Pepe Escobar*
Yeni Libya’yı, ‘Felaket Kapitalizmi’ dizisinin en son bomba bölümü olarak düşünün. Bu kez kitle imha silahları yerine R2P (‘koruma sorumluluğu’) var elimizde. Bu bölümde neo-muhafazakârlar değil, insancıl emperyalistler işbaşında. Fakat hedef aynı: Rejim değişikliği. Proje de aynı: Turbo-kapitalizme entegre edilmemiş bir ülkeyi tümüyle dağıtmak ve özelleştirmek; turbo motorlu neo-liberalizm için bir başka (kârlı) fırsat alanı açmak. Mesele bilhassa faydalı, zira neredeyse küresel bir resesyonun ortasında duyulan bir ağız şapırtısı bu.
Biraz zaman alacak; Libya petrolü 18 ayda piyasaya tamamen dönmeyecek. Fakat NATO’nun bombaladığı her şeyin yeniden inşası söz konusu olacak (evet, Pentagon’un Irak’ta bombaladıklarının pek azı yeniden inşa edildi).
Petrolden yeniden inşaya falan derken, ballı ticari fırsatlar çıkacak. Fransa’nın neo-Napolyoncu Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Britanya’nın David Arabistanlı Cameron’ı, bilhassa kendilerinin NATO’nun zaferinden kâr sağlamak konusunda iyi konumda oldukları kanaatinde. Fakat yeni Libya ganimetinin her iki eski sömürgeci gücü (neo-sömürgeci mi demeli?), resesyondan çıkarmaya yeteceğinin garantisi yok.
Bilhassa Sarkozy, Fransa’nın Arap dünyasında ‘stratejik yeniden konuşlanması’nı öngören politikasının parçası mahiyetinde Fransız şirketleri için iş fırsatları sağlayacak. Vaktiyle demediğini bırakmayan Fransız basını, bunun ‘onun’ savaşı olduğunu söyleyip sinsice seviniyor – Katar’la işbirliği içinde, sahadaki isyancıları Fransız silahlarıyla donatmaya onun karar verdiğini, donatılanlar arasında, ‘Siren Operasyonu’nun başlangıcında Misrata’dan Trablus’a denizyoluyla giden kilit önemde bir isyancı komando birliğinin de bulunduğunu anlatıyor.
Petrol şirketleri yarışta
Albay Kaddafi’nin protokol şefi Ekim 2010’da Paris’e kaçtığında, Sarkozy bir şeylerin açıldığını gördü. Rejim değişikliği dramasının kuluçkaya yatırıldığı an işte buydu.
Akbabalar ganimetleri kapmak için Trablus üzerinde döneniyor. Ve evet –yapılanların büyük kısmı, petrol anlaşmalarıyla alakalı; bunu ‘isyancı’ Arap Körfezi Petrol Şirketi’nin enformasyon müdürü Abdülcelil Mayuf’tan daha açık ifade edeni bulmak zor: “İtalyan, Fransız ve Britanya şirketleriyle, velhasıl Batılı ülkelerle bir sorunumuz yok. Fakat Rusya, Çin ve Brezilya’yla siyasi meselelerimiz olabilir.”
Şu işe bakın ki mesele yaşayabiliriz diye saydığı üç ülke, yükselen ekonomiler grubuna (BRICS de denen ülkeler: Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) mensup. Bu ülkeler büyürken, bombacı NATO ekonomileri ya durgunluk ya da gerileme içinde. NATO’nun gökten rejim değişikliği getirmesi şeklinde metamorfoza uğratılan uçuşa yasak bölge zırvası, yani BM Güvenlik Konseyi’nin 1973 sayılı Libya kararı oylanırken dört BRICS ülkesi yoktu. Neyin ne olduğunu başından beri gördüler. Onlar için işleri daha da kötüleştiren şey, Pentagon’un Africom’u ilk 150 Tomahawk’ını Libya semalarına göndermeden sadece üç gün önce, Albay Kaddafi’nin bir Alman televizyonuna verdiği röportajda ülkesinin saldırıya uğraması halinde enerji anlaşmalarının Rus, Hint ve Çin şirketlerine aktarılacağını vurgulamasıydı.
Yani petrol vurgununun kazananları çoktan belirlenmişti: NATO üyeleri ve Arap monarşileri. İşin içindeki şirketler arasında Britanyalı BP, Fransız Total ve Katar ulusal petrol şirketi vardı. Savaş jetlerini ve paralı askerlerini ön cepheye süren, isyancılara muharebe ‘eğitimi veren’ ve Libya’nın doğusundaki petrol satışlarını idare eden Katar için, savaşın akılcı bir yatırım kararı olduğu görülecek.
İsyancıların Trablus’a girmesiyle nihai safhasına ulaşan krizden önce Libya, günde 1.6 milyon varil petrol üretiyordu. Bu miktarda devam ettiğinde, üretim Trablus’un yeni muktedirlerine yılda yaklaşık 50 milyar dolar kazandıracak. Hesapların büyük kısmı, Libya’nın petrol rezervlerinin 46.4 milyar varil olduğunu gösteriyor.
