Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Halidi: Arap zalimleri çağımızın Firavunları

İslam dünyasının tanınmış alimlerinden ve ünlü müfessir Dr. Salah Abdulfettah el-Halidi, zalim Arap yöneticilerinin çağımızın firavunları olduğunu söyledi. Halidi, zalimlere karşı halkların direnişinin desteklenmesi gerektiğini belirtti.

14 Yıl Önce Güncellendi

2011-08-17 12:53:22

Halidi: Arap zalimleri çağımızın Firavunları


Yasin İlhan / TİMETURK

2011 yılının başından bu yana Arap ülkeleri büyük değişimler yaşıyor. Halklar yıllardır kendilerini demir yumruk ile yöneten zalim yöneticileri ve siyasetlerini protesto için sokaklara döküldü. Yıllardır yitirdikleri onurlarını ve adaleti talep eden Arap halkları, verilen birçok şehide rağmen barışçıl gösterilerden asla taviz vermedi ve meydanları ölümleri pahasına terk etmedi. Ancak zalim yöneticiler, uyguladıkları tüm yöntemlere rağmen eylemlerin önünü alamadı ve insanlar Tunus ve Mısır başta olmak üzere kukla rejimleri tahtlarından etti.

Babalarından ya da atalarından miras aldıkları zulüm rejimlerini sürdüren liderler, ülkelerinin zenginliklerini yıllarca sömürdü. Kendileri büyük servetler içinde yüzerken, halklarını fakirleştiren zalimler, muhaberatlarının baskısı ile halklarını kendilerine boyun eğdirdi. 

Kur’an-ı Kerim bu tür devrimleri nasıl değerlendiriyor? Tağutlara karşı teknolojiyi bir silah gibi kullanan ve halklarına yapılan zulümleri an be an dünyaya aktaran gençlik ne istiyor? Bu olayların arkasında ne tür hikmetler var. İşte! Bu soruların cevabını Uluslararası İslami İlimler Üniversitesi tefsir bölümü hocası Dr. Salah Abdulfettah el-Halidi ile konuştuk. Halidi’nin “Buruç Yayınları” arasında Türkçe’ye kazandırılmış iki kitabı bulunuyor. 

Firavun, sanki sadece Musa (a.s) zamanında yaşayan bir kişilik değilmiş gibi, birçok makalenizde, firavunlaşan yönetici kavramını kullanıyorsunuz. Firavunla, adaletsiz zalim yöneticinin arasındaki ortak özellik nedir?

El-Halidi: Firavun lakabı belli bir yöneticinin değil, Musa (a.s.) zamanında Mısır yöneticilerine verilen bir isimdir. Firavun, farklı zamanlarda ve mekânlarda, bozguncu zalim yöneticinin bir modelidir. Kur’an-ı Kerim Firavunların özelliklerini ve vasıflarını zikreder. Öyle düşünüyoruz ki: Musa (a.s) zamanındaki Firavun, psikolojik, tehlikeli bir hastalığa müptela idi. Bu hastalığın ismi ‘firavunlaşmak’ olabilir. Ve bu sadece liderlere, yöneticilere ve yetkililere isabet eden küçüğü büyültüp kibirlenmesine sebep olan bir hastalıktır. Bu kibirde, başkalarına zulme, kullaştırmaya ve onlara saldırıya sürüklüyor. Ülkede bozgunculuğu yayıyor, iyilik ve doğruluğa karşı mücadele ediyor. Bu ‘küçük’ idareci kendini İlah görmesiyle görevini tamamlıyor. Ve firavunun söylediğini söylüyor “Ben sizin en büyük rabbinizim” ve “Benden başka ilah görmüyorum” yani “sizin asıl lideriniz benim, ben gidersem kaos olur. Birbirinizi kesersiniz” demeye getiriyor. Ya da şimdiki firavunlar gibi hal diliyle, uygulamalarıyla veya eylemleriyle söylüyor. Bundan dolayı da bu zamanın firavunlarının firavunsal dış görünümlerinden konuştuğumuz zaman abartmış olmayız.

İki taraf arasında bir anlaşmazlık var: Bir taraf zulmü kaldırmak ve haklarına ulaşmak diğer taraf ise köklerini sağlamlaştırmak ve otoritesinin istikrarı için çalışıyor. Kur’an-ı Kerim’de bunun örnekleri var mıdır? Belirtileri nelerdir?

