’ın 2040’a uzanan ışıklı yol haritası şimdiden örtüşmeye başladı.
Güzel...
Fakat...
Havaya fazlasıyla girmek vahim yanlışlar yaptırabilir.
Gene de bu olası yanlışlıklar yapısal yazgıyı değiştirmeyecektir.
Çünkü, Türkiye’nin temeli sağlam atılmış, mimarisi bölgenin lideri olmasının ilhamıyla çizilmiştir.
Müellifi Atatürk’tür.
İsmail Cem’in Dışişleri Bakanı olduğu yıllarda Çırağan Sarayı’nda AB ülkeleriyle İslam dünyasının liderlerini bir araya getiren bir konferans düzenlenmişti.
Bir bar masasında tüneyerek, ayaküstü Prof. Bernard Lewis ile laflıyorduk.
Beynimde derin iz bırakan bir yorum yapmıştı:
“Şu etrafındaki beyaz entarili Araplara bak. Onların şahsında temsil ettikleri uluslarını düşün. Bir de salondaki Türklere bak.
Türkiye İslam ülkelerinden 100 yıl öndedir. Daha 100 yıl geçse bugün ki Türkiye olabilmeleri bile şüpheli. Bunu Atatürk’e borçlusunuz.”
Yıllar geçti...
İslam coğrafyası gazeteciliğinin “Papa”sı diyebileceğim dostum Lütfü Akdoğan “Arap Baharı’nı” yorumlarken “halkın demokrasi için meydanlara dökülmesi iyi de, her birine birer Atatürk de lazım. Ama neredeeeee” mesajını verdi.
Bunu da yazdım bir kenara.
* * *
OSMAN ÖZSOY / YENİ ŞAFAK: Arap dünyasında Türk imajı; Nereden nereye...
2002 yılında Arap ülkelerinde yapılan bir araştırmada, en nefret edilen ülkeler sıralamasında Türkiye, İsrail'den sonra ikinci geliyordu. O kadar ki, Türkiye'nin Arap dünyasındaki imajı ABD'den bile kötüydü.
Ortadoğu halkları Türkiye'yi İsrail'in taşeronu, hamisi, en büyük destekçisi gibi görüyorlardı.
6 yıl arayla yaşanan iki olay bu kötü imajın silinmesinde hızla etkili oldu:
Bunlardan ilki, Türkiye'nin Irak'a yönelik müdahalesine imkan verecek 1 Mart 2003 tarihli tezkerenin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde reddi oldu.
Diğeri de, Başbakan Erdoğan'ın Davos toplantıları sırasında 29 Ocak 2009'da İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'e "One Minute" demesi ve İsrail'in zalim yüzünü o sırada canlı yayın yapan kameraların önünde dünyanın önünde gündeme getirmesiydi.
Tezkerenin Meclis'te reddedilmesi, İsrail ve ABD'nin isteklerine Türkiye'nin boyun eğmemesi gibi algılandı. Demek ki gerektiğinde bu ülkelerin sınırsız isteklerine "hayır" denilebiliyormuş algısı hızla derinleşti. Bu durum Arap halkları arasından ciddi bir karşılık buldu.
Başbakan Erdoğan'ın 2009 yılı Ocak ayında Davos'ta İsrail Cumhurbakanı'na "One Minute" demesi ise, Türkiye'nin Arap dünyasıyla ilişkilerinde deyim yerindeyse tam bir milat oldu.
O kadar ki, 2009 yılı hac seyahatim sırasında boyu kısa olan bir gazeteci arakadaşım o izdihamda Hacerül Esved'e el sürmek isteyip de kalabalığı aşıp geçemeyince, yüksek sesle "One Minute" der. Derdini anlatmaya çalıştığı beden diliyle de 'izin verin de biz de bir elimizi sürelim' görüntüsü sergiler.
"One Minute" sözü zaten kalabalığın dikkatini çekmeye yeter. Sesin geldiği noktaya baktıklarında arkadaşımızın elinden tuttukları gibi Hacerül Esved'in yanına çekerler ve rahatlıkla temas etmesini sağlarlar. Ben bu olayı arkadaşın bizzat kendisinden o sırada dinlemiştim.
