Dolar

34,9640

Euro

36,7681

Altın

2.988,04

Bist

10.109,60

İsrail Gazze'yi bombalayınca ipler koptu

TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı, İstanbul Milletvekili Emekli Büyükelçi Volkan Bozkır, 'Olmert’in İsrail’e dönüp, bir iki gün sonra Gazze’yi bombalamaya başlaması, çok sayıda sivil insanın ölümüne yol açması, ilişkilerde bir dönüm noktası olmuştur ve ipler burada kopmuştur' dedi.

14 Yıl Önce Güncellendi

2011-09-10 10:45:26

İsrail Gazze'yi bombalayınca ipler koptu

Deniz Güçer'in röportajı

TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı, İstanbul Milletvekili Emekli Büyükelçi Volkan Bozkır, “Türkiye-İsrail arasında kapalı kapılar ardında 4 görüşme yapıldı. Maalesef İsrail Dışişleri Bakanı Lieberman bütün bu uzlaşma çabalarını önledi. Çünkü ‘Hayır’ diyerek bundan nemalanıyor, siyasi mevcudiyetini buna bağlıyor, Sanberk benim aile dostumdur ama ben olsam o toplantıdan ayrılırdım” dedi.

Bozkır, İsrail ile uzlaşma görüşmelerini kilitleyenin, bu ülkenin hükümeti içinde yer alan bir fraksiyon olduğunu söyledi. Bozkır, İsrail Dışişleri Bakanı Lieberman’ı da eleştirerek, “Belki ilerde bir hükümet değişikliği olsa İsrail uzlaşma için gerekli şartları daha kolay sağlayabilirdi” dedi. Bozkır, füze kalkanının İran’a yönelik olduğuna ilişkin eleştirilere ise, “Türkiye hiçbir komşusunu hedef alacak bir projenin içinde olmaz” şeklinde yanıt verdi. Bozkır, VATAN’ın son gelişmelere ilişkin sorularını Meclis’te yanıtladı:

CHP Lideri, BM raporunu “hezimet” olarak nitelendirdi. Palmer raporu gerçekten tarihi hezimet midir?

Sayın Kılıçdaroğlu’nun son söylemlerinde belirgin bir ton sertleşmesi var. Sanıyorum bu CHP yönetimindeki yeni değişiklikle de bağlantılı. Kendisinin yanında üç eski büyükelçi var, konuşmadan önce onlarla istişare ettiğini varsayıyorum. Ancak gönül, muhalefetin Türkiye için böyle önemli dış politika konularında mutad olduğu üzere yapıcı ve destekleyici bir şekilde yaklaşmasını arzu ediyor.

Hezimet denilirken raporun kıymeti harbiyesinin iyi bilinmesi lazım. Ama önce Türkiye bu noktaya nasıl geldi onu da hatırlamakta fayda var. Rapora takılıp kalırken, 9 Türk vatandaşının uluslararası sularda öldürüldüğünü unutursak, esas sorunun bundan kaynaklandığını belirtmezsek, çok haklı bir görüntü vermemiş oluruz. Türkiye Cumhuriyet tarihinde hep komşularıyla en iyi ilişkilere ulaşmayı hedefledi. AK Parti bunu “komşularla sıfır sorun politikası” olarak ortaya koydu ve uyguladı. Herhangi bir ülkeyi bunun dışında tutmadı. Yıllardır bize husumet besleyen ülkelerle dahi “nasıl iyi ilişki kurabiliriz” çabası içinde olduk. Buna İsrail de dahil. İsrail’le düşman iki ülke ve halk olduğumuzu söylemek doğru olmaz. Bir kere Musevi toplumuyla tarihin hiçbir döneminde bir sorun yaşanmamıştır.

Bu galiba ilki ve en derini oldu?

Oraya geleceğim ama 520 yıl önce engizisyondan kaçan Musevileri, Osmanlı İmparatorluğu’na kabul eden Türk insanıdır, petrol ambargosu yıllarında Arap ve İslam ülkeleri, İsrail ile diplomatik ilişkilerini keserken, sadece Türkiye’nin diplomatik ilişkisi sürmüştür. Son dönemde ise bölge güvenliği ve işbirliği açısından Türkiye ve İsrail’in birlikte çalıştığını düşünürseniz, böyle bir sonuca varmak yanlış olur.

