Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Halk tolere etti, BDP ise heba etti

PKK hattında olup bitenleri ve bölge halkının operasyonlara nasıl baktığını, yine bölgenin bir insanı, akademisyeni ve siyasetçisi olan Doç. Mazhar Bağlı değerlendiriyor.

14 Yıl Önce Güncellendi

2011-08-22 06:46:40

Halk tolere etti, BDP ise heba etti

Doç. Bağlı: PKK’nın bir Kürt meselesi yoktur ama Kürt meselesinin bir PKK sorunu vardır. Barışa yaklaşıldığı her dönemde kan dökmek PKK refleksidir. Kürt siyasilerin sözü bitse de çözüm devletin masasında.

Kimi olumsuz işaretlere rağmen barışa yaklaşıyoruz, inşallah kan duracak artık diye sevinirken Türkiye yeniden bir savaş ortamına yuvarlandı. PKK’nın artan şiddet eylemleri, evlatlarını bayrağa sarılı tabutlar içinde almaya, yine de bağrına taş basmaya başlayan Türkiye toplumunun da, İmralı’da tutuklu Öcalan ile barış amaçlı görüşen devletin de sabrını tüketti. Ve sınır ötesi operasyonlar başladı. Barışın bu yolla gelmediğini, ölenlerin tamamının bu ülkenin çocukları olduğunu, hangi üniforma içinde olursa olsun annelerin yüreğinin hep aynı yandığını herkes biliyor. Ama işte… Barış umudu hiçbir zaman yok olmasa da söze, siyasete bugün yol açamayanları, tarihi fırsatı heba edenleri ve başka çocukların da ölmesine neden olanları tarihi vicdan yargılayacaktır.

Öcalan ve Karayılan dâhil PKK yöneticileri, yakın bir zamana kadar silahla sonuç alınamayacağını söylerken ne oldu da çok ölümlü eylemler yapmaya, adam kaçırmaya, kapri pantolonlarıyla alışverişe çıkmış genç polisleri sokak ortasında vurmaya başladı PKK?

PKK, sürekli hedef yenileyen bir örgüt. Kurulduğu günden bu yana belirlenmiş bir hedefi net olarak ortaya koymadı. Bana göre bu durum esas olarak bilinçli bir biçimde yapılmaktadır. Örgüt sosyolojisinde çok basit bir kural vardır, belli bir hedef için kurulmuş olan ve bu amacını gerçekleştirmek için çabalayan her yapılanma amacına ulaştığı andan itibaren dağılır. İşte tam bu nedenden dolayı örgüt hep hedef değiştirmekte ki kendi elemanlarının motivasyonunu diri tutabilsin. Kendi hinterlandında olanların asabiyet ruhunu güçlü tutmak için kimi zaman da imkânsız ütopyaları hedef göstermektedir. Bugün karşı karşıya olduğumuz durumu da böyle okumak mümkün. Açılım süreci ve son dönemlerde Türkiye’nin siyaseten önemli bir aktör haline gelmesi örgütün üzerine oturmuş olduğu zemini kaydırmış ve örgüt her seferinde hedefini farklılaştırmıştır. Örgütün son dönemlerdeki hedeflerinden birisi de AK Parti iktidarını zayıflatmak ve siyasetin alanını daraltmaktır o yüzden.

BU BİR PKK REFLEKSİ

1993’te PKK’nın öldürdüğü 33 askerin ardından 27 bin insan daha öldü, çok büyük çoğunluğu PKK’lıydı, azımsanmayacak sayıda da masum sivil Kürt. PKK’nın şiddeti artırmasının ve askeri operasyonların başlamasıyla yine çok sayıda insanın öleceğini tahmin etmek zor değil. Hal böyleyken PKK nasıl bir fayda ya da amaç güdüyor olabilir?

