Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, Cumartesi günü "Suriye'den önce İran durdurulmalı" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Kaplan, yazısında İran'ı ağır bir dille eleştirip lanetledi.
Kaplan bir sonraki gün "İran ne işe yarar ki?" başlıklı yeni bir yazı kaleme aldı ve bu yazısında İran'ı niçin lanetlediğini açıkladı:
Kaplan: "Esed rejimine sonuna kadar destek verdiği, hem de işlediği cinayetleri seyrettiği için İran'ı da lanetledim. Bu lanetleme faslı yanlıştı. Rahatsız olan herkesten özür diliyorum" dedi.
"Suriye üzerinden İran üzerine söylediklerime oldukça farklı tepkiler aldım" diyen Yusuf Kaplan İran konusundaki fikirlerinin arkasında olduğunu yineledi.
Yusuf Kaplan, bugün İran üzerine üçüncü bir yazı daha kaleme aldı.
Kaplan, "İran sorunu" başlıklı yazısında; "İran'ın Ankara Büyükelçiliği, son iki yazıda İran'ın Suriye'de ve bölgede uyguladığı politikalara ilişkin yönelttiğim eleştirilerin hiç birine cevap verme zahmetine katlanmadan, yazdıklarımın "asılsız ve düzmece" olduğunu söyleyerek tam komünist partisi gibi, tam İsrail büyükelçiliği gibi, tam Amerikan büyükelçiliği gibi kibirli, ezberci, slogancı, bildiğim bildik, çaldığım düdük'çü gibi hareket ettiğini gösteriyor" yorumunu yaptı.
iŞTE KAPLAN'IN İRAN ÜZERİNE YAZDIĞI ÜÇ YAZI:
III. YAZI:
İran sorunu
İran'ın Ankara Büyükelçiliği de tıpkı "komünist partisi gibi", tıpkı İsrail büyükelçiliği, tıpkı Amerikan büyükelçiliği gibi çalışıyor anlaşılan: Anında cevap yetiştiriyor ve kendi bildiklerini, ezberlerini, sloganlarını bozuk plak gibi tekrarlamaktan geri durmuyor.
İran'ın Ankara Büyükelçiliği, son iki yazıda İran'ın Suriye'de ve bölgede uyguladığı politikalara ilişkin yönelttiğim eleştirilerin hiç birine cevap verme zahmetine katlanmadan, yazdıklarımın "asılsız ve düzmece" olduğunu söyleyerek tam komünist partisi gibi, tam İsrail büyükelçiliği gibi, tam Amerikan büyükelçiliği gibi kibirli, ezberci, slogancı, bildiğim bildik, çaldığım düdük'çü gibi hareket ettiğini gösteriyor.
İran Büyükelçili'ğinin bu tavrı ve bu tavırla söyledikleri benim İran yazılarında söylediklerimi doğruluyor. İran Büyükelçiliğinden gelen yazıda benim İran hakkında yazdığım yazıları "kin ve nefret duyguları"yla yazdığımı söylemiş. "Kin ve nefret duyguları"yla yazan bir adam ertesi gün "lanetlemek yanlıştı" deyip de müslümanca bir duyarlılıkta, çekinmeden özür diler mi?
İran'ın Ankara Büyükelçiliği, üstelik de bunu bakın nasıl bir kibirle ve körlükle telaffuz ediyor: "Anlaşılan makale sahibi, İslâm dininde, o da halkı Müslüman olan bir ülkeye hem de mübarek Ramazan ayı gibi kutsal bir ayda telin etmenin kınanmış ve reddedilmiş olduğunu bilmemektedir."
İran'ın İslâmî kaygıları nasıl da işine geldiği zaman ve işine geldiği şekilde öne çıkardığını gösteren bir çelişki var burada. Benim Suriye'de haftalardır, ne haftaları aylardır, üstelik de Ramazan ayında daha da hunharca ve vahşice boyutlar kazanarak masum insanların, çocukların, sahurlarda, camilerin önünde katledilmelerinden ötürü İran'ın burada oynadığı belirleyici role, Esed rejimine kayıtsız şartsız destek vermesine, bu cinayetlerin önlenmesi konusunda kılını bile kıpırdatmamasına, aksine suç ortağı olmasına ilişkin tek bir kelime etmiyor büyükelçilik yazısı.
Oysa biz / bendeniz, rahmetli Beheçti'yi ve İran'ın kremasını şehit eden Amerikan vahşeti karşısında günlerce az gözyaşı dökmedik. Mezhepçilik filan gözümüzü körleştirmedi yani.
