Adil Kara / TİMETURK
Taraf gazetesinin büyük (!) mütefekkiresi Ayşe Hür, Kur'an-ı Kerim hakkındaki yanlış bilgilerle dolu yazısında ısrara devam ediyor. Hür, "Erken İslam tarihinin kaynakları" bugünkü makalesinde yine skandallara imza attı. Yeni yazısında biraz araştırma yaptığı gözlemle Ayşe Hür'ün "Bilimsel Araştırma" yerine birilerinden aldığı destek ile yazısını sürdürdüğü görülüyor. Aşağıda Ayşe Hür'ün yazısını olduğu gibi yayımlıyoruz. Yazı arasında konulan kırmızı notlar, bize attir.
Erken İslam tarihinin kaynakları
Geçen haftaki yazıma o kadar çok eleştiri aldım ki, aynı konuya bir kez daha dönmek zorunda hissettim kendimi. Ancak bu yazım her halükârda bu konudaki son yazım olacak. Nedenini yazının tümünü okuduktan sonra anlayacağınızı umuyorum.
Eleştirilere dönersem, kimi “biraz daha araştırsaydınız” türündendi, kimi “senin haddine mi bu konuda yazmak” türünden. Kimi “bunlar bilinen şeyler ama yanlışlar var içinde” türündendi, kimi “külliyen uydurmuşsun” türünden. Kimi “Amacın meşhur olmak mı” diyordu, kimi “Gizli misyoner misin, CIA ajanı mısın?” Kimi “bir daha Taraf almayacağım” diye küsüyordu, kimi “Salman Rüşti'yi unutma” diye tehdit ediyordu. Müjdeler olsun ki, destek mahiyetindeki maillerin sayısı bir elin parmaklarını geçmedi. Seyahatte olduğumdan herkese cevap veremedim, kusura bakmayın. (Hâlâ da seyahatteyim, dolayısıyla teknik hatalar olabilir, peşinen özür diliyorum.) Uzatmayayım, ‘münevveran'dan Nasuhi Güngör'ün twitter'da dediği gibi “meydanı boş görmenin verdiği cüretle yazdığım o korkunç yazı” okurlardan (Nasuhi Güngör müsterih olsun) ‘gereken' cevabı aldı. Kendileri cevap yazamayanlar da Ali Ünal'ın (31 Ağustos 2011, Zaman) yazısıyla tatmin oldular. Bunlar arasında Mustafa Akyol ve Serdar Kaya gibi münevverler de vardı. Demek ki, “böylesine karmaşık bir konuda tatmin olmak bu kadar kolaymış” dedim ve imrendim kendilerine.
Ayşe Hür geçen hafta kaleme aldığı "Ama hangi Kuran'ı esas alacağız" başlıklı makalesindeki vahim hatalarını kabul etmesi gerekirken sadece teknik hata yaptığını iddia ediyor. Bilimsel Araştırmaya önem verdiğini söyleyen Hür, bazı yorumcuların kendisine yaptığı ithamlara epey üzülmüş. ama destek verenlerin de olduğunu belirterek mutlu olduğunu gizlemiyor.
Biz de Ayşe Hür'ün halen seyahette olduğu için yolculuğun verdiği yorgunluktan dolayı yazılan cevapları yeterince anlamadığını düşünerek ona yapılan eleştirileri hatırlatmak istiyoruz. Umarız bu kez seyahatini bitirip, "Bilimsel" araştırmaya yeniden yönelir. Ayşe Hür geçen haftasi yazısına verilen cevaplardan bazıları şunlar:
Ayşe Hür'den Kur'an hakkında skandal yazı,
Ayşe Hür'e Ali Ünal'dan cevap geldi!,
İslam'ın temel kaynaklarına yönelik sorunlu okuma.
Vahiy kâtipleri
Ali Ünal'ın yazısında haklı bulduğum tek eleştiri ‘Yahudi Bahira' ile ilgiliydi. İslam kaynaklarına göre Bahira Yahudi değil Süryani idi ve Hazreti Muhammed'in vahiy döneminde değil çocukluk döneminde yaşamış biriydi. “Diyelim ki, diğer gâvur isimleri de uydurmaydı, peki Selman-ı Farisi de mi uydurmaydı” diye sormayacağım, çünkü hakikaten o isimleri zikretmesem de olurdu.
Ayşe Hür'ün geçen yazısında zikrettiği sözde vahiy katipleri; “Yunanlı Bel'am, Yaiş, Yemenli Cebr, Yessar, Addas, İman, İranlı Selman (Selman-ı Farisi), Yahudi Bahira, Verka, Abdullah İbn-i Selam”. Şimdi bu isimler arasında sadece Bahira yanlışını kabul ediyor. Diğer isimlerin de uydurma olduğunu zımnen itiraf ediyor ancak Selman-ı Farisi de diretiyor. Hür'ün yine unuttuğu bir şey var: o da Selman-ı Farisi vahiy katibi değil Sahabi. Bir ismi doğru vermeniz onun vahiy Katibi olduğunu göstermez Ayşe hanım.