Bu aşamaya gelinmesinde en önemli olay ne oldu?

AK Parti Hükümeti, İsrail ile son derece iyi ilişkiler içindeydi. Hatta Suriye-İsrail ilişkilerinin düzeltilmesi için iki ülke arasında arabuluculuk üstlendik. İstanbul’daki son İsrail-Suriye görüşmeleri sırasında İsrail Başbakanı Olmert, Sayın Başbakanımızla görüştü. O görüşme sırasında Suriye’nin elinde esir tutulan bir İsrailli askerin kurtarılması için Sayın Başbakanımız, Olmert’in yanından Esad’a telefon bile açtı. Ama böyle bir dostane ortam varken, Olmert’in İsrail’e dönüp, bir iki gün sonra Gazze’yi bombalamaya başlaması, çok sayıda sivil insanın ölümüne yol açması, ilişkilerde bir dönüm noktası olmuştur.

İpler orada mı koptu?

Evet. Bu kadar ileriye gitmiş bir dostluk ilişkisi içinde Olmert’in, Sayın Başbakanımıza hiçbir belirti vermemesi, dostluk çerçevesinde mütalaa edilemez. Ayrıca böyle bir ilişki olmasa bile, bizatihi Gazze ablukası ve sivil insanların öldürülmesi, bizim açımızdan haksız ve kabul edilemez bir davranıştır. Türkiye, Gazze’ye olan saldırıların durdurulması, ambargonun kaldırılması için çok uzun zamandır çaba sarf ediyor. Dost eli uzattık, diplomatik her yolu denedik ama İsrail, bugünkü noktasından hiçbir şekilde geriye dönmedi.

Tüm bunların üzerine Mavi Marmara geldi...

İsrail’in uluslararası sularda, Gazze’ye insani yardım götürmekte olan uluslararası konvoydaki 9 Türk vatandaşını adeta kafalarına silah dayayarak öldürmesi, ilişkilerin bugünkü hale gelmesinin temel nedenidir. Buna rağmen Türkiye gayet sakin ve sabırlı davrandı. Uluslararası yolları kullanarak, dostluk gösteren ülkelerin aracılığıyla, İsrail’e bazı diplomatik formüller önererek, ilişkileri bu sıkıntıdan kurtarmak istedi. Türkiye-İsrail arasında kapalı kapılar ardında 4 görüşme yapıldı.

Ama İsrail Hükümeti üretilen bu uzlaşma formüllerini kabul etmek üzereyken, maalesef İsrail Dışişleri Bakanı bütün bu barış ve uzlaşma çabalarını bugüne kadar önledi. Çare olarak BM’nin devreye girmesini istedik ve bunun sonucunda Palmer raporu ortaya çıktı. BM sisteminde raporların hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Türkiye bakımından da bu raporun gerçekten endişe edecek hiçbir müeyyidesi yok. Ama burada bile tarafsız bir komisyonun konuya ilişkin doğru verilerle dürüst bir rapor hazırlaması beklenirken, maalesef İsrail’in -anladığım kadarıyla perde arkası çabalarıyla- sanki Gazze ambargosu haklıymış sonucuna varan bir rapor ortaya çıktı.

Özdem Sanberk’i eleştirdiniz. Polemiğe girmek istemediğinizi biliyorum ama o komisyonda siz olsaydınız ne yapardınız?

Yaptığım açıklama şahsi görüşlerimdir. 39 yıllık bir Dışişleri tecrübesiyle aslında ben orada olsam ne yapardımı söylüyorum. Özdem Sanberk son derece değerli bir büyükelçidir ve aile dostumdur. Ama bazen dostluklarla iş konusunu ayırmak gereklidir. Sayın Sanberk’in yerinde olsam raporun bu şekildeki bir metin üzerinde geliştiği noktada, ortalığı ayağa kaldırır ve o Komisyondan nedenlerini kuvvetli ifadelerle kamuoyuna açıklayarak ayrılırdım. O zaman raporun yayınlanması kolay ve hatta belki de mümkün olmaz ve bu istifanın da bir anlamı ve yararı olurdu.

