Dolar

34,9371

Euro

36,6398

Altın

2.975,32

Bist

10.125,46

NATO'nun Libya müdahalesi ne kadar insani?

NTV Haber Müdürü Mete Çubukçu, NATO'nun Libya müdahalesi başta olmak üzere uluslararası müdahalelerin niyetini sorguluyor...

14 Yıl Önce Güncellendi

2011-09-05 08:00:46

NATO'nun Libya müdahalesi ne kadar insani?


Libya müdahalesi dahil olmak üzere uluslararası müdahalelere yaklaşımda yeni değerlendirmelere muhtacız. Her müdahaleyi kendi içinde sebep-sonuç ilişkisi açısından ele almak gerekiyor; hepsindeki ‘iyi niyet’i, ‘insani amacı’ sorgulamamız, klasik ‘emperyalist müdahale’ açıklama kolaycılığına düşmememiz gerekir.

Türkiye’nin Libya konusunda ilk başlardaki mütereddit tutumunun da bu sorulardan kaynaklandığı söylenebilir. Libya’da kısa süre sonra yeni bir dönem başlayacak. Bu dönemin Kaddafi’nin gaddar yönetiminden sonra daha özgür olacağından kimsenin şüphesi yok.

Ancak yeni dönemin aynı zamanda daha kaotik, daha belirsiz, hatta yeni bir iç savaşın habercisi olacağına dair ipuçları da hayli fazla. Bu durum 18 Mart 2011’de NATO öncülüğünde başlatılan “insani” müdahale adı altındaki sürecin farklı bir şekilde tartışılmasına da yol açabilecek.

Libya, Arap ayaklanmaları sürecinin en kanlı belki de en çok tartışılacak bölümünü oluşturdu. Tunus ve Mısır’ın tersine Libya’nın kendine özgü negatif koşulları ülkeyi şu anki durumuna getirdi. Görüntüler ve bilgiler hiç iç açıcı değil; şimdiden 50 bin ölüden söz ediliyor.

Kaddafi yanlılarının kaçarken gerçekleştirdikleri katliamlar karşısında muhalif güçlerin Trablus yanlılarından “öç alma” potansiyeli ilerisi için kaygı yaratıyor. Libya’da ayaklanmanın böylesine kanlı, dış müdahaleye açık ve kendi dinamikleri dışında gelişmesi Kaddafi’nin başlangıçtaki saldırgan ve süreci okuyamaz tavrından kaynaklandığı gibi doğal olarak herhangi bir tecrübesi ve örgütlenmesi olmayan muhaliflerin hazırlık yakalanması, ileriye yönelik herhangi perspektiflerinin bulunmaması, yine Mısır ve Tunus’un aksine barışçıl bir süreç yerine hemen silah ve şiddete başvurmaları belirleyici oldu.

Kaddafi’nin şiddeti karşısında hazırlıksız yakalanan muhalifler kendi ayakları üzerinde durmayıp, direnemeyince çareyi başta Fransa olmak üzere uluslar arası güçleri çağırmakta buldu.

Libya halkı açısından yaşanan acı sürecin sonrasında yaşanabilecekler ise şimdilik pek parlak görünmüyor. Özellikle hiçbir devlet, ordu, parti, iyi kötü demokrasi geleneği olmayan, kurumsal alt yapısı oluşmamış ülkelerin için müdahale sonralarının travmatik yaşanması çok doğal. Libya’da NATO’nun müdahale kararının ne kadar haklı, ayaklanmaların ruhuna ne kadar uygun olduğu; kimilerinin iddia ettiği gibi Kaddafi diktası devrilirken geride enkaz halinde bir ülkenin kalıp kalmayacağı, NATO operasyonunun yeraltı kaynaklarının yağmalanması amaçlı “emperyalist” bir müdahaleyi mi amaçladığı soruları operasyonun sonrasında ortaya çıkacak komplikasyonlar açısından önemli.

Bosna ve Kosova’daki haklı gerekçe

Uluslararası insani müdahale yeni bir kavram ve ulusların kendi halkına karşı başlattığı topyekun ihlallere karşı uluslararası toplumu harekete geçirebilme meşruiyetine sahip. Özellikle Bosna ve Kosova Savaşı ile daha fazla meşruiyet kazanan uluslararası insani müdahalenin son uygulandığı yer Libya.