Bunun dışında Ali Ünal'ın gözünden kaçan bir hatam vardı: Haccac'ın valilik dönemi ile ilgili tarihte bir hata yapmış, 694 yerine, 649 yazmıştım. Bir önceki haftaki ‘Haram Aylar' konusundaki hatam için de “IHL mezunu Başbakan bile yanılmıştı” demeyip özür dileyeyim. Daha da ileri gideyim, diyelim ki yazının tümü külliyen yanlıştı, peki Ali Ünal'ın yazısından benim ‘yanlış' anlattığım hikâyenin ‘doğrusunu' öğrenebildiniz mi? Yani vahiylerin nasıl kitaba dönüştürüldüğünü ve bu kitabın nerede olduğunu, günümüzdeki Kuran'larla bu kitabın ilişkisinin nasıl kurulduğunu? En azından ben öğrenemedim, çünkü yazıda, bol bol alaycı cümle, mugalâta, dogma vardı ama ‘gerçek' ve/veya ‘doğru' hikâye yoktu.
Dikkat ederseniz burada mugalata yapan Ayşe Hür'ün bizzat kendisi. Ali Ünal da, Şinasi Gündüz Hoca da bir makalede ne kadar yazılması gerekiyorsa o oranda bir yazı ile cevap vermiş. Eğer Ayşe Hür, Vahiylerin nasıl kitaba dönüştürüldüğünü hakikaten merak ediyorsa daha önceki haberimiz de tavsiye ettiğimiz kitabı umarız bu kez seyahatten vakit bulur okur. Hür'e tavsiye ettiğimiz kitap: Muhammed Mustafa el-Azami'nin İz Yayıncılık tarafından Türkçe'ye kazandırılan "Kur'an Tarihi" adlı kitabı.
Yanlışlanamayan ‘tarih'
Ama Ali Ünal'ı bunun için eleştirebilir miyim? Hayır. Çünkü bu konuda anlatılan bir hikâyeye ‘gerçek' ve/veya ‘doğru' demek de ‘uydurma' ve/veya ‘yanlış' demek de bilimsel kriterlere göre imkânsız. Öncelikle üzerinde konuştuğumuz konu inançla ilgili ve herkes bilir ki, inancın bilimsel dayanağa ihtiyacı yoktur. ‘İnanıyorum' dersiniz olur biter. İkincisi erken dönem İslam tarihini ‘bilimsel' kriterlere göre araştırmak isteyen birinin işi çok zordur. Çünkü o dönemde kaleme alınmış yazılı kaynak çok azdır. Suudi Arabistan yönetimi izin vermediği için, İslamiyet'in merkez coğrafyasında arkeolojik araştırma yapılamadığından, fiziki kanıtlar da çok azdır. Elde bulunan kanıtlar üzerine bilimsel araştırma yapmaya kalkanların önünde Salman Rüşti örneği durur, vs.
Sözde bilimselci Ayşe Hür, bu pragrafta tam bir mugalata örneği ortayaya koyuyor. Kendini haklı çıkarmak için sözde büyük büyük (!) bilimsel araştırmacı Selman Rüşti örneğini gösteriyor. Kur'an ile ilgili araştırma yapmış ve Selman Rüşti gibilerini cebinden çıkarak o kadar Oryantalist olmasına rağmen onu örnek göstermesi sizce tribünlere oynamak değil mi?
Vahiy'e inanır veya inanmazsınız, buna kimsenin bir sözü olamaz. Yüce Allah bile Kur'an-ı Kerim'de İnsanların, hakkı kabul etmede hür olduklarını; (İsteyen iman etsin, dileyen inkâr etsin) buyurarak bu konuda bir zorlamanın olmadığını belirtiyor. Bir müslümanın da vahiy konusunda insanları imana zorlaması beklenemez. Müslüman sadece davet eder yani tebliğ de bulunur.
Ayrıca Suudi Arabistan'ın arkeolojik araştırmalara izin vermediğini ileri sürüyor. Bilimsel bir araştırma yapmış olsaydı Ayşe Hür, bunun bile koca bir yalan olduğunu görürdü. Yıllardır Yemen ve Suudi Arabistan'da bilimsel araştırma yapan batılı bilim adımlarının yazdıkları bile onun en basit cevap olarak yeter. Bu yazılardan bazıları, senelerdir neşredilen Aramco dergisinde de yayımlanıyor. Suudi Arabistan ve Yemen'deki kazılarda bulunan binlerce tarihi eser ve papirüs hem bu ülkelerdeki hem de batıdaki birçok müzede sergileniyor.
Elde ne var?
Bütün bu engellere rağmen Batı kütüphanelerindeki malzemelere bir göz atarsak; Arabistan'da bulunan 685 ve 689 yılına ait yılına ait üzerinde Kuran'dan alıntılar bulunan paralar, 692 yılında inşa edildiği sanılan Kubbet'üs Sahra'daki biri mozaik, diğeri bakır plaka üzerinde yine Kuran'dan alınma (ama bugünkü metinlerden farklı) alıntılar, Afrika ve Arabistan'ın çöllerinde bulunmuş tek tük çift dilli (Grekçe-Yunanca gibi) kitabeler, 634-640 yılları arasına tarihlenen Didaskalia Jacobou diye anılan bir metin, Halife Ömer'in Kudüs'ü fethettiği tarihte (637) Kudüs Patriği olan Sophronius'ın anıları, bir Süryani rahibin Halife Ömer'le Gezirta şehrinin ‘zımmi' halkı arasında yapılan bir sözleşmeden söz eden yazmaları, 696'da Nil deltasındaki Nikiu/Pashati şehrinin Kıpti piskoposu olan John'un Amr İbn'ül-As'ın Mısır gazalarını ayrıntılarıyla anlatan yazmaları, Emevi Halifesi Abdülmelik'in (ö.705) seferlerini anlatan John bar Penkaye yazmaları, 661-681 yılları arasındaki Arap akınlarına bizzat şahit olan ve Arapların Yahudilerle birlikte Bizans'a karşı savaştığını kaydeden Şam yazmaları, yine bu yıllara ait Sebeos adlı bir piskoposun kroniği ile Kuzistan Kroniği, Thomas adlı bir Hıristiyan rahibinin 640'lara ait gözlemlerini içeren 8. yüzyıla tarihlenen mektuplar, bazı seyahatnameler vs... Bu kaynakların gayrımüslimler tarafından üretilmesi ve büyük bir bölümünde, İslam'ın ‘resmî' tarih söylemiyle çelişen şeyler olması yüzünden İslam'ın resmî tarihçileri tarafından büyük ölçüde görmezden gelindiğini not edelim.