PKK sadece kendisinin hedefini gerçekleştirmek için faaliyet gösteren bir örgüt değil. Kimi zaman taşeronluklara da kalkıştığı biliniyor. Hangi eylemi hangi hedef için yaptığını kestirmek belki de imkansız gibi ama bilinen gerçek şu; Kürtler için, Kürt kültürü ve inancı için herhangi bir hedefi yok PKK’nın. PKK için yapılan en yaygın yorumlardan biri de şu artık; PKK’nın bir Kürt meselesi yoktur ancak Kürt meselesinin bir PKK sorunu vardır. Çözüme ve toplumsal uzlaşmaya yakınlaşılan her dönemde benzer eylemlerin PKK tarafından gerçekleştirildiğini de biliyoruz. Bir iki örnek de değildir bu. Tipik bir PKK refleksidir barışa en yakın olan dönemde kan dökmek. Bakın Özal döneminde de, Refah-Yol döneminde de benzer görüşmelerin ve çalışmaların yürütüldüğünü ve çok önemli bir aşamaya gelindiğini, barışın an meselesi olduğunu görmekteyiz. Bu durum örgüt yöneticileri tarafından da aynı şimdiki gibi açık biçimde dillendirilmiştir. Ancak bu tarz beyanatlardan çok kısa bir süre sonra yine kan akıtmaya devam etmiştir PKK.

UMUDU VURMAK İSTİYORLAR

Ve bu eylemlerin ardından hep “içimizdeki kontrolsüz unsurlarca yapılmıştır” demiştir PKK!

Aynen öyle. Bu tipik beyanata neredeyse tüm kamuoyunu da inandırabilmişlerdir. Her çözüm atmosferi örgüt tarafından sabote edilmiştir çünkü örgütün böyle bir derdi yoktur. Bence burada asıl sorun bizim bu yapılanmanın gerçekten bir çözüm istiyor olduğunu zannetmemizdir. Veya bu yönde örgüt tarafından yapılmış olan propagandanın etkili olmuş olmasıdır. Bir başka konu da bölgede yapılan iyileştirmelere olumlu bir tepkinin gösterilmemiş olması aksine bu tür değişimlerin engellenmeye çalışılmasıdır.

ÖRGÜT HAKKINDA ÇALIŞMA YOK

PKK bunu nasıl başardı peki, PKK’nın barış istediği yanılsaması nasıl oluştu?

Birkaç nedeni var bence, ilki insanlar bu sorunun çözümü için bir umut içindedirler ve buna uygun tavırlara daha duyarlıdırlar. Bu yönde yapılan açıklamalar hemen dikkat çekmektedir. İkincisi bana göre örgütün çok iyi tahlil edilememiş olmasıdır. Bakınız bu kadar zamandır ülkeyi meşgul eden bu yapı hakkında kaç tane akademik çalışma var. Bir düzineyi geçtiğini sanmıyorum. Elbette bu konuda çalışmanın zorluklarını da unutmamak gerekir ama her ne olursa olsun örgütün pek çok açıdan analiz edildiği pek çok açıdan ele alındığı çalışmaların olması gerekirdi. Ama maalesef yok. Daha çok bölge ile ilgili çalışmalar ve raporlar var. Sorunun kendisi ile ilgili çalışmaların nispeten daha doyurucu olduğunu söylemek mümkün ama örgüt için aynı şeyi söylemek çok zor. Daha açık bir ifade ile söylemek gerekirse Kürt meselesi ile ilgili bir hayli çalışma var ama örgütle ilgili ne yazık ki fazla yok. Burada konuya ilişkin önemli birkaç çalışmadan bahsedilirse eğer Hüseyin Yayman’nın SETA için hazırladığı rapor, Bejan Matur’un son kitabı, Marquez’ın kitabı, Mustafa Akyol’un çalışması dikkate değer çalışmalardır. Ama aynı şeyi örgütün yapısı ve işleyişi için söylemek bence çok zor.

TÜRKİYE, SURİYE GİBİ OLSUN İSTENİYOR

Özelde Suriye'de, genelde bu coğrafyada olanların, Arap baharının etkisi nedir PKK meselesinin bugün bu noktaya gelmesinde?

PKK aslında bu atmosferden etkilenmiyor değil bence. Belki de beklenti, kendilerinin öncülük ettiği bir kargaşanın Türkiye içinde de olmasıdır. Hatta şöyle de denilebilir: PKK Türkiye’de de Suriye gibi bir kargaşanın olmasını istemektedir. Ama bu boş bir çabadır. Çünkü Türkiye’de ne bir azınlık iktidarı söz konusudur, ne de anti demokratik bir yönetim. Aksine çok daha sivil ve çok daha demokrasi talep eden bir iktidar var. Hatta demokrasinin güçlenmesi için çalışan ve bunun için de gerekli anayasal düzenlemeyi vaat etmiş bir hükümet var. Aslında bu düşünceyi besleyen belki de en önemli verilerden birisi de PKK ile Suriye arasındaki kadim organik bağlardır. Biliyorsunuz en çok Kürtlerin mağdur olduğu neredeyse tek ülke Suriye’dir ve PKK’nın Suriye’ye karşı bugüne kadar herhangi bir eylemi ve eleştirisi dahi olmamıştır. O halde PKK’nın asıl varlığı Türkiye düşmanlığıdır. Kürt meselesi de işin bahanesi olmaktadır.