1990’larda Bosna’da yaşanan katliama müdahalede geç kalınması Kosova’ya erken müdahalede önemli bir etken oluşturdu. Diğer bir etken ise son yıllarda bireyin haklarının devlet egemenliği gerekçesiyle engellenmesi, yerel diktatörlerin ulusal sınırlar içinde her türlü kanlı olayı gerçekleştirmelerini önlemeye yönelik bir tavırdı. Uluslararası hukukun yeni duyarlılık alanı olan “insani müdahale” ile devletlerin ya da diktatörlerin egemenlik alanları yeniden tarif edilmeye başlandı.

Çünkü Avrupa’nın Bosna’daki çifte standartları ya da Yugoslavya’nın parçalanma sürecindeki paylaşım amaçlı sessizliği inanılmaz bir katliama yol açtı. Bugünlerde Trablus sokaklarında dolaşan Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin danışmanlarından Bernard Henry Levy o dönem Bosna’da çokça vakit geçirmiş ve bu durumu “Avrupa sonu” olarak değerlendirmişti.

Ancak müdahalelere her zaman aynı duyarlılıkla yaklaşılmayıp iki yüzlülüğü çok bir uygulama olduğu da görüldü; Ruanda, Sudan örneklerinde olduğu gibi. Bu nedenle bazı operasyonlar ülkelerin kaynakları ve kaynaklarının paylaşılması açısından “insani müdahale” kategorisine daha kolay eklendi.

Libya’da insani müdahale zorunlu bir durum olmakla birlikte tek başına belirleyici değil gibi görünüyor. Nitekim muhaliflerin son saldırısına kadar özellikle Amerika, İngiltere ve İtalyanların operasyonun “askeri giderlerini” sıkça tartışmaları manidardır.

Emperyalizmle açıklanabilir mi?

İnsani müdahalelerle açılan yeni sayfa bir yandan da emperyalist görüşlere gerekçe oluşturuyor. Açıkçası Irak işgali, Afganistan’da yaşananlar ve şimdi de Libya karşımıza çıkan durum “insani yardım” kavramı, müdahale eden açısından istismara açık durum. 1990’lardaki Bosna müdahalesi ne kadar insani amaçlı ise Irak ve Afganistan o kadar bu kavramdan uzaktı.

Afganistan, 11 Eylül saldırısının intikamı, Irak işgali ise aynı zihniyetin devamı olan bir müdahaleydi. Arap ayaklanmalarına kadar ve hala bazı diktatörlere verilen destek göz önüne alındığında insani müdahalelerin kategorik bir durum olmadığı ortaya çıkıyor.

Kosova’ya yönelik müdahalenin muhasebesi bile pek yapılmadı, ki bu müdahale en haklı olanlardan biriydi. Bu tür müdahalelerin hakli gerekçeleri olmakla birlikte, olayların sıcaklığında soğukkanlı yaklaşılamamakta, genelde her şey olup bittikten, puslu hava dağıldıktan, kısmi medya dezenformasyonu tamamlandıktan sonra durum daha net değerlendirilebilmekte.

Tabii ki bu durum müdahaleleri haksız çıkarmamak değil olan biteni daha objektif biçimde tartışma açısından önemli. Kosova müdahalesinin ardından Sırpların Kosovalılara yaptığının benzerini, NATO’nun “göz yumması” ile Kosova Kurtuluş Ordusu UÇK’nın Sırplara yaptığı ortaya çıktı.

O dönemin Economist Dergisi “etnik temizliği durdurmayı amaçlayan bu savaşla daha sonra anlaşıldı ki etnik temizliği arttırdı” yorumunda bulunmuştu. Bir yorum da Freedom House adlı düşünce kuruluşundan: “NATO ve uluslararası güçler Kosova’ya müdahale ettikten sonra etnik temizliğin boyutları arttı. 250.000’den fazla Sırp, Roman, Boşnak, Hırvat, Türk ve Yahudi bölgeyi terk etmeye zorlandı”.

Bu konuda medya ve düşünce kuruluşlarının benzer birçok yorumuna rastlamak mümkün; sadece Kosova değil Irak, Afganistan’da da.