Ama Esed rejimi, Suriye İhvanı'nın liderlik kadrosunu İran'ın desteğiyle temizliyor, İran'ın kılı kıpırdamıyor. Neden acaba? İRAN, KÜRESEL SİSTEME MÜSLÜMAN HAREKETLERİN LİDERLERİNİ KIRDIRARAK MI MEYDAN OKUYOR? "Hizbullah" kılıklı "canavar" olarak adlandırılan aşağılık adamların Suriye'de kan kusturdukları söyleniyor bizzat tanık olan gözlemciler tarafından.
Tekrar soruyorum: İran, küresel sisteme, Afganistan'dan Irak'a, Lübnan'a ve Filistin'e kadar hoşuna gitmeyen İslâmî hareketlerin liderlik kadrosunun katledilmesine -en azından- göz yumarak mı meydan okuyor? Böyle bir İran'ı şiddetle kınarım ben. ("lanetlerim" değil; çünkü akîdevî açından tehlikeli lanetleme).
İran, Suriye'deki Müslüman katliamından, İhvan liderliğinin temizlenmesinden birinci derece sorumludur, suç ortağıdır, İslâm dünyasına hesap vermek zorundadır ve ben İran'ın bu işlenen cinayetlerdeki rolünü hazmedemem, sorarım, sorgularım. Sünnî olduğum için değil, Müslüman olduğum için.
Bakın yarın, yani 50-60 yıl sonra bu bölgeden Amerika, Avrupa çekilecek. İsrail, tehdit ve tehlike unsuru olmaktan çıkacak. Müslümanlara kalacak bu coğrafya. Eğer bu kafayla gidersek, İran'ın veya Türkiye'nin veya Suud'un cinayetlere göz yummasına göz yumarsak işimiz çok zorlaşır. Hele de İslâmî iddialarla yola çıkan ülkelerin kendi varoluş ilkelerini çiğnediklerini hatırlatmayı, uyarmayı (ki Suriye'deki cinayet'te İran'ın rolü İran'ı kınamayı gerektirecek kadar ürpertici ve ciddîdir; İhvan'ın güç belâ oluşan liderlik kadrosu temizleniyor; İran'ı burada kınarım ben ve bunu) Amerika'nın ekmeğine yağ sürmek olarak niteleyenlerin de ruhsuzluğuna, beyinsizliğine şaşarım, acırım sadece.
Görüldüğü gibi önümüzde bir İran sorunu beliriyor besbelli: Başta İran'ın kendisi olmak üzere bütün Müslüman entelijansiyanın bu mesele üzerinde kafa yormaları boyunlarının borcudur, vesselam.
II. YAZI:
İran ne işe yarar?
Suriye üzerinden İran üzerine söylediklerime oldukça farklı tepkiler aldım. Bugüne kadar İran konusunda düşündüklerimin çoğunu yazmadım. Bu konuda her zaman basiret, feraset ve hassasiyeti önceledim. Bu fikirlerimi konferanslarımıza, sohbetlerimize katılan insanlar biliyor.
Fakat Suriye'deki masum insanların katlediliş biçimlerine, (tıpkı Filistin'de, Lübnan'da, Bosna'da, Afrika'da vs. olduğu gibi) yüreğim daha fazla dayanamadı ve (yine diğer yerlerde olduğu gibi) patladım tabiî olarak: Hem salt ulusal stratejik çıkarlarını önceleyerek Baasçı-totaliter Esed rejimine sonuna kadar destek verdiği, hem de işlediği cinayetleri seyrettiği için İran'ı da lanetledim. Bu lanetleme faslı yanlıştı. Rahatsız olan herkesten özür diliyorum. Biz de insanız ve yanılabiliriz, vesselam. Ama İran konusundaki fikirlerimin arkasındayım.
* * *
Bu arada, birileri bana "savrulduğumu" filan söylemeye kalkıştı! İşte bunu kabul edemem! Bu ülkede duruşundan kuşku duyulamayacak, önüne dünyanın serveti de yığılsa, hanlar, hamamlar, saraylar da konulsa, durduğu yeri aslâ terk etmeyecek birkaç kişiden biriyim ben. Bilen iyi biliyor bunu zaten. Bilmeyen de bilmiş olsun.
* * *
İran meselesine gelince... Benim için, merhum Humeyni'den sonra devrim bitmiştir. Herhangi bir Müslüman ulus-devletten farkı kalmamıştır İran'ın. Bu bir.
İkincisi, ben İran'ın vurulmasından filan sözetmedim. İran'ın, Suriye'deki katliamın sürmesindeki rolünden ötürü, durdurulmasını istedim. Hepsi bu.
Üçüncüsü, İran'ın ABD-İsrail tarafından Türkiye üzerinden füze kalkanıyla çevrelenmesini, başka silahlarla vurulmasını en sert dille kınamaktan çekinmem.