Ayşe hanım yine yazısında birçok konu alıntılıyor ama gelişi-güzel. Hani biraz araştırmacı ruhu olsa, bu konuların Müslüman tarihçiler tarafından görmezde gelinmediğini bilakis alıntıladığı konuların birçoğunun Müslümanların ortaya koyduğu delilleri kuvvetlendirici bilgiler olduğunu görürdü. Şimdi yukarıdaki cümlesine Şinasi Gündüz hocanın geçen hafta yazdığı cevabından bir alıntı ile karşılık veriyoruz: "Hür yazısının sonunda ise elimizdeki Kur'an nüshasının Hz. Osman dönemindeki Kur'an nüshasıyla ayetlerin sırası ve içeriği ile aynı olduğunu söylemenin bilimsel açıdan mümkün olmadığını, bunun ancak imanla mümkün olabileceği vurgulanıyor.
Öncelikle yazıda dile getirilen iddiaların A. Sprenger, Arthur Jeffery, Richard Bell, Christoph Luxenberg vb. oryantalistlerin Kur'an'a ve Kur'an tarihine ilişkin eserlerinde tartışma konusu yapıldığını belirtmek gerekir.
Oryantalistler, güvenilirliği hayli şüpheli bazı marjinal rivayetlerden, çeşitli sonraki dönem gayrimüslim yazarların erken dönem İslam tarihine yönelik iddialarından ve Kur'an'ın bir kitap halinde bir araya getirilip çoğaltılması sürecine ilişkin bazı gelişmelerden (örneğin harflerin noktalanması ve harekelenmesi, Kur'an cümleleri arasına ayraç işaretlerinin konulması, bazı kelimelerin okunuşuna yönelik olarak farklı kıraatların mevcut olması ve surelerin sıralanması gibi) hareketle eldeki mevcut Kur'an metninin otantizmini sorgulamaya ve Batı'da Kitabı Mukaddes'e yapıldığı tarzda Kur'an'ı bir tarihsel ve edebi tenkide tabi tutmaya çalıştılar.
Ancak Kur'an'a ve Kur'an tarihine yönelik bütün bu çalışmalar, Kur'an'ın tarihsel otantizmine yönelik doğruluğu hayli tartışılır bazı iddialardan öteye geçemedi, iddiaların tutarlılığına yönelik somut hiçbir veri ortaya koymadı/koyamadı.
En azından elimizdeki Kur'an metninden (mushaftan) metin ve içerik olarak farklı olan hiçbir materyalin varlığı ortaya konulamadı. Bu konuda, Türkiye'de, mevcut erken dönem Kur'an Mushafları ve Mushaflar tarihi konusunda araştırmalar yapan Tayyar Altıkulaç'ın çalışmalarına bakılabilir.
Kur'an tarihine yönelik erken dönem İslami kaynaklara ve erken dönem Mushaflarına dikkat çeken Ayşe Hür'ün bu kaynakları okuyup araştırabilecek bir donanıma sahip olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak yazısından, konuya ilişkin hayli spekülatif bazı yazılar okuyup bunlardan hareketle çeşitli iddiaları dillendirdiği anlaşılıyor."
Siyer, hadis, tefsir geleneği
İslam'ın ‘resmî' tarihi ise esas olarak ‘siyer' veya ‘sire' denen Hazreti Muhammed'in biyografilerinden; İslam ordularının seferlerini konu alan gaza kitaplarına, kabaca Kuran'ın açıklaması demek olan tefsir kitaplarına, Peygamber'in sözleri ve eylemlerini konu edinen hadis kitaplarına, İslamiyet'in hukuki boyutunu ele alan fıkıh kitaplarına dayanıyor. Bu tür kitaplar ise Hicret'in ikinci ya da üçüncü yüzyıllarında ortaya çıkmaya başlamış. Gerçi, İslami kaynaklarda Hasan bin Thabit (ö.674) ve Zübeyr'in (ö.713) Peygamber'in biyografisini ilk kaleme alanlar olduğu söylenirse de bu kaynaklar günümüze ulaşmamış. İbn-i İshak'ın (ö.761 veya 767) siresi ancak İbn-i Hişam'ın (ö.833) ve Tabari'nin (ö.923) nakliyle ve üzerinde epeyce ‘çalışılmış' halleriyle biliniyor.
Mugalatanın âlâsını yapıyor burada Ayşe Hür. Hadis, Siyer ve Tefsir üzerine yapılan çalışmalar Fıkıh kitaplarından daha önce yapılmıştır.