HALKIN SAĞDUYUSU OPERASYONLARDAN DAHA ETKİLİ

Öcalan da hükümete şart koşarak, şunlar şunlar olmazsa demokratik bir halk savaşı çıkar demişti. Operasyonlar neticesinde dağ bir süre etkisiz hale gelse de, uzun süredir şehirde yapılanan PKK, sokağa, şehre, halklar arasına sokabilir mi savaşı?

Bunu yapmak isteyeceklerdir. Hatta az önce bahsettiğim görünmeyen hedeflerinden belki de en önemlisidir bu. Yani bir iç çatışmanın çıkarılmasıdır. Bütün eylemleri, söylemleri hatta varlığını bunun üzerine inşa etmiştir. Ama Türkiye kamuoyu tüm bu olup bitenlere rağmen bence hayli yüksek bir duyarlılığa sahiptir. Adeta oyuna gelmiyor. Sanırım örgütün psikolojisini bozan en önemli durumlardan birisi de bu. Askeri operasyonlardan daha etkilidir halktaki sağduyu.

PKK TOPLUM MÜHENDİSLİĞİNE SOYUNDU

O halde asker ve polis şehitlerin sayısının artmasının -hele de Ramazan ayında, Türkiye toplumunu nasıl etkileyeceğini biliyorlar ve bundan dolayı da bu eylemleri özellikle arttırıyorlar.

Kesinlikle. PKK ve diğer bileşenleri bu konuda uzun süreden beri bir mühendislik çalışması yürütmektedirler. Medyası ile, siyasi aktörü ile, dağdakileri ile hep birlikte bu yönde bir çalışmanın içindedirler. Bakın neredeyse 50 yıldır aynı çalışmanın içindedirler ve bir türlü arzu ettikleri hedeflerine ulaşamadılar. Bundan sonra da ulaşmaları zor ama bu zorluğa rağmen bu durumdan vazgeçmeyecekler.

İlk dönemlerde örgüt, sadece silah zoru ile bölgede halkı değiştirmeye, kendisine bağlı kullar haline getirmeye çalışıyordu ancak son dönemlerde değişik enstrümanlar kullanarak bölgenin sosyolojisini değiştirerek kendisine varlık alanı oluşturmaya çabalıyor. Son dönemlerde din alanındaki örgütlenme ve sivil Cuma namazları da bundandır.

Nasıl bir ihtiyaçtan tevessül ettiler buna?

Bölgenin sosyolojik kodlarını değiştirmedikleri sürece istedikleri gibi at koşturamayacaklarını fark ettiler ve bölgede büyük bir değer erozyonu gerçekleştirdiler. Tek partinin ve ulusalcıların yapamadığı dejenerasyonu PKK ve bileşenleri 20 yılda yaptı.

DAĞLA OVA VE ADA ARASINDA FARK YOK

Kandil’in bir numarası Karayılan geçen Çarşamba “savaş ilan ederiz, ortalık cehenneme döner- şeklinde bir açıklama yaparken aynı saatlerde PKK 12 ölümlü bombalı bir eylem yapıyordu. Bu bize Karayılan’ın örgüte hakim olmadığını, sürecin başkalarınca yönetildiğini gösterir mi?

Bu konuda bir derin PKK’dan bahsediliyor. Bu sıklıkla da dile getiriliyor ancak kişisel kanaatim bu yapının içinde büyük bir farklılığın olmadığı. Bana göre siyasi aktörü ile dağdaki ile İmralı arasında büyük bir görüş farkı yoktur. Ben bu yapının işin tabiatı gereği de yekpare olması gerektiğini düşünüyorum.

Öcalan’ın avukatları 3 haftadır İmralı’ya gidemiyor, dışarıdan içeriye içeriden dışarıya bilgi sızmıyor. Karayılan’ın yakalandığı iddiaları da var, yalanlansa da. PKK’yı şu an kim yönetiyor?