İki örneğimiz var: Bir taraf haklarını almaya diğer taraf ise buna karşı çıkmak sureti ile mücadele ediyor. Evet! Bunun misali Kur’an-ı Kerim’de var. Birinci tarafı ‘zalimler’ ikinci tarafı da ‘mazlumlar’ diye isimlendirebiliriz. Kur’an-ı Kerim’in zalimlerle mazlumlar hakkındaki diyalogu uzundur. Zulmün haram kılınması ve zalimlere karşı savaşlar hakkındaki ayetler gayet açıktır. Gerçek imanın özeti rabbani yolun kendisidir. Bu yolda Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi “Şüphesiz, zalimler iflah olmazlar” (En’am / 135). Yani onlar asla iktidarlarını bırakmazlar çünkü babalarından miras aldıkları bu nizamların kendi hakları olduklarını düşünürler. Bu yönetimler olmadan da yaşayamayacaklarını ya da oradan elde ettikleri servete bir daha sahip olamayacaklarını bilirler. Bunun için de haklı talepleri hiçbir zaman görmezler…

Zalimler Kur’an-ı Kerim’den çok korkarlar. Çünkü Kur’an zalimlere ve tağutlara karşı bir devrim ruhu içerir, onlara karşı savaşı emreder, mazlum halklara adaletle davranılmasını öğütler. Yine Kur’an-ı Kerim zalimlere karşı mazlumlara sahip çıkacak herhangi bir eylemi ya da devrimi hep övgüyle yadeder.

Bazı insanlar ayaklanmayı veya devrimi, bozulmaya götüren ya da ülkenin birliğini bozan bir karanlık olarak görüyor. Misal olarak, özellikle Gazze ve Filistin’de yıllar boyu çoğu insan mallarını ve canlarını kaybetti, bu mantık doğru mudur?  Uzlaşmaya davet eden ve yeniden bu liderlere reform yapma imkânı verilmesini isteyenlerin iddiasına ne dersiniz? 

Evet… İtiraf ediyoruz ki, zalimlere karşı mazlumların kazanması için onların yanında durmak ve değişime insanları davet etmek, farklı zararlara, kan akmasına, ölümlere, yaralanmalara, mahkûmiyete ve göçe sürükler. Ancak sorumlu kimdir? Sorgulanacak, hesap verecek olan kimdir? 

Günah ne ezilen halkın ne de değişiklik ve reformlar için gayret gösteren eylemcilerindir. Arap âleminde meydana gelen bu olayların sorumluları sadece ve sadece onlara zulmedenlerdir. Şimdi halklarını uzlaşmaya veya zalim yöneticilere yeniden reform için mühlet vermeye davet edenler yıllarca bu ülkelerde yapılan zulümlere karşı kör, sağır ve dilsiz olan kişilerdir. Ya da bu yönetimlerden çıkarlarından dolayı nemalananlardır. Halklar uyanmaya başlayınca, haklarını talep edince zalimlerin sihirbazları, yazarları ve müftüleri hemen devreye girer. Halkı ikna için yalanları hakikatmiş gibi süslemeye başlarlar. Komplolarla halkları gelecekte olabilecekler konusunda korkutmaya çalışırlar.

Allah Teala bize kim olursa olsun kötülük yapanı reddetmemizi emrediyor. Ve bize köleliği, aşağılamayı kabul etmememiz hususunda çağrı yapıyor. Bu tür ayaklanmalar, isyanlar ve eylemler cihadın bir türüdür. Hatta barışçıl olarak sürdüğü zaman en büyük cihaddır. Kim bu zalimlerin elinde şehid olursa, o şehidlerin efendisidir. Zulmü reddetme hususunda ki sloganımız imam Şafii (r.a.) nin şu sözüdür:

Himmetim kralların himmeti
Nefsim zilleti küfür sayan hür bir nefis.

Zalimler daima, Firavun’un da iddia ettiği gibi, varlıklarını insanları fesattan koruduğunu düşünerek kendilerini temize çıkarıyorlar. Sonra ortaya çıkıyor ki Mısır’da Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki iç savaşın motor görevini bunların kendisi yapmış. Hatta ülkelerindeki mezhep çatışmalarını kendileri körüklemiş. Ya da Libya’da olduğu gibi Müslümanları kendileri öldürüyor. Bunun nedenleri nelerdir?