Şii ve Harici geleneği hiç bilmiyorum ama Sünni geleneğinde en güvenilir bulunan hadis kitabı Peygamber'in ölümünden iki asırdan fazla zaman sonra derlenen Buhari'nin (ö.870) Es Sahih adlı eseri. Buhari 600 bin hadis duyduğunu ama bunların sadece 7.275'ini güvenilir bularak kitabına aldığını söylüyor. Hadis alanında güvenilir bulunan bir diğer kaynak Müslim ise bu sayıyı üç bine indirmiş. Bugün bazı İslam âlimleri, sahabeler döneminde bu sayının çok daha az olduğunu, dolayısıyla hadisleri dikkatli kullanmak gerektiğini söylüyor. (Hâl böyle olunca da iki hafta önceki yazımdaki Türklerle ilgili hadisleri her ne kadar Buhari'den aldıysam dauydurma olabileceğini söyleyen okurlara hak verdiğimi belirtmek boynumun borcu.) Dört kitabı günümüze ulaşan bir başka hadisçi Tırmizi (ö.882). Suyuti'nin (kısaca) İtkan adlı kitabı ise daha da geç, 15. yüzyılda derlenmiş ama bugün en çok başvurulan kaynaklardan biri.
Aman Allah'ım yine gayri-bilimsellik kokuyor bu cümleler. Bir insan ne zaman "Bilmiyorum" der Allah'ım. Yanlışta bu kadar ısrar insanı hatadan hataya nasıl sürüklüyor... Ayşe Hanım İmam Buhari'nin ezberlediği mükerer ve farklı rivayet zincirlerinin toplamı 600 bin hadistir. Rivayet silsilesi içinden hadisleri seçiyor anlayacağız. Batılı oryantalistleri bile dehşete düşüren bu hassasiyet sizin indinizde soruna dünüşüyor. Üniversitede bize bilmediğiniz bir konuda mutlaka konunun uzmanına danışın denilirdi. Demek ki, artık bu da kalktı. Hadin hayırlısı. Bu konuda hakikaten bir gerçek bilgiye ulaşmak istiyorsanız, Yeni Akademi Yayınları arasında çıkan Muhammed Accac el-Hatib tarafından kaleme alınan"Sünnetin Tespiti" ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'in Diyanet Vakfı Yayınları arasından çıkmış olan Sünnet ve Hadisin Anlaşılmasında ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu kitabını okumasını salık veririz.
Kuran'ın ilk tefsircisi Hazreti Muhammed, onun ölümünden sonra da sahabeler olmalı. Bu kişiler ayrıca ilk fıkıh, kelam ve hadis âlimleri elbette. Ama tefsir işinin bir disiplin haline gelmesi çok sonra olmuş. Tefsirin önemini sadece şu örnek bile anlatır herhalde: Tek satırlık ‘Besmele'nin (Bismillahirahmanirrahim) Kuran'ın bir ayeti olup olmadığı konusunda Dört Sünni İmam farklı düşünmüş. İmam Şafii ve İmam Ahmed (Hanbeli) Besmele'yi ayet sayarken, İmam Malik ve İmam Hanefi Besmele'yi ayet saymamış. (Tartışma günümüzde de sürüyor.)
Ayşe Hanım, Fıkıh ve Kelam çalışmaları Hadis ve Tefsir çalışmalarından çok sonra yapılmıştır. Tefsir ve Hadis araştırmaları beraber yürütülmüştür. İbn-i Abbas ve İbn-i Mes'ud gibi Kur'an-ı çok iyi bilen birçok sahabinin kurduğu medreselerde Kur'an ilimleri alan yüzlerce tabiin yetişmiştir. Ayrıca İmam-ı Şafii'nin hocası olan Tebe-i Tabiinden Mukatil b. Süleyman (ö:150/767)'ın Türkçe'ye İşaret Yayınları tarafından kazandırılan et-Tefsir'ul Kebir ve Ahkam Ayetleri Tefsiri'nin umarız okuma zahmetinde bulunur.
Bu arada, Tek satırlık ‘Besmele'nin (Bismillahirahmanirrahim) Kuran'ın bir ayeti olup olmadığı konusunda ulema tartışmıyor Ayşe Hanım. Tüm alimler bunun bir ayet olduğu konusunda müttefik. Sadece her surenin başında bulunmasının bir ayet olup olmadığı tartışma konusu. Tartışma günümüzde sürmüyor. Herkes besmeleyi biiznillah okuyor. Bazıları Kur'an-ı Kerim'i günlük okurken başlarken tek besmele ile yetinirken, diğer bazı Müslümanlarda sureden sureye geçerken hepsinde besmele okumayı ihmal etmiyor. Yani herke okuyor. Tartışma bildiğiniz gibi değil...