Bu arada geçtiğimiz günlerde Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden Mustafa Yağbasan ve Abdulsamet Günek'in, "Arap Medyasında Türkiye'nin Değişen Siyasal Algısı" başlıklı makalelerini okudum. Araştırma 1 Ocak 2004 - 1 Nisan 2009 tarihleri arasını kapsıyor.
Araştırmanın evrenini ise Arap Dünyası oluşturuyor. Örnekleme Arap coğrafyası ve siyasal olarak önemli ülkeleri olan Suudi Arabistan, Mısır ve Suriye dâhil edilmiş. Ayrıca Körfez ülkelerinden Katar ve Lübnan gazeteleri ve Arap diasporasına ait İngilizce yayın yapan Londra merkezli gazeteler de taranmış.
Araştırmada; Syria Today, El Ehram Weekly, Şarkül el Aswat, Daily Star Lebanon, Alarabonline, Al Hayat gibi İngilizce yayın yapan gazeteler kullanılmış.
Değerlendirmeler sonunda; Türkler ve Araplar arasındaki imgelerin son dönemlerde değiştiği, Türk ve Araplar arasındaki imge ve algıların politik, sosyal ve ekonomik ilişkilerden etkilendiği, Türkler ve Araplar arasındaki karşılıklı olumlu imajın politik ilişkilere olumlu yansıdığı, en önemlisi de Türkler ve Araplar arasındaki algıların kronik olmadığı, dönemsel olarak imajların değişebilir olduğu, imajların oluşmasında medyanın önemli bir rol oynadığı, Türkiyenin son dönemdeki dış politik açılımının Araplar arasında olumlu algı ve tutumlara neden olduğu, Türkiyenin Arap dünyası üzerinde tarihsel ve coğrafi birliktelikten gelen bir gücünün olduğu tespit edilmiş.
Yukarıdaki araştırmanın yapıldığı tarihte İsrail'in Mavi Marmara'ya yönelik hunhar saldırısı gerçekleşmemişti. Bu saldırıdan sonra Türkiye'nin aldığı tutumun Arap dünyası üzerindeki daha büyük etkilerini Başbakan Erdoğan'ın şu an sürmekte olan Mısır, Libya ve Tunus'u kapsayan ziyaretinde görüyoruz.
Deyim yerindeyse Arap dünyası ayakta. Arap halkları Başbakan Erdoğan'ı görüp dokunabilmek için saatlerce yol kenarlarında, toplantıların gerçekleştiği binaların etrafında bekliyorlar. Dünya televizyonları bu ziyareti yakından izliyorlar. Bu yayınların da etkisiyle Türkiye'ye yönelik sempati algısı giderek derinleşiyor.
Nitekim Türkiye Siyasi Etütler Vakfı'nın (TESEV) 25 Ağustos ve 27 Eylül 2010 tarihleri arasında ikincisini yaptığı "Ortadoğu'da Türkiye Algısı" araştırmasında da, Türkiye'ye olan sempatinin bir önceki yıla göre yüzde 75'ten yüzde 80'e yükseldiği görülmüştü.
Dikkatinizi çekerim, araştırmanın yapıldığı zaman aralığında, yani bir önceki yılın yaz mevsiminde, 'Arap Baharı' denilen süreç başlamamıştı. Başbakan Erdoğan'ın Arap ülkelerinde dalga dalga yayılan kitlesel olaylar karşısında aldığı tutum ve yaptığı açıklamaların oluşturduğu etki, yukarıda verilen oranları daha da artırmış olması imkan dahilinde.
Ben bu süreci, bundan sonraki safhaları da iyi yönetilebilirsek ülkemiz, milletimiz ve insanlık adına hayırlı görüyorum.
İsrail'i küstürürsek ne gibi fatura çıkar endişesi yaşayanlara da, dostluğundan bugüne kadar ne hayır gördük ki, düşmanlığından çekinelim bakış açısını öneriyorum.
Her işin odağına önce insanı koyunca, tüm dünyada insanca yaşamın önündeki engeller giderek azalacaktır. Ben Türkiye'nin şu anda tüm dünyaya böylesine insani ve ahlaki bir mesaj verdiğini düşünüyorum.