PKK tek bir kişi tarafından yönetilmiyor bence. Karşılıklı bir etkileşim ve dönüşüm söz konusudur. Zaman zaman unsurlardan birisi barışçıl bir tavır sergiliyor gibi görünerek esas olarak meşruiyet kazanmak istemektedirler. Bu bağlamda bakınız bugün kamuoyunda bu çatışmayı istemeyen adam olarak Öcalanmış gibi bir algı oluşturulmuş durumda. Ama ben böyle olduğunu düşünmüyorum.

Bu yapının içinde her birisinin farklı bir rolü var ve her bir bileşen kendi rolünü oynamaktadır. Biz de farklılık var gibi algılıyoruz.

BİR HASAN SABBAH DURUMU VAR

Kürt bir sosyolog ve siyasetçi olarak bölgede yaşıyorsunuz. Kürtlerin algısına, duygusuna, durumuna dair birkaç soru sormak isterim: Geçmiş döneme göre bugün şartlar çok daha farklı, Kürt meselesi açısından. 90’larda devletin Kürtlere yönelik asimilasyonu vardı ve savaş da Kürtlere karşı yapılıyor ya da böyle algılanıyordu. Bugün Kürtler savaşın kime karşı yapıldığını düşünüyor?

PKK yürüttüğü propaganda ve geliştirdiği paradigma ile tüm çabasının Kürtler için olduğunu göstermek istemektedir. Bir Hasan Sabbah durumu var aslında. Bir cennet mekan vaadi ile kitleyle arasında bir iletişim kurmaktadır. Hayali bir cemaat oluşturulmuş ve bu cemaat sadece kendi bilgi kanallarına itibar eder hale getirilmiştir. Öyle ki kendi ajanlarının -bilgi ajanlarının dışındakilerin tamamı yalan söylüyor sadece kendi siteleri veya bilgi kanalları doğruyu söylüyorlar. Ancak bu durumu en büyük ölçüde sekteye uğratan AK Parti oldu. Çünkü hükümet, bu meselede insani ortak paydayı gözeterek adım atmaya büyük özen göstermektedir. İşte bundan dolayı da sürekli AK Partiyi Kürt düşmanı, asıl zarar veren siyasi hareket olarak göstermeye çalışmaktalar. Ama bu propaganda bence örgütün istediği kadar karşılık bulmuyor. Halk bu operasyonların eli kanlı çetelere karşı yapıldığının farkında ve bence böyle düşünüyor.

OPERASYONLAR KİME KARŞI?

PKK propagandasına rağmen savaşın Kürtlere karşı değil PKK’ya karşı yapıldığını ayırt edebiliyorlar mıdır gerçekten?

Bu ayrımı yapanlar da var, yapmayanlar da. Örgüte yakın çevreler esas olarak verilen her türlü hizmeti veya yürütülen her türlü kamu faaliyeti kendilerine yönelik bir operasyon olarak gösterme çabasında. Hatırlayacaksınız, yapılan double yolları dahi Kürtlere yönelik operasyonlar için yapıldığını söyleyenler oldu. Bu söz bir dil sürçmesi sonucu ya da gayri ihtiyari dile getirilmiş değildir. Bu konu o kadar çok konuşulmuş ve inanılmış ki bir fikir beyanın ötesinde bir inanç olarak dile getirilmiştir.

OVADAKİLER KONU MANKENİ

Dağdakilerin akıbetinin ne olacağı ovadakileri elbette ilgilendiriyor. Barış halinde onlara canlı kavuşacakları bilgisine rağmen onların dağda savaşmasını destekliyor mu ovadakiler?

Ovadakiler, kendi başlarına birer aktör olmadılar, olamadılar. Olmak istiyorlar mı? Açıkçası bundan da pek emin değilim. Olması gereken bu konuda ovadakilerin ana gövde olmasıydı. Ama aksine onlar, rüzgarın önündeki yaprak gibidirler. Örgütün konu mankenidirler. Kendilerine ait bir iradelerinin olmadığını söyleyen birisinin bir inisiyatif sahibi olması beklenebilir mi?

ELDE SİLAHLA SİYASET

Elbette yekpare bir bütün değildir Kürtler. Mutlaka farklı değerlendirmeler yapan gruplar da vardır. Bunların sesini nasıl bastırıyorlar? DTK, her kesimin temsilcisi olarak var olduğunu dile getirmektedir. Buna itirazlar oluyor mu?

