M. K. Bhadrakumar*
Ankara hükümetinin Müslüman Ortadoğu’da Osmanlı mirasını geri almak için kolları sıvayıp hararetli mesaiye giriştiği bir dönemde, Kürt isyancılar Türkiye’nin başını ağrıtmayı sürdürüyor. Ankara, en azından bir süre gözlerini ülke içine çevirmek zorunda.
Türkiye’nin Kürt isyancılarla meşgul olmasından kazançlı çıkan taraf, Suriye rejimi olacak. İran da Kürt dağlarındaki gelişmelerden, çaktırmadan memnuniyet duyuyor gibi görünüyor.
Kürt isyanı, nispeten sakin bir dönemin ardından Türkiye’nin doğusunda tekrar varlığını hissettiriyor. Oysa iki yıl önce Kürt sorununun siyasi çözümü Başbakan Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde ufukta görünmüş gibiydi.
Son günlerde Türk Hava Kuvvetleri Kürt isyancıların Irak’taki sığınaklarını yok etmek amacıyla bir dizi sınırötesi saldırı düzenliyor. Türk ordusu, ‘85 hedefin vurulduğunu, ne kadar hasar verildiğinin bölgedeki keşif uçuşlarının ardından tespit edilip açıklanacağını’ belirtti.
Demokrasi olgunlaşıyor
İslamcı eğilimlere sahip hükümet yanlısı Zaman gazetesi, 19 Ağustos’ta Ankara’daki ‘ismini vermeyen kaynaklara’ dayanarak, Türkiye’nin bugüne dek Kürt faaliyetlerini gözlemek konusunda zayıf bir istihbarata sahip olduğu Kuzey Irak içlerinde ‘operasyonel ileri karakollar’ kurduğunu iddia etti. Türkiye’nin son on yıldır Irak içinde yaklaşık 2500 askeri var ve bunların yarısı, Irak hükümetinin onayı olmadan orada bulunuyor. Fakat gelinen noktada bu sayının artacağı muhakkak. Zaman’ın haberine göre Kuzey Irak’taki Türk karakolları, daha fazla asker ve özel kuvvet konuşlandırılacak biçimde tahkim edilecek. Görünüşe göre Türk hükümeti, yakın dönemde yeni sınırötesi operasyonlar için Meclis tezkeresinin uzatılmasına çalışıyor.
Stratejinin hedefi, Türk birliklerinin Irak içinde kalıcı üslenmesiyle Kürt isyancılar üzerindeki baskıyı sürdürmek gibi görünüyor. Fakat askeri analistler, belli bir noktada Türkiye’nin Irak içinde geniş çaplı bir kara harekâtına başvurabileceğini düşünüyor. Ankara’nın çizgisini ‘sertleştirdiği’ ve geçmişte işe yaramayan eski dogmatik düşünce tarzının (yani Kürt bölgelerindeki demokratikleşmenin ancak güçlü bir konumdayken, ‘terörizm’ kesin olarak alt edildikten sonra başlatılabileceği düşüncesi) yeniden su yüzüne çıktığı açık.
Eğer böyleyse, Erdoğan’ın en cazip projelerinden birine (yani ‘Kürt açılımına’) sırtını çevirmesi çok yazık. Açılımın gündeme geldiği dönemde, geçmişteki haksızlıkları kabul edecek ve Kürt kültürünün ve entelektüel hayatının gelişmesine alan açarak Türklerle Kürtler arasında gerçek bir ulusal uzlaşma aramak yönünde büyük bir siyasi cesaret sergilemişti.
Türkiye’de Kürtçe, 80 yılı aşkın bir süre yasaklandı ve Kürtçe konuşanlar baskı gördü. Erdoğan liderliğinde atılan adımlarla, 2009’da TRT6 adlı Kürtçe televizyon kanalı yayına başladı; bir eğlence kanalı olsa da Kürtçe konusundaki tabuları yıktı.
Her ne olduysa, Kürt liderliğiyle siyasi uzlaşma arayışı ve ücra bir adada hapiste bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan’la devlet arasında yapılan dolaylı görüşmeler sona erdi. Şimdi Ankara, askeri yöntemlere geri dönüyor ve avukatlarının Öcalan’la görüşmesine izin vermiyor.
Ancak geçmişle niteliksel bir fark var: Türkiye demokrasisi süreç içinde olgunlaştı. Erdoğan’ın Kürt sorununa ‘yeni yaklaşımı’ gelenekçiler ve ‘Kemalistler’in hışmına uğrarken, şu anki sertlik yanlısı stratejiye dönüşü de muhalefet tarafından kuşkuyla karşılanıyor. Bu, Türkiye’nin ne kadar değiştiğini ve Erdoğan’ın belki de siyasi çözümde ısrar etmek yönünde muazzam bir fırsatı kaçırıyor olabileceğini gösteriyor. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun terörün silahla sona ermeyeceği ve barış dilinin kullanılması gerektiği yönündeki sözleri de buna delalet.
Kılıçdaroğlu’nun açıklamasında, Erdoğan’ın bu yeni tavrının iç siyasi hesaplardan kaynaklandığı vurgusu da vardı. Kökleri Kemalizm’e dayanan ve Türk milliyetçiliğinin ana kaynağı olan CHP, son dönemde Erdoğan’ı Batı’nın Ortadoğu’daki jeopolitik hedeflerine taşeronluk yapmak ve bunun karşılığında ABD’den destek almakla da eleştirdi.