* * *
HASAN CELAL GÜZEL / SABAH: Erdoğan ve Arap Baharı
Derdimiz, Başbakan Erdoğan'ı kahraman ilân etmek değil... Zaten biz ne dersek diyelim, Türkiye Başbakanı Erdoğan, dünyanın en ünlü ve tesirli devlet adamlarının başında geliyor. Ben CHP Lideri Kılıçdaroğlu'nun yerinde olsaydım, artık medya ve küresel internet dünyasında herkesin bildiği bu gerçeği kabullenir ve muhalefet stratejimi ona göre belirlerdim.
Erdoğan, her şeyden önce kendi ülkesinin kahramanıdır. Başka ülkelerdeki, itibarının kaynağı da Türkiye'deki başarısıdır. 'Arap Baharı'na geçmeden önce Türkiye'de bir 'Türk Baharı' yaşanmış ve sadece Arap Âlemi'ne değil, bütün dünyaya örnek teşkil etmiştir.
Düşünelim bir kere; AK Parti'nin ve Erdoğan'ın iktidara geldiği 9 yıl öncesiyle günümüz Türkiyesi karşılaştırıldığında şaşırmamak mümkün müdür? Yüzde 60'lardan yüzde 5'lere indirilmiş bir enflâsyon oranı, bu sürede 3 misli arttırılmış GSMH ve millî gelir, ihracatta mucizevî artış ve iki defa üst üste büyümede Avrupa birinciliği ve Dünya ikinciliği... Üstelik ekonomik krize ve can çekişen dünya ekonomilerine rağmen...
***
Bizim körü körüne 'Batıcı', lâf aramızda biraz da Batı'dan beslenen yabancılaşmış aydınlar, Başbakan Erdoğan'ı 'Arap Sokağı'nın Kahramanı' diyerek küçümsemeye çalışmışlar; O'nun o sempatik 'Ehlen ve Sehlen' deyişini, 'Esselâmün Aleyküm'ünü burun kıvırarak karşılamışlar ve Türk Dış Politikası'nın 'Batılı Ekseni'ni değiştirdiğini iddia etmişlerdir. Eminiz ki Erdoğan 'Nazdrovya!' diyerek kadeh kaldırmış olsaydı, bu eksen değiştirme hikâyeleri anlatılmazdı...
Guardion Gazetesi'ne 'Türk çağı geliyor' manşetini attıracak değişimi, Batı âlemi aslında çoktan fark etmiş ve yeni diplomasi stratejilerini ona göre değiştirmeye başlamıştır. Bundan böyle, yalnızlaşmış ve paranoyak İsrail'i ABD'nin desteklemesi çok önemli olmayacaktır.
***
Şu gerçeği altını çizerek açıkça ilân etmemiz lâzımdır ki, 'Arap Baharı', tamamen Türkiye'nin ve onun efsanevî liderinin örnek alınmasıyla ortaya çıkmıştır. Küresel tesirlerin ve internetteki sosyal paylaşım sitelerinin de elbette büyük etkileri vardır. Bu arada bazı istihbarat birimlerinin tesirli oldukları da muhakkaktır. Ancak, bu tesirlerin hiçbiri 'Arap Baharı'nda rol alınan Türkiye'nin ve lider Erdoğan'ın tesiri kadar olmamıştır. Zira;
1. Türkler, Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar ve Afrika'da, yani 'Osmanlı Coğrafyası'nda hiçbir zaman halkı sömürmemişler ve daima onlara yardımcı olmuşlardır.
2. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, millî, demokratik ve lâik hüviyetiyle onlara örnek olmuştur.
3. Türkiye, Ortadoğu'da demokrasiyle idare edilen en güçlü ve modern devlet olmuştur.
4. Başbakan Erdoğan, her zaman insan haklarından yana ve zulme karşı tutumuyla Ortadoğu'nun ezilen halklarına sahip çıkmış ve ünlü 'one minute' tepkisiyle gönüllerde taht kurmuştur.
***
Şimdi, Ortadoğu ve Mağrip ülkelerinden kesinlikle hoşlanmayan Sarkozyler, Berlusconiler, yeni yönetimlere yağ çekerek ellerindeki zenginlikleri kapmaya çalışıyorlar.
Biz, hep öncelikle insan hayatıyla ve haklarıyla ilgilendik; onlar ise bu iğrendikleri Arapların hep parasını çalmaya çalıştılar.
Biliyorum, bizim Ömer Muhtarımızı herkesten çok seviyorlar. Lâkin, her zaman olduğu gibi, sevgi bize, kaynaklar sömürgecilere gitmemelidir.