Zalimler ve tağutlar, daima reform ve ıslah yana olduklarını ve yolsuzluklarla mücadele etmek istediklerini ama buna vakit bulmadıklarını söylerler ve bu iddialarına karşı çıkanları da “Fesatçılar veya tahripçiler” olarak itham ederler. İşte, bu firavuni bir iddiadır.  Yüce Allah şöyle buyurmaktadır; “Firavun: «Ben bırakın da Musa'yı öldüreyim. O Rabb'ine yalvaradursun. Onun sizin dininizi değiştireceğinden veya yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum.» dedi.” (Mü’min / 26)

Musa (a.s) yeryüzünde bozgun çıkaran fesatçıdır. Firavun ise hayır elçisi ve reform yanlısıdır. Fesat çıkaranlara karşı bir savaşçıdır. Günümüzün firavunları bu firavuni mantığı sürdürüyorlar. Davetçilere, reformculara ve değişikliği talep edenlere karşı savaşıp kendilerini, iyiliğin ve doğrunun davetçileri olarak takdim ediyorlar.

Ancak halk uyanmaya ve hakkını aramaya başladı. Artık halk bunlara inanmadığı gibi iç yüzlerini de çok iyi biliyor. Çünkü yıllarca onları yönetimleri altında yaşadılar. Bazı haberler, bu hırsız yöneticilerin halklarının haklarını gaspettiklerini ve paralarla ilgili verilen rakamlar ise astronomik rakamlar. Milyar dolarlardan bahsediliyor, her iktidardaki aile ferdinin sahip olduğu para hakkında.  Bu paraların hepsini halkın günlük gıdasından çaldılar. Aslında bu çok cüzi bir kısım. 5 yılda iktidarlarda kalanlar günümüzde milyarları götürüyor, bunlar 30 veya 40 yıldır iktidarda bunların götürdüklerini hesap bileme edemeyiz. Halka düşen görev hakkını aramaktan geri durmaması ve hırsız zalimlere karşı dimdik ayakta durmalarıdır.

Biliyorsunuz ki modern devrimler, haklarını aramak ve devrim için halkın hazırlanmasında modern araçlar kullanan gençlere atf ediliyor. Gençlerin bu değişimdeki yeri nedir? Kur’an-ı Kerim’de, gençlere ve onların rollerine yönelik özel bir ilgi var mıdır? 

İnanıyoruz ki dünyadaki son devrimler bereketlidir. Devrimler halk içindir, Mısır ve Tunus zalimlerinin kaçması gibi güzel başarılar ortaya koymuştur. Diğer zalimlerde yoldalar Allah’ın izni ile… 

Gençlerin bu devrimlerde büyük rolü var. Bu rolde gençlerin yerlerinin, rollerinin ve mesajlarının önemine işaret ediyor. İşin güzel tarafı Müslüman milletimizde, dikkate şayan bir çoğunluğu gençlerin oluşturmasıdır. Bugünün çocukları yarının gençleridir. İslam gençleri kutluyor ve onlara önem veriyor. Onları yüksek değerlere yönlendiriyor. Onları, hayatlarında hedefler koymalarına, Kur’an sancağını kaldırıp düşmana ve zalimlere karşı savaşmaya ve onların entrikalarına karşı çıkmaya çağırıyor.

İslam, ümmetin liderlerini, gençlere önem göstermeye ve onların eğitimlerinin güzel olması hususunda çağrıda buluyor. İslam, ümmetin gençlerini takdir etmeye, plan ve projelerinin düzgün bir şekilde yapmaya davet diyor. Facebook, youtube, twitter gibi modern teknolojik iletişim araçlarına ve gelişmiş çeşitli internet sitelerine yönelmiş ve bunları güzel bir şekilde kullanan gençlere teşekkür etmek lazım. Bu medya araçlarının devrimde, yolsuzlukla mücadelede ve değişime çağrı hususunda kullanılması da teşekküre şayandır. İnanıyoruz ki şu günlerde bu araç ve gereçlerin kullanılması dinen vaciptir. Medya iletişim araçlarının davetçiler, tarafından güzel bir şekilde kullanılması da vaciptir. Çünkü diğer büyük medya organları yöneticilerin hizmetinde ya da onlardan nemalanıyor.

Arap devrimlerinden alınan ibretler ve dersler nelerdir? Buna benzer devrimlerin doğru bir şekilde hedeflerine ulaşması nasıl mümkün olur? 

Arap devrimlerinden alınan dersler ve ibretler saymakla bitmez. Bize düşen devrimin arkasında durmak ve profesyonel bir şekilde ondan istifade etmektir. Bunun yanı sıra istediğimiz değişim ve reform için görev dağıtımını iyi bir şekilde yapıp, devrimleri doğru bir şekilde hedeflerine ulaştırmak ve devrimin harap olmasını engellemek gerekir.  Başlarında Amerika’nın ve Yahudilerin bulunduğu düşmanlara, devrimin kendi yolundan çıkmaması ve planlarının başarısızlıkla sonuçlanması için dikkat etmek lazım. Halkın devrim yapması, ümmetin canlılığına ve devrimi öldürme çabalarının boşa çıkmasına işaret ediyor. Halk bir yere kadar zulüm karşısında susabilir. Ancak susması daimi değildir. Çünkü hızlı bir şekilde fesatçılarla ve zalimlerle savaşmak, hakkını aramak için harekete geçiyor.