Ankara geçmişte Irak’ın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle uluslararası tepkiler almıştı, fakat Erdoğan’ın şu anki hesabı Batı’nın, özellikle de ABD’nin, Türkiye’nin saldırılarını görmezden gelmeyi tercih edeceği gibi görünüyor. Zira Batılı ülkeler, ‘Arap Baharı’nın gidişatını Batı’nın jeopolitik çıkarlarına hizmet edecek biçimde belirlemek konusunda Ankara’daki İslamcı hükümete bel bağlıyor. Türk yorumculara göre mevcut jeopolitik bağlamda Batı Türkiye’ye, Türkiye’nin Batı’ya olduğundan çok daha fazla muhtaç.
Kıbrıs’ta enerji sorunu
Bugüne dek Washington veya herhangi bir Avrupa başkentinden Türkiye’nin Irak’taki hava saldırılarına dair menfi bir açıklama gelmedi. Türkiye’nin çifte standardına dikkat çekmekse İran’a kaldı. Tehran Times’taki bir yorumda Türkiye’nin, bir yandan Suriye hükümetini silahlı teröristlerle mücadelesinde eleştirirken, diğer yandan kendisinin Kürt ayrılıkçılara yönelik saldırılarını sürdürdüğü ifadeleri yer alıyordu.
İran’ın yaklaşımı, Ankara’nın Kürt isyanıyla ilgili müşkül durumunu anladığını ima ediyor (İran da Kuzey Irak’ta Kürt ayrılıkçılara karşı askeri operasyonlar düzenliyor.) Fakat bu empati, ABD’nin Iraklı Kürtlerle yakın ilişkisi göz önüne alındığında, Washington’ın kolayca sergileyebileceği bir yaklaşım değil. ABD, askeri varlığını 2011 sonrasına uzatma umutlarını hâlâ koruduğu bir kavşakta, Irak’ta siyasi karışıklık istemeyecektir. Tahran ise Türkiye ve İran’ın (ve Suriye’nin), Ankara tarafından öncelik verilmesi gereken ortak çıkarları olduğuna işaret ediyor.
Türkiye’nin sınırötesi hava saldırılarını tahrik eden faktör, Kürt isyancıların sadece hazirandan bu yana 40 askeri öldürmesiydi. Çukurca’daki son saldırıdan sonra Erdoğan, hükümetinin ‘sabrının taştığını’ söyledi.
Fakat Türkiye’deki Kürt sorununun, aynı zamanda bölgesel bir sorun olduğu ortada. Dahası, yabancı unsurların bu Kürt sorununa çeşitli yollarla müdahale etmesi gibi Ankara’yı endişeye sevk edecek bir gerçeklik var. Türk yorumcular, bu hassas dönemde Kürt meselesinin yeniden kızışmasında İran ve Suriye parmağı olduğundan kuşku duyuyor.
Yorumculara göre, İsrail istihbaratı da son dönemde Kuzey Irak’ın Kürt bölgesindeki faaliyetlerini arttırdı. İsrail, Türkiye için istihbarat paylaşımında güvenilir bir ortak olmuştur, fakat bu işbirliğinin iki ülke arasındaki ilişkilerin kötüleştiği bir dönemde mümkün olup olmadığı kuşkulu.
Öte yandan Türkiye, Doğu Akdeniz’de bir başka sorunla yüz yüze. Kıbrıs, gelecek altı hafta içinde Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama faaliyetine başlayacağını açıkladı. İsrail karasularına dayanan 324 bin hektarlık alanda doğalgaz yatakları keşfedildi. Ankara, kuyu açılmasına karşı çıkıyor ve Kıbrıs sorunu çözülüp de Kıbrıslı Türkler bu kaynaklardan payına düşeni almadan arama faaliyeti başlarsa, müdahale edeceği uyarısında bulunuyor.
Suriye rejiminin kazancı
İlginç olansa Lefkoşa’nın arama çalışmaları için Amerikan petrol şirketi Noble Energy ile anlaşması. Lefkoşa’nın arkasında Yunanistan var (Moskova da Lefkoşa’ya destek beyanında bulundu). Kısacası Türkiye, Suriye’nin de kıyısı bulunan Doğu Akdeniz bölgesinde bir çıkarlar silsilesi karşısında. Elinde kalan seçenek, ABD’yi Noble Enerji’ye arama çalışmalarını ağırdan alması konusunda baskı yapmaya zorlamak.
Türkiye, bir yandan Suriye muhalefetinin toplantılarına ev sahipliği yaparken, Suriye’de arabuluculuk seçeneğini de elinde tutmaya çalışıyor. Aynı ikili tavır, Ankara’nın ABD Başkanı’nın Esad’ın gitmesi gerektiği yönündeki açıklamasına mesafeli durmasında da tezahürünü buldu.
Türkiye’nin profesyonel diplomatları, bölgesel gelişmeleri iyi okuyor. ‘Arap Baharı’nın ve bilhassa Suriye’nin dışında, İsrail, Mısır ve Filistin’deki gelişmeler de Ankara’da bölgesel politikada yeni bir odak noktasının ortaya çıktığı fikrini hasıl ediyor. Mısır’la İsrail arasında bir sorun yaşanırsa, bundan Suriye rejiminin kazançlı çıkacağını biliyor. Bu yüzden Ankara, Sina’da bir çöl fırtınasının Suriye’deki ‘Arap Baharı’nın ilerleyişini en azından geçici olarak sekteye uğratabileceğinin farkında. Türkiye’nin Suriye’ye müdahale ihtimaliyse neredeyse hiç kalmadı, zira Türk ordusu ve istihbaratı Kürt bölgeleriyle fazlasıyla meşgul.
* Büyükelçi M K Bhadrakumar, Hindistan Dışişleri’nde deneyimli bir diplomattır. Sovyetler Birliği, Güney Kore, Sri Lanka, Almanya, Afganistan, Pakistan, Özbekistan, Kuveyt ve Türkiye’de görev almıştır.
Radikal