'Arap Baharı'nın kahramanı, Müslüman, eski Osmanlıları, karşılıklı bir yardımlaşma gayreti ile bir araya toplamalıdır.
* * *
DOĞU ERGİL / BUGÜN: Ziyaret Başbakan Erdoğan pazartesi günü Mısır, Tunus ve Libya'dan oluşan bir yolculuğa çıktı.
Bu ziyaretin sebepleri ve zamanlaması ilginç. Öncelikle Erdoğan, Arap Baharı'nın sonuçlarını yerinde görmek ve bu dönüşümlerin bir sonbahar değil 'yaza çıkacak' bir siyasi iklim olması için Türkiye'nin dileklerini ve tecrübelerini götürüyor.
Müslümanlığın demokrasi ile bağdaşmadığını ileri süren Batı karşısında demokratikleşmek için can atan Arap ülkelerine Türkiye'nin artık askeri vesayetten de kurtulmuş olan demokratik serüvenini anlatmak ve Batı dışı modernleşme tecrübesini nakletmek başlı başına bir deney olacaktır.
Demokrasi ve hukuk devleti, Ortadoğu'ya bugüne kadar yabancı olan gerçeklerdi. Bu ideal durumlara en yakın olan ülke olarak Türkiye'nin ziyaret edilen ülke halklarına anlatacağı şeyler var. Hükümetlerin geçici olduğunu bilen Erdoğan doğrudan halklara hitap etmek istiyor.
Onların demokrasi ve hukuk taleplerini başkalarından beklemeden kendilerinin gerçekleştirmesi için çağrı yapmaya kararlı.. Çünkü gerek Mısır'da, gerek Tunus'ta geçiş hükümetlerine olan memnuniyetsizlik yeni huzursuzluklara gebe. Hele Libya'da Kaddafi güçlerine karşı verilen silahlı mücadele bitmeden Ulusal Geçiş Konseyi'ni oluşturan güçler arasında sürtüşmelerin çıkması bölgenin özlediği özgürlük ve istikrar beklentisini sabote edebilir.
Ziyaretin ikinci amacı onun zamanlamasını da etkilemiş görünüyor. Türkiye, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'de İsrail'in nüfuzunu törpülemek istiyor. Her ne kadar gerek ABD, AB ve NATO İsrail ile Türkiye'nin anlaşmazlıklarına son verip eski dostane günlerine dönmesini istiyorlarsa da her ülke de bu isteğe karşı davranıyorlar.
Önce İsrail Mavi Marmara gemisinde öldürdüğü silahsız 9 Türk için özür dileyip tazminat ödemeyi kabul etmedi. Bunun kendisini küçük düşürüp, güçsüz göstereceğine inandı. Yurttaşlarına saldırılıp maddi manevi zararı karşılanmayan Türkiye de aynı gerekçelerle (küçük düşürülme), dostane ilişkilerin başlama şartlarına İsrail'in hiç kabul etmeyeceği bir üçüncüsünü ekledi:
Gazze'ye uygulanan ablukanın kaldırılması. Belli ki bundan böyle şartlar değişmezse Türkiye ve İsrail farklı taraflarda olacaklar ve her vesileyle birbirlerine zarar vermeye çalışacaklar.
Bölgede sözü geçen, düşmanlarını caydıran ve kurduğu ittifaklarla geniş bir nüfuz alanı oluşturan ülke olmak isteyen Türkiye ve İsrail'in bu nüfuz rekabetinin ne kadar süreceği belli değil. Nüfuz alanı oluşturmanın en etkili yolu ise ekonomik ilişkiler ve iş birliği. İsrail güneydoğu Akdeniz'de Güney Kıbrıs Cumhuriyeti ile işbirliği içinde petrol ve doğalgaz arama kararı aldı.
Belli ki belirli bölgeleri üçüncü taraflar için geçişe kapayacaklar. "Akdeniz'de geçiş serbestisi sağlama" amacıyla Türk donanmasının bayrak göstereceğinin ilanı Türkiye'nin bu durumu kolay kabul etmeyeceği anlamına geliyor. Durumu dengelemek için Erdoğan'ın Mısır'a benzer bir işbirliği önermesi çok olası. Aynı deniz havzasının belki yakın bölgelerinde gaz ve petrol arayan farklı rakip ittifakların görülmesi hiç de uzak bir ihtimal değil.