Bu hareket sonunda zafere sebep olacak inşallah. Ümmet, Allah’ın yolunda çalışmayanı devirecek ve ondan vaz geçecek. Gelecek bizim, doğru her zaman galiptir Allahın izni ile…

KUR’AN’DA FİRAVUN ÜZERİNDEN ZALİMLERE MESAJLAR…

Allah Teâla, Hz. Musa ve Harun (as) zulmü artan ve yıllardır halkını sömüren Firavun’a gitmelerini emreder: “Firavun'a gidin, doğrusu o azmıştır. Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitap edin. Olur ki aklını başına alır yahut hiç değilse biraz çekinir. Musa ve kardeşi: Rabbimiz! Onun bize kötülük etmesinden veya azgınlığının artmasından korkarız. dediler. Allah: Korkmayın, dedi; Ben sizinle beraberim; görür ve işitirim. Ona gidin şöyle söyleyin: «Doğrusu biz senin Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını bizimle beraber gönder, onlara azap etme; Rabbinden sana bir mucize getirdik; selam, doğru yolda gidene olsun!” (Taha, 20/43-47)

“(Firavun) dedi ki: Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi? Ve yapacağın işi de yaptın. Sen nankörlerdensin.” (Şuara, 26/18-19)

Zorba yönetimler, halklarına sundukları nimet ve güzelliklerden söz etmekten başka bir şeyi bilmezler. Böylece onları boyunduruk altına almayı hedeflerler. Diktatörler ve zalim yöneticiler, iktidarı kendi çıkarları için kullandığında halkı kendi vatandaşı olarak değil köle olarak görürler. Ülkesi hududlarında yaşıyan memur, işçi, çiftçi ve kim var ise sahip olduğu devletin nimetlerinden istifade ettiğini düşünür. Bunun için onların devlete yani iktidara başkaldırısını nankörlük olarak algılarlar.

Firavun’un “Ve yapacağın işi de yaptın” ayetinde geçen olay ise, Hz. Musa’nın attığı yumruk sonucu ölen Kıpti adamın ölmesi meselesidir. Hz. Musa Kur’an’da geçtiği üzere bu suçlamaya karşı şu cevabı verir: “Musa: Dedi, Ben, o işi o anda sonunun ne olacağını bilmeyerek yaptım. Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı. O nimet diye başıma kaktığın ise, (aslında) İsrailoğullarını kendine kul köle etmendir.” (Şuara, 26/20-22) Musa (as) burada yöneticilere tarihi bir ders veriyor, “halka yaptığınız desteği ve yardımları asla başa kakmayın çünkü bu zaten onların hakkı. O topraklarda yaşayan her kişinin devlette veya iktidarda bir payı vardır.” Yani yöneticilerin, isyan eden halklara sizin için şunları ve bunları yaptım deyip halkı köleleştirmeye hakkı yoktur.

“Firavun şöyle dedi: Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir? (Musa dedi) Eğer işin gerçeğini bilmek isterseniz söyleyeyim: O, göklerin, yerin ve ikisi arasında olan her şeyin Rabbidir. (Firavun alaycı bir şekilde çevresindekilere) Bu adamın dediklerini işittiniz değil mi?” (Şuara, 26/23-25)

Zorba yönetimleri en çok sarsan şey ise, insanların onların dışındakilere kulak kesilmelidir. Bunun içindir ki insanları, değişime davet eden kişilere karşı hep kışkırtmışlar ve onlarla alay etmişlerdir.

“Musa dedi ki: O, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbidir. Firavun, çevresindekilere: Size gönderilen peygamberiniz şüphesiz delidir. dedi.” (Şuara, 26/26-27)       

Kışkırtma ve düşmanca tavır almaları da fayda etmeyince, değişimden yana olanları: töhmet altına bırakma, haklarında şüpheler uyandırma ve kendilerinden korkulması gereken kişiler olduklarını söylerler.