Yeni Libya’nın ‘isyancıları’nın Çin’le papaz olması, kendileri için hayırlı olmaz. Beş ay önce Çin’in resmi politikası, ateşkes çağrısında bulunmaktı; bu gerçekleşseydi, Kaddafi Libya’nın yarısını kontrolünde tutmaya devam edecekti. Ancak Pekin (ki şiddet yoluyla rejim değişikliğinden asla hazzetmemiştir), itidalli davranıyor.
Ulusal Geçiş Konseyi’nin (UGK) Başkan Yardımcısı Abdülhafız Goga da Çin resmi haber ajansı Xinhua’ya, Kaddafi rejimiyle yapılan anlaşmalara bağlı kalınacağını söyledi –fakat Pekin işini şansa bırakmıyor.
Çin, ithal ettiği petrolün sadece yüzde 3’ünü Libya’dan alıyor. Angola, daha da önemli bir tedarikçi. Fakat Çin, hâlâ Libya’nın Asya’daki en büyük petrol müşterisi. Dahası, altyapının yeniden inşası veya teknoloji ihracı alanında faydalı olabilir –aşiret esaslı iç savaşın patlak vermesinden önce, en az 75 Çin şirketinin Libya’da 36 bin çalışanı vardı ve hepsi üç günden az bir zamanda tahliye edildi.
Ruslar (Gazprom’dan Tafnet’e kadar), Libya projelerine milyarlarca dolar yatırım yaptı; Brezilya’nın petrol devi Petrobras ve inşaat şirketi Odebrecht’in Libya’da yatırımları vardı. Onlara ne olacağı belirsiz. Rusya-Libya Ticaret Konseyi’nin genel müdürü Aram Şegunts endişeli: “Şirketlerimiz her şeyini kaybedecek; NATO onların Libya’da iş yapmasını engelleyecek.”
İtalya, “Ya bizimlesin ya bize düşmansın” testinin ‘isyancı’ versiyonundan geçmiş gibi görünüyor. Anlaşılan o ki enerji devi ENI, olan bitenden etkilenmeyecek, zira Başbakan Silvio ‘Bunga Bunga’ Berlusconi pragmatik davranıp vaktiyle ahbabı olan Kaddafi’yi, Africom/NATO bombardıman furyasının başlangıcında çöpe atıvermişti. ENI’nin müdürleri, Libya petrolü ve doğalgazının Güney İtalya’ya akışının kıştan önce devam edeceğinden emin. Ve İtalya’daki Libya büyükelçisi Hafid Gaddur, Roma’ya Kaddafi dönemi anlaşmalarına bağlı kalınacağı teminatını verdi. Berlusconi de UGK’nin başbakanı Mahmud Cibril’le Milano’da bir araya gelecek.
Türklerin payına düşenler
‘Komşularla sıfır sorun’ politikasıyla meşhur Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da eski ‘isyancı’, yeni muktedirlere övgüler yağdırıyor. NATO’nun doğu kanadı sıfatıyla Kaddafi sonrası ganimetlere göz koyan bir başka taraf olan Ankara, neticede Kaddafi rejimine uygulanan deniz ablukasına yardım eden, UGK’yı temmuzda Libya hükümeti olarak resmen tanıyan noktaya geldi. Onun payına da ticari ‘ödüller’ düşecek.
Geldik hayati önemdeki tezgâha; Suudi sarayı, Libya’da muhtemelen Selefi soslu dostane bir rejim kurulmasından nasıl kâr sağlayacak; Suudilerin bu kadar saldırmasının sebeplerinden biri, Kaddafi’yle Kral Abdullah arasında 2002’de Irak savaşının arifesinde başlayan husumetti. Bahreyn’i istila edip oradaki Şiileri ezen ultra-gerici mutlak monarşinin/ortaçağa has teokrasinin, Kuzey Afrika’daki demokrasi yanlısı olarak nitelenebilecek bir hareketi selamlamasındaki ikiyüzlülük malum.
Her neyse ne, neticede parti zamanı. Suudi inşaat devi Bin Ladin Grubu’nun Libya’da çılgınlar gibi yeniden inşaya girişeceği ve Bab ül Aziziye’yi çirkin, lüks bir Trablusitanya Alışveriş Merkezi’ne dönüştüreceği günleri bekleyin.
*Pepe Escobar: Gazeteci-Yazar. Küreselleşme: Küresel Dünya Nasıl Savaşta Eriyor? (Nimble Kitapları, 2007) ve Kırmızı Bölge Mavileşirken: Dalgalanan Bağdat’tan Bir Enstante adlı kitaplarının yazarı. Obama Küreselleşme Yapar (Nimble Kitapları, 2009) yeni çıkan kitabıdır.
Radikal