Başbakan ‘C Planı’ndan söz etti. Bunda ticari ilişkilerin tamamen bitirileceği, İsrail’in de bizim için artık Ermenistan gibi olacağı yorumları yapılıyor...

Kritik bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemi geçirirken diplomaside en önemli unsur müphemiyettir. Her şeyi tüm detayları ile açıklamak, kendi stratejinizin uygulanmasında ve atacağınız adımlarda hareket ve manevra kabiliyetinizi kısıtlar. Hareket şeklinizin bir bölümünü “müphem” bırakmanın anlamı ve önemi budur. Dolayısıyla Sayın Dışişleri Bakanımızın açıkladığı 5 maddeden oluşan yaptırım sepeti bugün itibariyle yeterlidir. Detaylarının, bizce bilinmesine rağmen şu anda paylaşılmasında yarar görmüyorum.

Seyrüsefer açıklaması endişe yarattı. Sıcak çatışma ihtimali görüyor musunuz?

Sıcak çatışma olmaması lazım. Ama açıklanandan fazla bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü açıklandığının ötesine, yeni bazı gelişmeler ve unsurların ortaya çıkması halinde geçilir. Şimdilik gelişmeleri izlemek gereklidir.

Türkiye’nin açıklamaları nasıl bir etki yarattı sizce?

Amiyane tabirle, durumun yaratacağı sonuçlar ve vahameti dünyanın da kafasına dank etti. Türkiye-İsrail ilişkilerinin, İsrail’in sorunu çözülemez hale getirmesi nedeniyle bu noktaya gelmesi, bölgede çıkarı olan birçok ülkeyi alarme etti. Birçok ülke eskiden kıllarını kıpırdatmazken, şimdi sorunu gidermek için formüller üretmeye, bizimle ve İsrail’le temas kurmaya başladılar. Bu çalışmalara zaman tanımak lazım.

Çünkü amacımız bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek. Gerçekten bölgeyi ve dünyayı rahatsız eden bir sorunun çözümünü istiyoruz. “Sorun sürsün, biz İsrail’le ilişkilerimizi kötü götürelim” gibi bir niyetimiz yok. Öyle olsa, çözüm için İsrail’le bu kadar toplantı yapılmazdı. Ama şu var: 9 vatandaşı katledilmiş olan Türkiye geri adım atamaz. Üç şartın İsrail tarafından muhakkak yerine getirilmesi lazım: İsrail özür dilemeli, ölenlerin ailelerine tazminat ödemeli ve Gazze’deki ablukayı kaldırmalıdır.

İhtimal görünüyor mu?

Burada sanıyorum, İsrail hükümetinde bir değişiklik mümkün olsa İsrail bunları çok daha rahat gerçekleştirebilirdi. Ama İsrail Dışişleri Bakanı Lieberman maalesef İsrail seçimleri sonrası ortaya çıkan tablonun da etkisiyle, her şeye ‘hayır’ diyen, bundan nemalanan, siyasi mevcudiyetini ve geleceğini bu tavrına bağlayan bir tutum gösteriyor. Kendisinin herhalde İsrail’e gelmeden önce yaşadığı Moldova’daki yaşam biçimi, bugünkü davranışlarının bir nedeni olsa gerek.

Hükümet değişikliği ilişkileri yeniden normalleştirir mi?

Kilitlenmenin nedeni İsrail hükümetidir. Daha doğrusu İsrail hükümeti içindeki bir fraksiyondur. Netanyahu, Olmert’ten daha radikal olmasına rağmen çözüme gidebileceğimiz formülleri kabullenme noktasına gelebildi. Ama hükümetten geçiremedi. Nedeni Dışişleri Bakanı’nın hiçbir şeyi kabul etmeyen tutumudur. Belki daha sonraki bir aşamada hükümet değişikliğiyle, böyle radikal bir kişinin olmadığı bir hükümetle çözüm bulanabilir. Veya diğer ülkelerin girişimleri ve İsrail’in üzerindeki baskılar bir sonuç verebilir. Ama Türkiye’nin yapacağı bir şey yok. Bu aşamada çözüm ancak İsrail’e baskı uygulayarak bulunabilir. Sadece Türkiye değil 9 vatandaşı bu şekilde öldürülmüş herhangi bir ülkenin tavrı başka türlü olamazdı. Bunu hiçbir ülke kabul etmez.