Dördüncüsü, İran'la Türkiye'nin açık veya örtük türlü işbirliği projeleri geliştirmelerini, birbirlerine ayakbağı olacak tehlikeli işlere kalkışmamalarını beklerim. Özellikle Davutoğlu'nun Türk hâriciyesine çağ atlattığı son 6-7 yıldan bu yana Türkiye'nin İran'a ve Suriye'ye Batı'dan yöneltilen saldırıları nasıl göğüslediğini bilmeyen yok. Ama İran'ın aynı duyarlığı gösterdiğini ben görmedim; gören bilen varsa söylesin.
Beşincisi, Batı ittifakının ve kurumlarının fiilen bir parçası olmasına rağmen, Türkiye'nin ABD'ye, AB'ye, İsrail'e yaşattığı hayal kırıklıkları, vurduğu "darbeler", İran'ın hiçbir zaman yapamadığı somut büyük işlerdir.
Altıncısı, İran'ın küresel sisteme darbe vurmak gibi bir niyeti var mı gerçekten? Yoksa retorikten mi ibaret "çıkardığı ses"?
* * *
Yedincisi ve püf noktası: İran, ne işe yarıyor acaba?
İran'ın küresel sisteme meydan okuyan bir aktör olduğu iddiası çok su götürür bir mitten ibarettir. Dikkatle izlenmesi gereken iki büyük "iş görüyor" İran: Birincisi, küresel sisteme "meydan okuyormuş gibi yaparak" hem sadece kendi ulusal-bölgesel çıkarlarını pekiştirmeye bakıyor; hem de küresel sistemin bölgeye derinlemesine -askerî, stratejik ve jeo-politik olarak- yerleşmesine (bilerek veya bilmeyerek) zemin hazırlıyor.
Sadece şu sorunun cevabını verebilelim yeter: Küresel sistemin çanına ot tıkayacak tek bir küresel projesi var mı İran'ın? Ama Türkiye'nin var: D-8 Projesi. Bu projenin öldüğünü düşünenlere şaşarım: Bu proje, resmen olmasa bile son 6-7 yıldır fiilen adım adım uygulanıyor. İran sadece boş laf ederken, Türkiye, sistem içinden ama arkadan dolanarak önümüzdeki 40-50 yıl içinde bölgeyi yeniden ayağa kaldıracak bir medeniyet projesinin yapıtaşlarını döşüyor, sessiz ve derinden.
İkincisi de, çok fazla farkedemediğimiz bir şey: Küresel aktörler, İslâm dünyasının uzun vadede yeniden toparlanabilmesinin zeminini oluşturan (İslâm dünyasını 400-500 sene kasıp kavuran kargaşaya, dağınıklığa, kaosa ilk kez muhkem bir Ehl-i Sünnet omurgası inşa ederek son veren) Osmanlı tecrübesiyle 600 küsur yıl önce gerçekleştirdiğimiz akîdevî, entelektüel ve sosyo-jeo-politik bütünleşmeyi / pax'ı tam ortadan yarma projelerinde İran'ı fena hâlde ayartıcı şekillerde kullanıyorlar: Bu nedenle Şii hattı'nın güç ve hâkimiyet alanını genişletme konusunda son 25 yıldan bu yana geliştirilen bütün projeler, -Irak'tan Özbekistan'a kadar- başarıya ulaşmış durumdadır.
Ve ne hikmetse, küresel sisteme "başkaldıran" İran, ABD'nin (ve İsrail'in) girdiği bütün savaşlardan en kazançlı çıkan -İngilizlerden sonraki- ikinci ülkedir. Neden acaba?
I. YAZI:
Suriye'den önce İran durdurulmalı
Türkiye, içeriden ve dışarından kıskaca alınarak kuşatılıyor. İçeride barış ve huzur mevsimi Ramazan'ı zehir eden stalinist, dinsiz, kitapsız, kutsalsız, vicdansız, kuralsız, kukla PKK'ya binlerce kez lanet olsun. Dışarıda, yanıbaşımızda, Suriye'de sahur vaktinde vicdansızca kendi insanlarını bombalayan sosyalist-totaliter Baas rejiminin son artığı Beşşar Esed'e ve terör şebekesine de binlerce kez lanet olsun. Suriye'deki katliamın arkasındaki pers ruhlu aktör İran'a da binlerce kez lanet olsun.
Evet, Türkiye kuşatılıyor yeniden, içeriden ve dışarıdan. Bu kuşatmayı yarmalı Türkiye. Başbakan Erdoğan Afrika'daki açlık sorunu dolayısıyla Somali'ye yapacağı ziyareti daha fazla ciddiye almalı şimdi.
