Yusuf Kaplan *
Türkiye, içeriden ve dışarından kıskaca alınarak kuşatılıyor. İçeride barış ve huzur mevsimi Ramazan'ı zehir eden stalinist, dinsiz, kitapsız, kutsalsız, vicdansız, kuralsız, kukla PKK'ya binlerce kez lanet olsun. Dışarıda, yanıbaşımızda, Suriye'de sahur vaktinde vicdansızca kendi insanlarını bombalayan sosyalist-totaliter Baas rejiminin son artığı Beşşar Esed'e ve terör şebekesine de binlerce kez lanet olsun. Suriye'deki katliamın arkasındaki pers ruhlu aktör İran'a da binlerce kez lanet olsun.
Evet, Türkiye kuşatılıyor yeniden, içeriden ve dışarıdan. Bu kuşatmayı yarmalı Türkiye. Başbakan Erdoğan Afrika'daki açlık sorunu dolayısıyla Somali'ye yapacağı ziyareti daha fazla ciddiye almalı şimdi.
***
Kuşatma psikolojisiyle hareket ettiğim için Türkiye'nin kuşatıldığını söylüyor değilim. Fiîlî kuşatmadan sözediyorum. Kaldı ki, bu kuşatmanın tarihi bir hayli uzundur; Türkiye'nin Batılılaşma / sekülerleşme projesi, Türkiye'nin içeriden ve dışarından durdurulması anlamında bir kuşatmaydı. Biz bu zokayı yuttuk uzunca bir süre. Ama bu tezgâh tutmadı; son çeyrek asırda toparlanmaya başladık: Son birkaç yıldır tam sonuç almaya başlamıştı ki, bir anda her şey alt üst oldu.
***
Türkiye'de güçlü bir tarih bilinci olmadığı için, biz "dayağı yemeden kendimize gelemiyoruz". Ama o zaman da iş işten çoktan geçmiş oluyor.
Batılılaşma, Batılılaşmanın hayata geçiriliş şekli olan sekülerleşme bir felâkettir. Bir köleleşme biçimidir. Bir yokoluş macerasıdır. Sekülerleşmenin bir felâket olduğunu anlayabilmemiz için 1956 yılından 2006 yılına kadar Türkiye'deki toplam boşanan insan sayısı 50 yılda 60 bin kişiyken, sadece son 5 yılda 50 bin kişi olarak gerçekleşmesi mi gerekiyordu? Dünyevîleşmek, tefessüh etmek, bencilleşmek, bananecilleşmek, benişimibilirimcileşmek demek olan sekülerleşmenin bir felâket, bir soysuzlaşma, bir yolsuzluk katlayıcısı, bir cinayet kaynağı olduğunu anlayabilmemiz için Türkiye'de de ille de Batı'daki cinayetleri aratmayacak ürperticilikte cinayetlerin işlenmesi mi gerekiyordu?
***
Evet "dayak yediğimiz zaman" kendimize geliyoruz ama iş işten geçmiş oluyor. Bunun son örneği, Arap Baharı denen tezgâh. Arap Baharı denen numaranın, daha ilk günlerden itibaren, medeniyet iddiasıyla donanarak yeniden tarihin yapılmasında kilit rol oynayacak "yeni Türkiye"nin önünü tıkamaya dönük bir tezgâh olduğunu yazdım. Ama kimselere anlatamadım. Ta ki, Suriye'deki felâket gelinceye kadar.
Bir insanın söylediklerinin felâket'le doğrulanması, felâket bir şey gerçekten! Ama yaptığımız şey, yaşadığımız felâketin nasıl bir şey olduğuna dikkat çekmek zaten.
Arap Baharı denen tezgâhta Türkiye'nin model alındığını söyleyen iktidara yakın çevreler, Arap Baharı denen şeyin asıl hedefinin Türkiye'yi kuşatmak, Türkiye'nin önünü tıkamak, Türkiye'nin başlattığı ve olağanüstü ilgi uyandıran yürüyüşü durdurmak olduğunu kesinlikle anlayamıyorlar.
***
Suriye'deki katliamın arkasında İran var. İran, durun dese, durdurulacak ve duracak katliam. Hama'da vurulan Türkiye'dir. Türkiye'deki beyinsizler anlayamıyor olabilirler ama Başbakan'ın bu konudaki feraseti her türlü takdirin üzerindedir. Anlaşılan, ille de dayak yememiz gerekiyor!
Bölgesel ve küresel gücü artan, sahici bir medeniyet fikrini dünyaya sunabilecek tek ülke olan Türkiye vuruluyor hem Hama da, hem de PKK teröristlerince.
İran, çok tehlikeli bir oyun oynuyor. Suriye'yi karıştırarak Türkiye'yi arkadan vurmakla Türkiye'nin büyümesini, önünün açılmasını istemeyen Amerika'yla ve İsrail'le aynı yerde konuşlanmış oluyor, Persleşen, vicdansızlaşan ve yüzlerce masum Suriyelinin katledilmesini "seyreden" (?) İran.
Birileri İran'ı durdurmalı artık. Suriye'yi değil, İran'ı. Suriye'yi ve bölgeyi karıştırarak, sömürgecilere bir kez daha peşkeş çekecek tehlikeli bir bölgesel savaşın tohumlarını ekiyor İran. O yüzden durdurulmalı.
Bir Türkiye'nin yaptığına bakın, bir de İran'ın yaptığına: Türkiye, İran da, Suriye de vurulmasın diye göğüs göğüse çarpıştı Batılılarla; ama İran ilk ele geçirdiği fırsatta vuruyor Türkiye'yi arkadan, Suriye'den.
İran'ın şu an tek derdi Türkiye'nin toparlanıp büyümemesi. Aynı dert Amerika'nın da, Avrupa'nın da, İsrail'in ve -sıkı durun- Türkiye'deki laikçi, ulusalcı, Kemalist ve Sabetaycıların da derdi değil mi?
* Yeni Şafak