İnanmışlık ve adanmışlık psikolojisi ile kendinden geçmiş olanlar için tek ve mutlak doğru, örgüt ve onun bileşenlerinin söylediği ve yaptığıdır. Çoğunluk olmadıkları halde ellerinde silah olduğu ve herkesi bir şekilde susturdukları için kamuoyunda egemen olan onlardır. Son zamanlarda bir temsil sorunu dile getirilmektedir. Yani tüm Kürtler adına konuşulamayacağı söylendiğinde buna şöyle diyerek karşılık veriyorlar; biz sayısal olarak değil ama siyasal olarak asıl gövdeyi temsil ediyoruz. Asıl gövde dedikleri de eli silahlı olanlardır. İtiraz eden varsa buyursun. Neler yapabileceklerini bizzat yaşayarak görenlerden birisiyim. Hiçbir kural tanımazlar.

AK PARTİ BÖLGEDE KÜÇÜLMEDİ

Bağımsız adaylar güçlü bir halk desteği aldı son seçimlerde ama AK Parti bölgede hala çok güçlü. Hükümetin iradesinin çok net görüldüğü bu son tavır, operasyonlar, bölge halkınca nasıl değerlendiriliyor? AK Parti’ye karşı bir öfkeye ya da kırgınlığa dönüşüyor mu, oğlumuz kızımız dağda ve siz onları bombalıyorsunuz gibi…

Bölge halkı aslında bu sorunun çözümünü en çok isteyenlerdir. Çünkü uzun bir süredir ikili bir sıkıştırma ile karşı karşıya kaldılar. Özellikle 1980’lerde ve 90’larda devletin içinde sızan kimi yapılanmaların bölgedeki uygulamaları büyük bir şiddet uyguladı. Bu kez sıra örgüte geldi. Mazlum olan zulmedene dönüştü. Bu durumu görenler var ve sanırım bundan dolayı da AK Partinin desteği hiç azalmadı. Üstelik bu seçimde BDP’nın en büyük iddiası biliyorsunuz AK Partiyi tabela partisi haline getirmekti. Ama bu olmadı.

BU BİR KAN DAVASI DEĞİL

Operasyonlar neticesinde, oğlu kızı bir yakını dağda olanların bağrı yandıkça AK Parti’yi bölgede küçülten PKK’yı ve PKK’nın siyasi partilerini büyüten bir sonuç doğar mı buradan?

Elbette bu yönde bir atmosfer oluşur. Tabi bu duruma ilişkin gerekli kamuoyunun oluşturulması da AK Partinin aktörlerine düşer. Yani bu mücadelenin bölge halkına yönelik olmadığını halka anlatacak olan AK Partililerdir. Bunun bir kan davası olmadığını ülkenin birliğine ve geleceğine yönelik operasyonel bir saldırı olduğunu anlatacak olanlar AK Partililerdir. Yerel teşkilatları ile milletvekilleri ile belediye başkanları ile ve diğer tüm aktörleri ile anlatacak olanlar, onlardır. Ben de dahil hepimiz bu konuda halka dokunan bir dil geliştirmek ve onları ikna etmek durumundayız.

Şu bir gerçek bölgenin sosyolojik dönüşümünün önemli dinamiklerinden birisi de siyasi aktörlerdir. AK Parti de bu durumu dikkate almak zorundadır. Özellikle yerel aktörlerini dikkatli bir biçimde seçmeli ve halka yakın olmalıdırlar. İl yönetimlerinden tutun, belediye başkanlarına, milletvekillerinden il genel meclis üyelerine son derece duyarlı ve ülkeyle ilgili kaygı sahibi olanlardan seçmek durumundadır.

ŞEHİTLERE ONLAR DA AĞLIYOR

Şehitlerden nasıl etkileniyor bölge halkı?

Farklı acılar yaşayan bu insanların bir başkasının acısını yüreklerinde hissetmemeleri aslında ürkütücü gelmektedir insana. Ama ben halkın önemli ölçüde batıdan farklı olmayan bir duyarlılığa sahip olduklarını düşünüyorum. Ancak bu duyarlılığı yok etmek için de örgüt ve bileşenlerinin yürüttüğü büyük bir propaganda ve çaba var. Başkasının ölümünden kendisine yaşam alanları oluşturacağına inandırılmış bir yapı da vardır karşımızda ne yazık ki.

Çatışmalarda PKK’lılar da ölüyor. Bu ölümlerin oluşturduğu psikolojisi nedir?

Örgütün en çok kullandığı olgulardan birisi de bu ölümlerdir. Tabi bu ölümler üzerinde bir karşıtlık ve kindarlık oluşturulmaya çalışıldığı açıktır. Hatta bunun üzerinden yeni bir kavramsallaştırma, yeni bir dil ve yeni bir ilişki biçimi geliştirilmektedir.