***
Kuşatma psikolojisiyle hareket ettiğim için Türkiye'nin kuşatıldığını söylüyor değilim. Fiîlî kuşatmadan sözediyorum. Kaldı ki, bu kuşatmanın tarihi bir hayli uzundur; Türkiye'nin Batılılaşma / sekülerleşme projesi, Türkiye'nin içeriden ve dışarından durdurulması anlamında bir kuşatmaydı. Biz bu zokayı yuttuk uzunca bir süre. Ama bu tezgâh tutmadı; son çeyrek asırda toparlanmaya başladık: Son birkaç yıldır tam sonuç almaya başlamıştı ki, bir anda her şey alt üst oldu.
***
Türkiye'de güçlü bir tarih bilinci olmadığı için, biz "dayağı yemeden kendimize gelemiyoruz". Ama o zaman da iş işten çoktan geçmiş oluyor.
Batılılaşma, Batılılaşmanın hayata geçiriliş şekli olan sekülerleşme bir felâkettir. Bir köleleşme biçimidir. Bir yokoluş macerasıdır. Sekülerleşmenin bir felâket olduğunu anlayabilmemiz için 1956 yılından 2006 yılına kadar Türkiye'deki toplam boşanan insan sayısı 50 yılda 60 bin kişiyken, sadece son 5 yılda 50 bin kişi olarak gerçekleşmesi mi gerekiyordu? Dünyevîleşmek, tefessüh etmek, bencilleşmek, bananecilleşmek, benişimibilirimcileşmek demek olan sekülerleşmenin bir felâket, bir soysuzlaşma, bir yolsuzluk katlayıcısı, bir cinayet kaynağı olduğunu anlayabilmemiz için Türkiye'de de ille de Batı'daki cinayetleri aratmayacak ürperticilikte cinayetlerin işlenmesi mi gerekiyordu?
***
Evet "dayak yediğimiz zaman" kendimize geliyoruz ama iş işten geçmiş oluyor. Bunun son örneği, Arap Baharı denen tezgâh. Arap Baharı denen numaranın, daha ilk günlerden itibaren, medeniyet iddiasıyla donanarak yeniden tarihin yapılmasında kilit rol oynayacak "yeni Türkiye"nin önünü tıkamaya dönük bir tezgâh olduğunu yazdım. Ama kimselere anlatamadım. Ta ki, Suriye'deki felâket gelinceye kadar.
Bir insanın söylediklerinin felâket'le doğrulanması, felâket bir şey gerçekten! Ama yaptığımız şey, yaşadığımız felâketin nasıl bir şey olduğuna dikkat çekmek zaten.
Arap Baharı denen tezgâhta Türkiye'nin model alındığını söyleyen iktidara yakın çevreler, Arap Baharı denen şeyin asıl hedefinin Türkiye'yi kuşatmak, Türkiye'nin önünü tıkamak, Türkiye'nin başlattığı ve olağanüstü ilgi uyandıran yürüyüşü durdurmak olduğunu kesinlikle anlayamıyorlar.
***
Suriye'deki katliamın arkasında İran var. İran, durun dese, durdurulacak ve duracak katliam. Hama'da vurulan Türkiye'dir. Türkiye'deki beyinsizler anlayamıyor olabilirler ama Başbakan'ın bu konudaki feraseti her türlü takdirin üzerindedir. Anlaşılan, ille de dayak yememiz gerekiyor!
Bölgesel ve küresel gücü artan, sahici bir medeniyet fikrini dünyaya sunabilecek tek ülke olan Türkiye vuruluyor hem Hama da, hem de PKK teröristlerince.
İran, çok tehlikeli bir oyun oynuyor. Suriye'yi karıştırarak Türkiye'yi arkadan vurmakla Türkiye'nin büyümesini, önünün açılmasını istemeyen Amerika'yla ve İsrail'le aynı yerde konuşlanmış oluyor, Persleşen, vicdansızlaşan ve yüzlerce masum Suriyelinin katledilmesini "seyreden" (?) İran.
Birileri İran'ı durdurmalı artık. Suriye'yi değil, İran'ı. Suriye'yi ve bölgeyi karıştırarak, sömürgecilere bir kez daha peşkeş çekecek tehlikeli bir bölgesel savaşın tohumlarını ekiyor İran. O yüzden durdurulmalı.
Bir Türkiye'nin yaptığına bakın, bir de İran'ın yaptığına: Türkiye, İran da, Suriye de vurulmasın diye göğüs göğüse çarpıştı Batılılarla; ama İran ilk ele geçirdiği fırsatta vuruyor Türkiye'yi arkadan, Suriye'den.
İran'ın şu an tek derdi Türkiye'nin toparlanıp büyümemesi. Aynı dert Amerika'nın da, Avrupa'nın da, İsrail'in ve -sıkı durun- Türkiye'deki laikçi, ulusalcı, Kemalist ve Sabetaycıların da derdi değil mi?