İlk tefsir kitaplarından biri Abdullah İbn-i Abbas'ın (ö.687) Kuran'daki yabancı, bilinmeyen, anlaşılmayan kelimeleri açıklamak için kaleme aldığı Garib'ül-Kuran gibi görünüyor. İbn-i Abbas 700 kadar sözcüğün kökenini araştırdığını, sonuç olarak Arapçanın çeşitli lehçeleriyle Süryanice, Nabatça, Habeşçe, Rumca, İbrânice, Farsça, Kıbtîce, Çince ve Berberîce olduğunu söylemiş. Ama bu kitabı daha sonraki yüzyıllardan yapılan nakiller yoluyla biliyoruz. (‘Garip kelimeler' üzerine tartışma da hâlâ sürüyor.) İmam Malik'in (ö.796) Kuran'ın fıkıhla ilgili bölümlerine dair tefsirini de sonraki yüzyıllarda yazılmış kitaplardan biliyoruz. Günümüze ulaşan en eski tefsir kitabı ise Tabari'ye (ö.922) ait. Tabari, Kuran'ı Sünnet'le (Peygamberin pratikleriyle) yan yana değerlendiren ilk tefsirci imiş. Rivayetlere göre ilk kuşak tefsircilerden Mücahid'in (ö.722) tefsiri sadece 30 sayfa iken, Tabari'nin tefsiri günümüz ölçeklerinde 15 ila 30 cilt tutuyor. Tabari'den bu yana yapılan tefsirlerin kaç sayfa tuttuğunu ise hesaplamak imkânsız.
"Garibu'l Kur'an" konusunu da yanlış anlamış Ayşe hanım. Hemen elimin altındaki İbn-i Abbas'ın eserine bakıyorum. Ayşe hanımın zikrettiği konuyu bulamıyorum. Bulmamam tabii çünkü Garibu'l Kur'an-ı Ayşe Hür yanlış anlatıyorda ondan. Kur'ân-ı Kerîm'deki garîb lafızların tefsirini konu alan ilim dalı ve bu dalda yazılan eserlerin ortak adıdır. Garîb kelimesi sözlükte "yurdundan uzak kalan; tek ve nâdir olan; bilinmeyen, mübhem ve kapalı olan" gibi anlamlara gelir. Kur'ân-ı Kerîm Arapça'nın Kureyş lehçesiyle nazil olmakla birlikte diğer Arap lehçelerinden gelen veya yabancı dillerden alınıp Arapçalaştırılan kelimeler de ihtiva etmektedir. Günümüze ilk ulaşan tefsir Taberi tefsiri değildir. Ondan daha önce yazılan tefsir ve Türkçe'ye kazandırılmış olan Mukatil b. Süleyman'ın tefsiridir. Tefsire nasıl ulaşılacağı konusunda yukarıda link verdim. Ayrıca Türkçe'ye kazandırılmamış olan birçok tefsir de bulunmaktadır.
‘Tarih' ve ‘dilbilim'
‘İlk İslam tarihçisi' kabul edilen El Wakidi'nin (ö.822) sadece Kitab al-Tarikh wa al-Maghazi adlı kitabı günümüze ulaşmış. Ancak İslam tarihçileri pek güvenilir bulmuyorlar Wakidi'yi. Örneğin İmam Şafii'ye (ö.820) göre Maliki'nin kitaplarında yalanlardan başka bir şey yokmuş.) İbn-i Haldun'a (ö.1406) daha kaç asır var siz hesaplayın.
Yani Ayşe hanım bilmediğiniz bir konuda bu kadar konuya girmeniz inanın beni dahi yordu. Konudan konuya atlıyorsunuz. Şunun Bilin Vakidi'den önce de daha birçok Müslüman tarihçi vardı: Muhammed İbn. Hasan eş-Şeybanî (132-189), Cabir el Cu'fî (ö. 128), Musa b. Ukbe (ö. 141), Abdullah b. Ebu Bekir b. Hazm (ö. 135) ve Ma'mer b. Raşid (96-154) gibi... Ayrıca Vakidi kendisi kitabına bulduğu her rivayeti aldığını doğru ve yanlış diye bakmadığını ve bu konuda hadisçilerin gösterdiği hassasiyeti göstermediğini çünkü bir tarih kitabı yazdığını belirtiyor. Öte yandan, İmam Malik, İmam-ı Şafii'nin hocasıdır. İmam-ı Şafii'nin de kitapları günümüze ulaşmıştır ve kitaplarından hocası İmam-ı Malik'in ilmi dehasını över ve yer yer hocasının şiirlerle medheder. Sahi kaç asır sonra büyük İslam alimi İbn-i Haldun bir şey mi yazdı da yine yanlış anladınız Ayşe Hanım. İbn-i Haldun bir dehadır. Umarın onun Mukaddimesini okuma zahmetine de girersiniz.
İşin bir de dilbilim kısmı var. Henüz o yüzyıllarda Arabistan yarımadasında hangi dillerin yaygın olduğu, hangilerinin yazı dili, hangilerinin konuşma dili olduğu konusunda anlaşılmış değil. Ama diyelim ki, bugün bazılarının dediği gibi Arapça egemen ve gelişmiş bir dil olsun, İslamiyet'in kısa sürede bir dünya dini olduğu düşünülürse anadili Arapça olmayan bir Müslüman'ın (Mevali) Arapça yazıları doğru şekilde okuması için elzem olan harekeleme işinin ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Okurlarımdan birine göre bu işin üstadı Dördüncü Halife Ali imiş ama bu konudaki İslami literatüre bakılırsa, bu konudaki ilk çalışmalar Ebu'l- Esved ed-Düeli (ö.688), Nasr b. Asım (ö.707), Hasan Basri (ö.728) ve/veya Yahya b. Ya'mur (ö.746) tarafından, noktalama ise Abdülmelik b. Mervan (ö.705) tarafından yapılmış ama sistemin günümüzdeki haline gelmesi Halil bin Ahmed'in (ö.786) çalışmalarıyla olmuş. Bu arada Arap dilinin grameri üzerine ilk ciddi çalışmalarını Sibaveyh'in (ö.796/797) yaptığını hatırlatalım. Bu yeniliklerin işlerlik kazanmasının çok daha geç tarihlerde olduğunu düşündüren bir örnek, büyük bir bölümü Tunus Milli Kütüphanesi'nde bulunan bir Kuran. Üzerindeki ithaf cümlesinden Abbasi Halifesi Me'mun (ö.833) tarafından babası Harun Reşit'in (ö.809) Meşhed'deki (İran'da) mezarına konulmak için hazırlandığı anlaşılan Kuran'ın neredeyse hiçbir noktalama işareti taşımıyormuş.