Bu konuda ilk dönemlerde bir mağduriyet retoriği egemendi ve bu yer etmeye başlayınca da bu kez intikam söylemi egemen olmaya başladı. Ve hatta denilebilir ki buradan da iş bir terminatöre dönüştü. Yani yok edici bir tanrıya. Aslında intikam duygusu rasyonel değerlendirmeleri paranteze alan bir yaklaşımdır. Daha çok duygusallığı önceller. İşte bu ölümlerde egemen olan duygu budur. Öldürülen PKK’lıların taziyeleri örgüt için dağa adam kaldırmanın en iyi ortamıdırlar.

ANNELER İÇİN ÖLÜMÜN SİYASİ ANLAMI OLMAZ

Ölüler de ayırıyor mu Türklerle Kürtleri? Askerler polisler şehit oldukça Türkiye haklı olarak ayağa kalkıyor, ağlıyor, öfkeleniyor, şehidini el üstünde tutuyor. PKK’lılar öldükçe üzerinde durulmuyor ya da oh olsun gibi yaklaşılıyor, haberlerde “şu kadar PKK’lı ölü ele geçirildi, imha edildi” gibi bir dil kullanılıyor… Bu onları nasıl etkiliyor?

Bir anne için evladının ölümünün hiçbir siyasi anlamı olmaz. Ama bu ölümlerden kendisine anlamlar çıkaranlar buna başka anlamlar yüklerler.

Dağ, ovanın da değerlerini belirliyor. Fedakârlık yapanlar dağdakiler olduğu için ova üzerinde duygusal bir hâkimiyet kurmuş vaziyetler değil mi?

Bu hâkimiyetin duygusal bir boyutu olmakla beraber asıl eksenini hiyerarşik bir emir komuta zinciri oluşturmaktadır. Güç sahibi oldukları için belirleyici olanlar onlardır. Tabi bunun yanında gönüllü bir kulluk da vardır.

KUTSALLIK ATFEDİYORLAR

Dağdakilerin psikolojisiyle ovadakilerin psikolojisi nasıl? Birbirlerinden nasıl etkileniyorlar?

Karşılıklı birbirine besleyen bir yapılanma var. Ama genel duruma vaziyet edenler dağdakilerdir. Şimdi buradan eğer birisi dağda diğeri de bunun rantını yemekte, bu durum bir sorgulamaya neden olabilir mi gibi bir soruya gelmek istiyorsanız hemen söyleyeyim, asla. Çünkü bu yapının her bir bileşeni kendi rolünü kutsallaştırmış bir durumdadır. Ama şiddet kültürünün klasik yansıması olarak her zaman silahlı aktör belirleyici olmaktadır.

KÜRT MUHALİFLERİN İŞİ ÇOK ZOR

Hayır, böyle bir soruya gelmeye çalışmıyorum, anlamaya çalışıyorum. PKK muhalifi Kürtlerin hissiyatı nasıldır? Bir Türk’ten farklı mıdır?

PKK muhalifi Kürtler bence daha zor durumdadırlar. Çünkü örgütün onlar üzerindeki baskısı çok daha fazladır. Bunlar örgütün temel söylemini sarsan bir unsur gibi görülmekteler ve öyledir de. Adına her türlü fedakarlık ettiğini iddia ettiğin bir halkın önemli aktörlerinden birilerinin sizi muteber görmemesiyle sahip olduğunuz tüm iddiaların yalan olduğu anlamı çıkar. Bunun için de örgütün en büyük düşmanı aslında kendileri gibi düşünmeyen ama düşünen, eli kalem tutan ve siyaset yapan Kürtlerdir. Bunlara her türlü kötülüğü yapmaktan çekinmezler.

BDP MEŞRUİYETİNİ KAYBETMİŞTİR

Kürt –meşru- siyasetinin geldiğini noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Yıllarca Öcalan muhatap alınsın dedikten sonra kendisi onu ciddiye almıyor, söz hakimken öldürüyor, özerklik ilan ediyor vs.

