Sibel Eraslan *
Mavi Marmara mürettebatından genç şehit Furkan Doğan’ın otopsi raporu, hayatımdaki dönüm noktalarından birisidir. Bu konuda ne söz söylemeye ne de yazı yazmaya mecalim var aslında.
Gözünüze üç santim kadar yaklaştırılmış bir silahtan çıkacak mermiyi beklerken kaç dakika, kaç saniye, kaç an ve aslında kaç yüz yıl akar ve ne düşünürsünüz o kısacık ama upuzun anda? Bilmiyorum. Ama aklıma geldikçe sütüm kesiliyor.
Furkan, İsrail askerlerince hunharca bir şekilde katledildiğinde oğlumla akran bir lise öğrencisiydi. Fen Lisesi’ne gidiyordu, akranları üniversite ikinci sınıfa başlayacaklar bu pazartesi gününde...
Furkancığım, melekler arkadaşın olsun güzel yavrum... Çocukların dünya ve ahirette selametinden başka ne ister anneler?
İşte anneler; bu yüzden Furkan’ı ve onun bindiği gemiyi (Mavi Marmara) ve yardımlarını omuzladığı insani yardım teşkilatını (İHH) tutuyorlar. Çünkü anneler çocuklarının tarafını tutarlar.
Çünkü hiçbir anne, çocukların gözlerine üç santim mesafeden kurşun sıkan lanet olası elleri tutmaz!
Ahmet Altan, sivil bir eylemin niçin cihada çevrildiğini soruyor. Sivil bir çocuğa, üç santim mesafeden, üstelik de kaşıyla gözü arasına, niçin mermi sıktınız diye sormak aklına gelmiyor.
Ki bu kurşun Furkan’ın vücudundaki sayısız kurşunlardan sadece birisidir.
Keza İsrail, Furkan gibi sivillere karşı uyguladığı bu hunharca saldırılarını, 1948’den itibaren pervasızca işliyor. İsrail’in katliamları, Sabra Şatila’da boğazlarını makaslarla kestiği bebekler, El-Halil’de bombardıman edilen okul ve hastaneler, Gazze’de imha ettiği yetimhaneler...
Yani Furkan’ın “kaşı ile gözü” arasındaki o kısacık mesafeye, cehenneme çevrilen koskoca bir Filistin sığıyor da... Bir Ahmet Altan’ın vicdanı sığamıyor. Çünkü yok... Vicdanı buharlaşmış.
İşte cihat buradan çıkıyor
Yani siz sürekli öldürülürken, kollarınız kemikleriniz kırılırken, zeytin ağaçlarınıza kadar yakılırken, yıkılırken, ambulanslarınız bile bombalanırken; mustazaflara bir iyilik, bir selamet, bir esenlik kelimesi taşımaya kalktığınızda, o sivil kararınız ve eylemliliğiniz... Müstekbirlerin nazarında, aniden cihat oluyor...
İyilik, sıradan bir insanlık rutini olması gerekirken... Kalbini boşaltmış yazarların mütearrız işaretiyle, aniden cihata dönüşüyor... Mavi Marmara’daki Hıristiyan din adamları, Yahudi barış aktivistleri, yetmiş iki millet birden topyekun, “cihat” ehli oluyor, ünlü kalemşörün skor levhasında...
Oysa Cihat, sadece savaş literatürüne ait görkemli bir iddia değil, alçakgönüllü bir durum, sabırlı bir devamlılık ve hayatının rutinidir mümin kişi için...
Hz. Peygamber(sav) ve arkadaşları bir sefer dönüşünde ağır ağır ilerlerken, “şimdi küçük cihat bitti, asıl iş büyük cihatta” diyor Son Elçi. Büyük bir mücadeleyi, henüz geride bırakmış arkadaşları merak ediyorlar, “büyük cihat nedir Ey Allahın Elçisi?”... “Büyük cihat, nefislerinize karşı vereceğiniz, çok daha zorlu olan mücadeledir” cevabını alıyorlar.
Nefsi muhasebe! Yazarlar, elbette bundan azade olamazlar. Sivri uçlu birer çengele de dönüşebilir kelimeleriniz, insanları gözlerinden kurşunlayan silaha da...
Ün, nam, şan, para, makam, mevki... Hepsini kazanabilirsiniz... Ama çocukları gözlerinden vuran adamların tarafında, söylev numarası çekmeye kalkarsanız... Toplumsal vicdan sizi, “kaşla göz arasında” hem cehalet, hem de merhametsizlikle, üstelik suçüstü yakalar...
Furkan’ın kaşı ile gözü arasındaki o derin yara, Ahmet Altan’ları “büyük cihat”a davet ediyor. Biraz susun, biraz kalbinizi dinleyin, okul kapılarında cıvıldaşan öğrencileri seyredin, annenizi hatırlayın, ki dünyada sizi en çok o sevmişti. Hem de hiçbir karşılık beklemeden. Kendinize de sorun bu suali; en son neyi sevdiniz, hiçbir karşılık beklemeden...
* Star