Yukarıdaki bilgilerin büyük oranı doğru. Hadi yine bir doğruyu yakaladınız. Umarım bu sizi çok sevindirmiştir. Fakat yine bir hata işliyorsunuz. Noktalama işaretleri bir sorun değil ki, benim gibi bir acem dahi Kur'an-ı Noktalama işarete olmadan okuyabiliyor. Noktalama işareti Arapça'yı bilmiyenler için konulmuştur. Örneğin Türkiye'de Arapça bilmeyip Kur'an-ı Kerim'i okuyan milyonlar var ancak bu harekeler ve noktalar olmasa Arapça bilmeyen biri Kur'an-ı okuyamaz. Ama Arapça bilenlerin böyle bir şeye ihtiyacı yok. Umarım anlamışsınızdır.
Paradigmanın içinden
Ben vahiylerin nasıl yazılı hale getirildiğinin hikâyesini işte geç dönemde üretilmiş olsa da İslam tarihçilerinin güvenilir bulduğu bu kaynaklara (Buhari'ye, Tırmizi'ye, Suyuti'ye, vb.) dayanarak anlatmıştım. Üstelik bu hikâye, Kuran eleştirileri yüzünden bundan tam 21 yıl önce bugün, 4 Eylül 1990 günü derin devletin tetikçileri tarafından katledilen Turan Dursun (Din Bu I, s. 78-89) ile çok şükür ki hâlâ yaşayan Diyanet İşleri'nin eski başkanlarından Süleyman Ateş'in (Gerçek Din Bu, s. 127-135) paylaştığı nadir hikâyeden biriydi.
Ama Ayşe Hanım geçen haftaki yazınızda bir siteye dayanarak bu konuda yazı yazdığınızı söylemiştiniz. Şimdi Buhari, Tirmizi ve Suyuti diyorsunuz. Buhari, Tirmizi ve Suyuti kitap değil ki, alıp Vahyin nasıl yazıldığını anlayasınız. Onları ancak bu işe yıllarını vermişler anlar. Hani her tıp kitabını eline alan tıp konusunda yazabilir mi? Devletin derin tetikçileri tarafından öldürülen Turan Dursun ağabeyin de yazdıkları tamamen yanlış Ayşe hanım. Ona Süleyman Ateş hoca başta olmak üzere birçok kişi cevap yazdı.
Çeşitli merkezlerdeki tarihî Kuran'lara, Arapça-Süryanice-Kufi yazısı vs. gibi konulara ilişkin lehte ve aleyhte tezleri derli toplu şekilde arşivlemiş olan islamic-awareness.org adlı internet sitesi ise giriş sayfasındaki açıklamaya göre (tahminimce Arap kökenli) Müslüman araştırmacılarca “Hıristiyan misyonerlere ve oryantalistlere” cevap vermek için oluşturulmuş ‘bilimsel' nitelikte bir savunma sitesiydi. Alt linkleri tıklayanlar yüzlerce, belki de binlerce makale ile karşılaşabilirlerdi. Hepsi de “And Allah knows best!” (Ve Allah en iyisini bilir!) diye biten makaleler, resimlerle, fotoğraflarla desteklenmişti. (Sitenin bilimsellik anlayışı benimkine uymadığı için tırnak işareti kullandım ama sitenin yaklaşımı, bana cevap veren münevverlerin yaklaşımına göre milyon kere daha ‘bilimsel'.) Ancak anlaşılan kimse zahmet edip de adresi tıklamamış. Bunun nedeni de muhtemelen sitenin adının İngilizce olması. Nitekim bana ‘oryantalist' etiketi yapıştıranların temel dayanağı bu siteye yaptığım atıftı. (Bu konuya yazının sonunda kısaca değineceğim.) Hâlbuki birazcık önyargılarını veya tembelliklerini yenseler, Ali Ünal'a ihtiyaç kalmadan ağzımın payını verirlerdi.
Valla Ayşe hanım onu bunu bilmem yine kötü bir zanda bulunuyorsunuz. islamic-awareness.org sitesi bizim de bazen katkıda bulunduğumuz bir site. Sitenin kurucularından bazıları yakın arkadaşımız olur. Ali Ünal ve Şinasi Gündüz hocanın da hem Arapça hem de İngilizce bildiklerini biliyorum. Yani kötü zanda bulunmuşsunuz...
Mushaflar karşılaştırıldı mı?