Bence Silvan saldırısından sonra Kürt siyaseti, daha açıkçası BDP meşruiyetini kaybetmiştir. Bu cinayetleri bir terör saldırısı olarak değerlendiremediği için. Ben bir ayrım olduğu kanaatinde değilim. Bütün bunlar bence danışıklı dövüştür. Belli bir süre sonra bize bir barış elçisi olarak sunacaklar Öcalan’ı. Hatta bu konuda gerekli çalışmalara da başladılar biliyorsunuz. Mandela ile görüşmelere gidileceğini duyurdular sanırım. Bu bilinçli bir operasyondur. Hatta bu konuda örgüt dışı yorumların da bununla bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Bana göre çatışmalar daha da yoğunlaşacak ve sıkışık bir anda bir kurtarıcı edasıyla ortaya çıkacak ve diyecek ki ben bu işi bitiriyorum. O zaman düşünün kamuoyunun tepkisini. Oysa örgütün lideri ve bütün bu olanların baş aktörü Öcalan’dır. Bu durum hem siyaseten hem de toplumsal olarak kolay bir biçimde sindirilebilir bir durum değildir. Çünkü bırakın şehit edilen polis-askerleri akıttıkları bunca Kürt kanı ne olacaktır? Örgüt içi infazlar ne olacaktır? Katliamlara önce Kürtlerden başlamış olmasını kim nasıl meşrulaştıracaktır?

HALK TOLERE ETTİ, BDP İSE HEBA ETTİ

BDP’nin de aynı yapının meclis ayağı olmak üzere bir parçası olduğu ortaya iken yine de sormak istiyorum: İmkanlarını yeterince kullandı mı BDP, doğru dille konuştu mu?

Hani BDP hep söylüyordu ya tarihi bir fırsat yaratmamız mümkündür. Aslında tarih ve gelişmeler onlara tarihi fırsatı altın tepside sundu. Fakat onlar bunu teptiler. Türkiye pek çok kesimi ile bunlara büyük bir şans tanıdı. Ama onlar bunun onlara zorunlu olarak verilen bir hak olduğunu söyleyerek bir sonraki aşama için kendi alanlarını daralttılar. Bundan sonra başa dönülmesi kolay olmaz. Bunu yapmadıkları için de bu konuda bir aktör olamadılar zaten. Hep yedekte silah ile var olmak istediler. Elbette herkes bu yapının örgüt ile şiddet ile olan sosyolojik bağın farkında ve bunu dökülen kanın durması adına tolere etmektedir. Ama onlar bu durumu bir müktesep hak gibi görerek hep şiddetten siyasi bir ikbal devşirmeye çalıştılar.

Aysel Tuğluk, Ahmet Türk gibi isimler Türkiye toplum geneli açısından Kürt siyasi hareketinin en konuşulabilen, dinlenebilen, empati kurulabilir isimleri, –idi, son dönem şahinleşmelerinin hatta söylemlerinin tehditkarca bir hal almasının nedenini siz neye bağlıyorsunuz?

Çünkü bunlar da örgüte rüştünü ispatlamak durumundadırlar. Aksi halde onlara da yer verilmeyecektir. Hatta daha sonra bunlara katılmış kimi görece ılımlı olanların daha çok şiddete vurgu yapan bir dil kullanmaları da bundandır. Bağlılıklarını göstermek için kraldan daha kralcı kesildiler.

PKK İLE KÜRTLERİN ÇIKARLARI HİÇ ÖRTÜŞMEDİ

Kürtlerin ulusal çıkarları, PKK’nın çıkarları ile tek tek Kürt bireylerin çıkarları-faydaları birbirine zıt mıdır? Birbirinin zararına mı işliyor?

Örgüt ve bileşenleri ile normal halkın faydaları birbiri ile bugüne kadar hiç bağdaşmadı ve bugünden sonra da bağdaşmayacaktır. Ama halkın bunu fark etmesi kolay değildir. Mesele zaten bir toplumsal menfaat sağlama meselesi değildir. Eğer öyle olsaydı bu konudaki her olumlu gelişme en azından bir memnuniyet belirtisine neden olurdu.

DEVLETİN SÖZÜ ASLA BİTMEZ

Kürt siyasi hareketi açısından söz gerçekten bitmiş midir?

Bitmiş olması acı bir durumdur. Ama ne yazık ki bitmiştir.

Devlet açısından söz bitmiş midir?

Devlet açısından asla söz bitmez. Devlet çözüm üreten makamdır. Otorite ve hakemlik rolüne sahip olan tek meşru makamdır. Devlete bir kutsallık atfettiğim anlaşılmasın ama hukukun tesis edilmesini sağlayacak olan tek meşru otorite devlettir. Sözün bitmiş olmasını arzu edenler olabilir ama ben her konuda olduğu gibi bu konuda da sözün bitirilmiş olduğunu düşünmüyorum.