Bu nedenle Libya müdahalesi dahil olmak üzere uluslararası müdahalelere yaklaşımda yeni değerlendirmelere muhtacız. Bu müdahalelerin insani açıdan desteklenmesi gerekirken her müdahaleyi kendi içinde sebep-sonuç ilişkisi açısından ele almak gerekiyor; hepsindeki “iyi niyet”i, “insani amacı” sorgulamamız, müdahillerin amaçlarını irdelerken işin kolayına kaçıp, klasik “emperyalist müdahale” açıklama kolaycılığına düşmememiz gerekir.

Türkiye’nin Libya konusunda ilk başlardaki mütereddit tutumunun da bu sorulardan kaynaklandığı söylenebilir.

Libya müdahalesi kararı Mart ayında Birleşmiş Milletler tarafından alındı. Ancak kuruluşun askeri gücü olmadığı için operasyon NATO’ya devredildi. Alınan karar ilk başka sadece Irak’ta olduğu gibi uçuşa yasak bölge uygulaması, Kaddafi’nin muhaliflere hava üstünlüğü kurmasını engellemeyi, muhaliflerle Kaddafi güçlerinin dengelemeyi amaçlasa da daha sonra kara unsurları hatta sivil hedeflerin vurulduğuna tanık olduk. Nato ayrıca askeri danışmanlar aracılığı ile muhaliflere eğitim, silah ve para desteği de sağladı.

Hatta başlarda Kaddafi’nin belli bir kitle desteği ve taraftara sahip olduğu ortadaydı. Ancak dengeler bozulduğunda Kaddafi’nin desteği azaldı ve şu an yaşanan son gerçekleşti. Kaddafi’nin devrilmesi, baskıcı ve gaddar bir yönetimin sone ermesi önemli bir aşama. Ancak yakın bir dönemde Libya’da nelerin yaşandığını ve gelecekte yaşanabileceği ile ilgili yeni bilgilerin bizleri şaşırtmaması gerekiyor. Çünkü, Libya’da halk kendi geleceğini kurmakta kendi dinamikleri ile hareket edemediği gibi bundan sonra da dinamiklerin nasıl bir ülke yaratacağı da belirsiz. Üstüne üstlük, Kaddafi yönetimini son bulmasıyla birlikte, bu operasyonun şovmeni diyebileceğimiz Fransa’nın şimdiden bu ülke ile ilgili ekonomik tasarrufta bulunması, keza İtalyan ve İngilizlerin sıraya girmesi müdahalenin niteliği konusunda soru işaretlerini çoğaltmakta.

Müdahalenin niyetini sorgulamak!

Ama buradaki soru benzer durumlarda uluslararası toplumun benzer müdahalelerde bulunup bulunmayacağı ya da müdahale etmenin kıstasları.

Batı’nın Kaddafi’nin kendi halkına karşı giriştiği katliamlar karşısında sessiz kalması beklenmemekle birlikte Libya halkını batının eliyle beslenen bir katilin kana buladığını da söylemek gerekiyor; son kertede tüm acıları Kaddafi yanlısı ya da karşıtı Libya halkını çektiği bilinse bile.

Zaten ülkede Kaddafi yanlısı olarak adlandırılan geniş kitlelerin aslında tarihsel gerekçeler, aşiret bölünmeleri nedeniyle böyle konumlandıkları, Kaddafi baskısı ile Trablus’ta kaldıkları biliniyor; aksi halde Trablus’ta bir direniş ve ciddi bir karşı çıkış olması gerekirdi.

Türkiye’nin haklı ve doğal olarak müdahil olduğu süreçte diktatörlerin dünyanın artık eski dünya olmadığını anlaması, bu açıdan Esad yönetiminin de süreci iyi okuması gerekiyor. Ancak yeni bir dünyada eski amaçların, eski aç gözlü tavırların tekrarı bu tür müdahalelerin ve Arap dünyasındaki ayaklanmaların haklılıklarını ileriye yönelik olarak azaltacaktır.

Umut edelim ki daha eşit, adil ve vicdani bir dünya düzeni kurulduğunda, insani yardım kavramı sadece kendi anlamı üzerinden ifade edilir, açık ya da gizli işgal amaçlarına hizmet etmez. Belki de o zaman bu kavrama hiç ihtiyacımız kalmaz.




Star

Haber Ara