Buraya kadar anlattıklarım bile ‘resmî' Sünni İslam kaynaklarına dayanarak yazılacak bir hikâyenin şu veya bu şekilde ‘yanlışlanmasının' ne kadar kolay olduğunu gösteriyor ama ben hatama devam edip Ali Ünal'ın (mealen) ‘Kuran'ın tek kelimesi bile değişmeden günümüze kadar geldiği' iddiasına değineceğim. Bu iddianın pozitivist anlamda ‘bilimsel' olarak ispatlanması mümkün değil, çünkü Ebubekir'in derlemesine ulaşılmış olsaydı bile kimse bunların Hazreti Muhammed'e vahyedilenlerin tamamını içerip içermediğini bilemezdi. Çünkü bunu ölçecek fiziki bir araç/yöntem yok. Sadece imanla ‘içeriyordu' diyebilirsiniz. Ama ilginçtir böyle bir şeyin ‘bilimsel' anlamda imkân dâhilinde olduğunu İslam kaynakları söylüyor. Çünkü vahiylerin aynen kâğıda geçirilişinin somut ifadesi olarak kabul edildiği anlaşılan Osman'ın Mushafı üzerinde bir oybirliği var. Nitekim Ali Ünal da yazısını bu iddia üzerine kurmuş. O zaman ‘Kuran'ın tek bir kelimesi bile değişmeden günümüze kadar geldiğini ispat etmek için' önce Osman'ın Mushafı'nı bulmak, onunla dünyanın değişik yerlerindeki (İstanbul'daki, St. Petersburg'daki, Semerkand'daki, Kahire'deki, Londra'daki, San'a'daki, Tunus'taki vb.) tarihî Kuran'ları karşılaştırmak, daha sonra bunlarla, geçen yazımda yanlışlıkla 1920'de dediğim ama aslında 1923/1924'te hazırlanan Kahire edisyonunu karşılaştırmak, sonra da bu edisyonla dünyanın değişik yerlerindeki güncel Kuran'ları karşılaştırmak gerekmez mi? Benim aklım böyle diyor. Ama elbette, “ben inanıyorum” deyip işin içinden çıkmak daha kolay.
Ayşe hanım anlamamakta direniyor. Sanki bu konuyu bir tek kendisi biliyor. İnanın Kur'an üzerine araştırmaları bilinen Ali Ünal ve nacizane biz de Kur'an üzerine epey araştırma yaptık. Bu konuda yurt dışındaki Mushafları da inceledik. 1923-1924 Kahire edisyonun da bir zamanlar ayetler arasına konulan yıldız işaretleri yerine rakamlar konulmuştur. İnsanlar hangi ayette olduğunu daha iyi bilsin diye... Hani biz Kur'an-ı Kerim'in bir vahiy olduğuna iman ediyoruz ama bugüne değin hiçbir değişikliğe uğramadan geldiğini de bilimsel olarak ispatlıyoruz. Siz vahye inanmak ile bugüne değin tahrife uğramadan gelişini karıştırıyorsunuz. Ali Ünal'ın ‘Kuran'ın tek kelimesi bile değişmeden günümüze kadar geldiği' bilimsel olarak herkes tarafından bizzat kabul edilmiştir. Kur'an hakkında yeteri kadar bilimsel bilgisi olmayanlar hariç tabi...
Nitekim bazıları yukarıda adını andığım tarihî Kuran'ların bir bölümünü inceleyen Tayyar Altıkulaç'ın kendisiyle röportaj yapan gazetecinin “Bu araştırma sonucunda Kur'an'ın hiçbir harfinin değişmediği savı bir kez daha kanıtlanmış oluyor sanırım” sorusuna “Bu savda ‘bir harf' ifadesi ile Yüce Kitab'ın herhangi bir tahrife uğramadığı kastediliyorsa bu sorunun cevabı elbette ‘evet' olacaktır...” demesini yeterli buluyor (http://www.belgehaber.com/haber.php?haber_id=2799). Ama Tayyar Altıkulaç söz konusu tarihî Kuran'ları Osman'ın Mushaf'ıyla karşılaştırmış değil, çünkü Osman'ın Mushafı bulunmuş değil. Tarihî Kuran'ları dünyanın değişik yerlerindeki güncel Kuran'larla karşılaştırmış değil. O zaman neye dayanarak, hepsi aynı diyor belli değil. Ama Thomas Khun'dan öğrendiğimize göre paradigma böyle bir şeydir işte. “Paradigmaya yöneltilen her tür eleştiri, sağır kulakların aşılmaz duvarıyla ya da sistemi savunmaya hazır inançlı taraftarların güya mantıklı tepkileriyle püskürtülür.”
Yukarıdaki cümlenize Tayyar Altıkulaç hoca cevap verecektir umarım. Ama şunu bilin İslam dünyasında tüm mushaflar üzerine yapılmış onlarca çalışma bulunmaktadır. Türkiye'de Altıkulaç hocanın yanı sıra birçok İlahiyatçı'nın bu konuda eserleri bulunmaktadır. Bir zahmet bilimsel araştırma yapsanız, göreceksiniz tümünü...