BAŞBAKAN BARIŞA ŞANS VERDİ

Devletin/hükümetin-Başbakan’ın meseleye yaklaşımı Silvan’dan bu yana değişti. Gelinen nokta hakkında ne dersiniz?

Sayın Başbakanın bıçak kemiğe dayandı sözü ile farklı bir yaklaşımın ortaya çıktığı açıktır. Ancak bunu daha önceki dönemlerde olduğu gibi konu tamamen bir asayiş meselesi olarak görülmeye başlandığı gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Terörle mücadelede farklı yöntemlerin deneneceği anlamına geliyor bu. Her aktör ve siyasi hareket gibi AK Parti ve Sayın Başbakan da barışa bir şans vermek zorundaydı ve bunu da yaptı.

Bunun bir netice vermemiş olmasını da asla bir kayıp olarak görmemek gerekir. Önceden beklentilerin gerçekleşmeyeceği biliniyor olsa dahi Kant’ın deyimi ile politik bir hayır (hasanat) olan bir barışın kurulması için yine de girişimde bulunmak gerekirdi ve öyle de oldu.

BARIŞIN YOLU EMPATİDEN GEÇER

Şiddetin kanın ölümlerin girdabına sürükleniyoruz diye diye sürükleniyoruz o girdaba. Ne yapılabilir, ne yapılmalı?

Yapılması gereken aslında çok zor değil, bir insan olarak hangi öncelikleri dikkate alarak diğer insanlarla birlikte yaşayabilirim sorusunda aramak gerekir çözümü. Ortak insani değerleri temel ortak payda olmasını sağlayacak bir söylem geliştirmek lazımdır. Sahip olunan biricik özelliklerin veya düşüncelerin herkes için aynı öneme sahip değerler olarak dayatılmasından vazgeçmek lazım.

BARIŞ PROJESİ HALA MASADA

Açılım Kürtlerde çok büyük beklenti yarattı ama sonuç alınamadı. Hükümet çözüm için bir şey yapmadı. Bugünkü noktada bunun da payı var diyenlere ne dersiniz?

Hiçbir sonuç alınamadı denilemez. Keza hükümet çözüm için bir şey yapmadı da denilemez. Unutmayınız ki bu konuda devrim niteliğinde adımları atan bu hükümet oldu. Eğer temel hedef her bir vatandaşın veya kişinin kendi özgün farklılığını koruyarak var olmasına imkan sağlanması ise açılım bu konuda çok başarılı olmuştur. Ama buna başka türlü anlamlar yükleyenlerin beklentileri neydi onu onlara sormak gerekir.

Bakınız her şeyden önce hep dile getirilen barışa bir şans vermek gerekirdi ve o da verildi. Ve bu proje bence hala masadadır. Şiddetsiz bir atmosferde nelerin konuşulabileceğinin ve nelerin yapıldığının en güzel örneklerini bu açılım sürecinde gördük zaten. Ama örgüt ve onun bileşenleri bir sonuç alınmasını istemediler, hep açılımın bitirilmesine çalıştılar. Hatta bu son zamanlardaki kanlı eylemlerin hedeflerinden birisi de budur.

Dağdakilerin silah bırakması demek bu yapının sahip olduğu toplumu sürekli mobile etme ve iletişim kurma imkanlarını kaybetmesi demektir. Çünkü örgütün hem alt bileşenleri hem de halkla kurduğu tek diyalog enstrümanı silahtır. Ömrünün büyük bir kısmını silah ile inşa eden birisi olarak bunu bir çırpıda bir kenara bırakamaz.

Ne yapmak gerekir?

Yapılması gereken bellidir. Örgüte ve bileşenlerine rağmen demokrasiden ve özgürlüklerden taviz vermeden yola devam etmektir. Bu coğrafyanın halkları bu ülkede kalıcı bir kardeşlik tesis edeceklerdir. Bu siyasi ve ahlaki olmanın ötesinde artık teknik bir zorunluluktur da. Bu kadar iç içe geçmişlik için başka çare yoktur ve bundan dolayı da açılımın bir diğer adıdır milli birlik ve kardeşlik.

star
SON VİDEO HABER

Uçakta olay çıkarıp, 'Türkiye'yi satın alırım' diye tehdit etti

Haber Ara