Yunanistan birinci gruba katılırken, Türkiye ve Mısır'ın oluşturduğu ekonomik-diplomatik ittifaka Esed sonrası Suriye ve Kuzey Irak Kürt özerk bölgesinin katılması mümkün. Bu ekonomik olduğu kadar pervasız davranışları durdurulamayan ve cezasız kalan İsrail'i caydırmak için gelişen bir güç merkezi de olabilir.
Özetle, Erdoğan'ın ziyaretini stratejik bir güç dengesi arayışı olarak niteleyebiliriz. Türkiye üç amaç gütmektedir: 1- Doğu Akdeniz'de bir nüfuz alanı oluşturmak. 2- Türkiye'nin gücünü artıracak ekonomik ve siyasi işbirlikleri geliştirmek. 3- İsrail'i dengeleyecek ittifaklar kurmak.
* * *
YILMAZ ÖZTUNA / TÜRKİYE: Tarihi ziyaret
Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan’ın Mısır ziyareti, dünya çapında izlenip değerlendiriliyor. Dünyanın gözü üzerimizde. Başbakanımız, Arap Baharı’nı yerinde görmek ve teşvik etmek için gitti.
En zengini değil, fakat en önemli Arap devleti Mısır’dır. Zaten nüfus bakımından da Arap Devletleri arasında birincidir. Stratejik durumu fevkalâdedir. Kuzeyde Atlantik’e bağlı Akdeniz, güneyde (doğusunda) Hind Okyanusu’na bağlı Kızıldeniz, batıda Afrika, doğuda Asya...
Başbakanımız’ı havaalanında coşkun bir kalabalık Mısır gençleri topluluğu karşıladı. Tezahürat, kalbden çıkıyor, gönülden kaynaklanıyordu. Yüzde yüz saf ve samimi idi. Sonra Ünlü Tahrir Meydanı yakınında Mısır halkı, Türkiye Başbakanı’nı selâmladı.
Sayın Erdoğan, Arap Birliği dışişleri bakanları konferansına katıldı. Mısır’ın geçici devlet başkanı Mareşal’le görüştü. Mısır Başbakanı zaten hava meydanında karşılamıştı. Filistin lideri Mahmud Abbas, Kahire’de bulunuyor. Onunla da görüşüldü.
Seçimlere kadar Mısır’da dengeyi, ordu sağlıyor. Filistin’in Birleşmiş Milletler’ce bağımsız üye kabülü için Arap devletleri arasında tam uyum bulunuyor. ABD ve Avrupa Birliği’nde, İsrail’in sınırlarından çıkacak yeni bir savaş ihtimali ile, bağımsız devlet statüsünü geciktirmek temayülü var. Ancak Filistin’in bağımsızlığı, ne kadar mümkünse o kadar erken olmak zorundadır. Bağımsız devlet kimliği ile İsrail’in karşısına oturması şarttır.
Mısır’dan sonra Tunus... Arap Baharı, Tunus’ta başladı. Buradan Libya... Erdoğan, her iki ülkeye de serbest seçimle demokrasiye adım atmak tavsiyesinde bulunacak. Türkiye’nin gerçek sempatisini, iş birliği arzusunu bildirecektir.
Bu, yapay bir sempati değildir. Mısır, Libya, Tunus, asırlarca Osmanlı çatısı altında biz Türkler’le beraber yaşadı. İstanbul, Rumeli, Anadolu gibi birer Osmanlı eyaleti idi.
Bütün Arap devletleri, Osmanlı’dan ayrılarak oluştu. Bugün -bizim de müşahit üye bulunduğumuz- Arap Birliği çatısı altında iş birliği yapmaya çalışıyorlar. Bu iş birliği maalesef gerekli olduğu nisbette sağlanamadı.
Biz de 7 bağımsız Türk devleti arasında böyle bir iş birliği kuramadık. Ama zaman gelmiştir. Arap Birliği’nin önceki genel sekreteri Amr Musa, şimdi Mısır cumhurbaşkanı adayıdır. Bütün bu ülkelerle ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya derecesinde olsun ilişkilerimizi sağlamak, sürekli kılmak gerekir.