Türkiye hiçbir komşusunu hedef alacak projede olmaz

İsrail ile gerilim sürerken füze kalkanı kararının çıkmasına muhalefet ‘Hükümet cambaza bak yaptı’ yorumu yapıyor. İsrail’e sertlik yapılması, gündem değiştirme amacı mı taşıyor?

Hayır. İsrail ile sorunumuz, füze kalkanı radar sisteminden çok daha önce başladı. İkisi arasında bağlantı kurmak doğru değil. Türkiye artık, ekonomisiyle, siyasi istikrarıyla, demokraside ve dış politikada kaydettiği önemli gelişme ile uluslararası platformda çok önemli bir aktör haline geldi. Türkiye bugün İsrail ile sorun yaşarken, Kıbrıs politikalarını da yürütüyor, Libya’nın ve Suriye’nin daha iyi bir yönetime kavuşması için çaba harcıyor, Balkanlarda saygınlığı artıyor, AB ile müzakere sürecinin gereklerini yapmaya çalışıyor...

Yani çok daha büyük bir oyunun parçası. Ben Dışişleri’ne girdiğimde konular bir iki taneydi. Türkiye artık uluslararası platformda nerede bir sorun olsa danışılan, yardım istenilen bir ülke haline geldi. Böyle bir Türkiye perspektifinden bakıldığında orman çok büyük. Ormanın içinde yanan birkaç dalı görüp, yangın zannedip, yangın çıktı diye suçlamak, bence kendi transformasyonunu ve politikalarını tamamlayamamış, sadece tenkit üzerine inşa edilmiş bir siyasetin resmidir.

Ama İran’dan da eleştiren sesler yükseliyor. Füzenin hedefi İran değil midir?

Konunun uzmanı değilim. Ancak şunu söyleyebilirim: Türkiye hiçbir komşusunu hedef alacak bir projenin içinde olmaz. 13 komşumuz var. Türkiye dünyada en çok komşusu olan 4. ülke. İran’la ilişkilerimiz, belki de dünyadaki bazı ülkelerin arzu etmediği boyutta iyi. Eğer İran’la ilişkilerimiz iyi olmasaydı, belki Avrupa’nın ve dünyanın bazı ülkeleri mutlu olacaklardı. Ama iyi ilişkiyi devam ettirmek, ilişkiyi bozmaktan daha zordur. İran’la sınırlarımız 1639 yılında Kasr-ı Şirin Anlaşmasıyla çizilmiş ve hala değişmemiştir. Bu ilişkiyi de önemsiyorum.

‘Kılıçdaroğlu’na öyle bir demeç verdirmeleri çok yanlış’

Kemal Kılıçdaroğlu, “Deneyimli diplomatlara monşer dendi ve dışlandı” dedi...

Sayın Başbakan “monşer” derken, ben kimi kast ettiğini çok iyi biliyorum. Monşer tabirinin hikayesi çok eskilere gider. Bakanlığa girdiğimde öyle büyükelçiler vardı ki, bakanlığa biri ilkbaharda, diğeri sonbaharda senede iki telgraf çekerlerdi. Sonra dostlara resepsiyon verip, ‘Bugün ilk telgrafımı çektim’ derlerdi. Babadan oğula geçen adeta “aristokratik” bir hariciyeci imajı vardı. Nimetlerden yararlanan ama cefasında zorlanan bir yapı. Ama biz çoğumuz, memur çocuğu olarak bakanlığa girdik. Dünyanın her bölgesinde her türlü şartta hizmet ettik. Bu tabir o eski dönemdeki bir tarz için kullanılmıştır. Sayın Başbakan’ın Dışişleri Bakanlığı içinde hiç kimseyi kast etmediğini ben şahsen biliyorum.