Oryantalizm yaftası
Son olarak ‘oryantalizm' suçlamalarına değinmek istiyorum. Bugün Doğu dünyasında, ‘Doğu'ya, İslam'a yönelik herhangi bir eleştiriyi püskürtmek isteyen sıradan insanlar hakaretten katletmeye kadar uzanan çeşitli yöntemlere başvururken, münevver takımının yöntemi, alaya alma ile oryantalistlikle suçlama arasındaki yelpazede dolaşıyor. Halbuki oryantalistlerin İslam tarihine yaptıkları katkıları küçümsemek ancak bunlardan habersiz olanların yapacağı iştir. (Bu konuyu ilerde ele almak isterim.) Şimdilik kısaca Ali Ünal'ın adını andığı Christoph Luxenberg ve Alphonse Mingana'nın (ben bunlara John E. Wansbrough, Patricia Crone, Michael Book ve Robert G. Hoyland'ı da ekleyeyim) kitaplarını keşke birileri Türkçeye çevirme cesareti bulsa da yazarların nerede yanıldığını anlasak demekle yetiniyorum. Aynı şekilde yazımda kısaca değindiğim halde, birçok kişiyi çok tedirgin ettiğini anladığım Gerd R. Puin, Yemen-San'a'da bulunan Kuran üzerinde 39 yıldır yaptığı çalışmalarını bitirebilse ve bilimsel raporlarını yayımlansa da, Dücane Cündioğlu'nun (Yeni Şafak, 29 Ağustos 2000) neye itiraz ettiğini tam olarak anlasak diyorum. (Aslında birinci tekil şahıs kullanmam lazım çünkü başta Mustafa Akyol ve Serdar Kaya olmak üzere bana eleştiri yöneltenler Ali Ünal'ın yazısından her şeyi anlamışlar.)
Dücane Cündioğlu'nun anlatmak istediklerini tam anlamak istiyorsanız bu konuda size önerdiğimiz Muhammed Mustafa el-Azami'nin İz Yayıncılık tarafından Türkçe'ye kazandırılan "Kur'an Tarihi" adlı kitabını mutlaka okumalısınız.
Yazımı bitirirken asıl eleştirilmem gerekenin, İslam'ın siyasi ve askerî açıdan egemenliğini ilan ettiği 8. ve 9. yüzyıllarda kaleme alınmış rivayet ve efsanelere dayanarak İslamiyet'in en tabulaştırılmış dönemi hakkında bir yazı yazmaya soyunmak olduğunu tekrarlamak istiyorum. İşe Turan Dursun gibi Allah/ Tanrı/ Yaratıcı'nın varlığını sorgulayarak başlamaya cesaretim olmayabilirdi ama hiç olmazsa İslam içi ve İslam dışı kaynakları birarada kullanarak bir hikâye yazmayı deneyebilirdim. O zaman daha ağır bir bombardıman altında kalırdım veya sonum Turan Dursun gibi olurdu ama en azından soyadıma layık olurdum...
Ayşe hanım vallahi vahye iman edip etmemekte hürsünüz. Kur'an tarihi hakkında yazı yazmakta da tamamen hürsünüz. Fakat sizden ricamız lütfen bilimsel araştırmacılık ünvanına sadık kalın. Her okuduğunuz tıp kitabından hareketle tıp doktorluğuna kalkışmayın. Bilmediğiniz konuda da bilmiyorum deme cüretini gösterin. Allah'a iman edip etmemekte de hürsünüz. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor; "De ki: "İster ona inanın, ister inanmayın" (İsra / 107) Hani bu konuda zorlama ve baskı asla olmaz. Dini bilen hiçbir müslüman böyle bir baskıya yeltenemez. Yeter ki, dini aşağılamayın ve hakaret etmeyin. Bilimsel anlamda herkesin istediğini yazma hürriyeti var. İslam tarihine bir göz atın. Müslüman toplumlarda inanmayan yüzlerce bilim adamı ve insan görürsünüz. Hepsi de İslam toplumlardında özgür yaşamışlardı. Eleştiriyi göze almıyorsanız yazı da yazmayın o zaman. Her müslümanın kendi kutsal kitabı savunma hakkı vardır. Biz de onu yapıyoruz. Turan Dursun ağabeyi de öldürenleri siz bizden daha iyi biliyorsunuz. Bilmiyorsanız yazdığınız gazetedeki üstadlara sorabilirsiniz. Turan Dursun öldüren "Derin Devlettir". Peki, "Derin Devlet" kimdir? Bunu bi zahmet Ahmet Altan'a sorun. Çünkü bu konu onun uzmanlık alanına giriyor...
Ek Okuma: Turan Dursun, http://www.kurandakidin.net/uydurulandinkurandakidin.pdf; Süleyman Ateş, Gerçek Din Bu, 1-2, Yeni Ufuklar Neşriyat, 1991; İbn Warraq, “Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi”, Cogito, S. 37, Güz 2003; John E. Wansbrough, Quranic Studies: Sources and Methods ofScriptural Interpretation, Amherst, NY: Prometheus Books, 2004; Patricia Crone&Michael Cook, Hagarism: The Making of the Islamic World, Cambridge: Cambridge University Press, 1977; Robert G. Hoyland,Seeing Islam As Others Saw It: A Survey and Evaluation of Christian, Jewish and Zoroastrian Writings on Early Islam (Studies in Late Antiquity and Early Islam),Darwin Press, Incorporated, 1998.
Ek okumaların hepsi kitaplığımda bulunuyor. Sayenizde yine inceleyeceğim. Umarım siz de size önerdiğimiz kitapları bi zahmet seyahetten vakit bulup okursunuz. Uzman olduğunuz konulardaki "Bilimsel Yazılarınız" hararetle bekliyoruz. Çalışmanızda başarılar Ayşe hanım....
Not: Ayşe Hür'e yazdığımız yukarıdaki kısa cevaplar hızlı yazıldığından umarım dil hatalarını mazur görürsünüz.