‘Dışlanma’ meselesi doğru mu peki?

Sayın Kılıçdaroğlu’na cevap vermek istemiyorum. Sayın Başbakanımıza çok sert bir mektup gönderen emekli büyükelçiler grubu oldu. O zaman da bunu etik bulmadığımı açıkladım. Çünkü meslek hayatınızın son gününe kadar hükümetle gayet iyi ilişkiler içinde çalışıp, hiçbir politikasını tenkit etmeyip, emekli olduğunuzun ertesi günü tamamen başka bir tavır içine girmeyi etik bulmadım. O mektubun altında imzası olanların hemen hemen hepsi bu Hükümet emrinde çalışmıştır. O mektubu kaleme alan ile imzalayanlardan 3’ü de şu anda CHP milletvekili. Sanıyorum Sn. Kılıçdaroğlu’na bu konuşmayı yaptıranlar da onlar.

Dışişleri’nde hala monşer var mıdır?

Varsa bana da gösterin. Bu çalışma temposunda Türkiye’nin dünyada bu kadar yaygın Büyükelçilik ve konsolosluklarının olduğu bu ortamda, monşer dediğiniz kişilik zaten görev yapamaz. Sayın Başbakanımız, Dışişleri mensuplarıyla iyi ilişkiler içindedir. Tüm dış politika kararları öncesinde Dışişleri yetkilileriyle konuşur. O ifadeyi, ‘Dışişleri mensuplarının tamamını monşer görüyor, küçümsüyor’ gibi yansıtmamak lazım. Oradaki nüansı en iyi bilebilecek kişiler, CHP’deki meslektaşlarım olmasına rağmen, konuyu başka türlü yansıtıp, Sayın Kılıçdaroğlu’na böyle bir demeç verdirmeleri yanlış.

Suriye için üzüntülüyüz

“Arap baharı Türkiye’yi çarptı”, “sıfırdan çok sorunlu hale geldik” yorumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sıfır sorun politikamız devam ediyor. Bunların hiçbiri Türkiye’nin yarattığı, elinde olup önleyebilme imkanı varken çıkmış sorunlar değil. Bütün amacımız yine sorunları gidermek. Hala Suriye’ye ‘bakın, demokratik adımları atmazsanız, başınıza kötü şeyler gelecek’ diyoruz.

Suriye’de bir ilerleme görüyor musunuz?

Çok mesaj verdik. Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Sayın Başbakanımızın mesajları, Dışişleri Bakanımızın saatler süren görüşmeleri oldu. Ama Beşar Esad rejiminin henüz bizim bir dost olarak tavsiye ettiğimiz yola başvuracağına dair bir emare yok. Bilakis niyet de yok gibi gözüküyor. Onun için hem endişeli, hem üzüntülüyüz.

VOLKAN BOZKIR KİMDİR?

39 yıllık diplomat


Ankara Hukuk Fakültesini bitiren Volkan Bozkır, 39 yılı aşkın süre diplomat ve büyükelçi olarak görev yaptı. Stuttgart Başkonsolosluğu Muavin Konsolosu, Bağdat Büyükelçiliği Başkatibi, OECD Daimi Temsilciliği Müsteşarı, New York Başkonsolosu, Bükreş Büyükelçisi ve AB nezdinde TC Daimi Temsilcisi görevlerinde bulundu. Başbakan Dışişleri Danışmanlığının yanı sıra Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürlüğü ve Dışişleri Başdanışmanlığı, AB Genel Sekreter Yardımcılığı, Dışişleri Bakanlığı AB’den Sorumlu Müsteşar Yardımcılığı ve AB Genel Sekreterliği görevlerini yürüttü. Eski cumhurbaşkanları Turgut Özal ve Süleyman Demirel ile yakın olarak çalışan Bozkır, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın davetiyle siyasete girdi.

Vatan

SON VİDEO HABER

Yeni boykot hamlesi: 'Gazze Kola'

Haber Ara