“Sonra onların ardından Mûsâ ve Hârûn'u âyetlerimizle birlikte Fir'avun'a ve adamlarına gönderdik; böbürlendiler ve suç işleyen bir topluluk oldular.” (Yunus / 75)

Firavun yolundaki zalimler tarih boyunca hiçbir zaman halklarına güvenmemişlerdir. Halklarını hep kendilerine karşı bir tehdit olarak görmüşlerdir. Kibirli duruşları ile halklarını aşağılamış ve onlara asla özgürlük hakkı tanımaya yanaşmamışlardır. Kaddafi kendi zulmüne karşı ayaklanan halkı “sıçanlara” benzetirken, Beşşar da halkını “mikroplara” benzetmişti. Bu zalimlerin sonları da kibirlerinden dolayı olacaktır.

“Firavun, milletini küçümsedi ama onlar kendisine yine de itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir milletti.” (Zuhruf, 43/54)

“Öyle ki, kendilerine katımızdan hak geldiği zaman, "Bakın, bu düpedüz bir büyü!" dediler.” (Yunus / 76)

Elhak! Bu çok açık bir büyü. Gösteriler, ayaklanmalar ve eylemler bir büyü olarak görülür. Halklarının bunun nasıl yaptıklarına inanamazlar. Bunların dıştan destek aldığını düşünürler. Komplolar üretmeye başlarlar. Halklarının haklı taleplerini anlamazlıktan gelirler. Halklarının büyülendiklerini düşünürler. Yoksa bir anda nasıl olurda karşılarına çıkarlar.

“Onlar dediler ki; «Siz ikiniz (Musa ve Harun), bizi atalarımızdan miras aldığımız inanç ve geleneklerden vazgeçiresiniz ve bu yörede saltanatı ele geçiresiniz diye mi bize geldiniz? Biz size kesinlikle inanmayacağız.»” (Yunus / 78)

Firanvanlar, talepleri olan haklara, “Sizler, babalarımızdan bize miras kalan yönetimi ve sultayı ele geçirmek istiyorsunuz. Ülkeyi zayıflatmak istiyorsunuz, ekonomiyi bozmak istiyorsunuz…” derler. Halkların taleplerinin, Firavunlaşan zalimlerin, yandaşlarının, avenelerinin ve din adamlarının iktidarına son vereceğini bildikleri için daha azgınlaşırlar.

“Firavun halkına duyuru yapıp dedi ki: Ey benim halkım! Mısır’ın yönetimi benim elimde değil mi? Ayaklarımın altından akan şu nehirler, kanallar benim değil mi? Görmüyor musunuz?” (Zuhruf, 43/51)

Tüm halk ayaklandığı için önce onları mesajları ve demeçleri ile ikna etme yolunu seçerler. Hâlâ halkların ayaklanma nedenini düşünmek istemezler. Ülke onların özel mülkü olduğu için halklarına “Mısır’ın yönetimi benim elimde değil mi?” insanların çektiği ve içinde yaşadıkları sıkıntıların dışında lüks içinde bir hayat sürdürüyordu. Eğlenmek ve zevk sefa içinde yaşamaktan başka bir şey bilmiyordu. “Ayaklarımın altından akan şu nehirler, kanallar benim değil mi?” Ayette görüldüğü üzere tarih boyunca zalim diktatörler, halkın parasıyla yaptığı köprü, baraj, yol ve hanları sanki mal ve mülkünden yapmış gibi göstermeye alışıktır. Hâlbuki bir yönetici, iktidarda olduğu bir ülkede halkın vergilerinden elde gelirler bunu yapmaya mecburdur. Bunları insanların başlarına kakmaya hakkı yoktur.

“Ve Firavun "En usta sihirbazları bana getirin!" diye emretti.” (Yunus / 79)

Halklarını demeçleri ile ikna edemeyince de halkı haklı taleplerini karalayacak insanlara ihtiyaç duyarlar. Bunun için hakikatleri gizleyen sihirbazlarını hemen yanlarına isterler. Yani medyadaki fikir cambazı yazarlarını ve din hocalarını devreye sokarlar... Ancak bütün konuşmaları, sihirleri, yazıları hak önünde yok olup gider. Sonu gelmiş bir zalimi kurtarmaya sarfettikleri hiçbir çaba yetmez… Çünkü hak artık görünmüştür… Ortaya saçtıkları komplolar tutmaz…

“Firavun'un ve adamlarının, kendilerine kötülük yapmasından korktukları için kavminin içinde Mûsâ'ya, yalnız genç bir kuşaktan başkası inanmadı. Çünkü Firavun ülkede gerçekten de nüfuz ve iktidar sahibiydi, ve üstelik ölçüsüz, acımasız biriydi.” (Yunus /83)

Kur'an tarihi bir gerçeğe işaret ediyor. Tarih boyunca zalimlere karşı ayaklananlar hep gençlerdir. Bu gençlikten genelde zalim yöneticilerin iktidarı altındaki ikinci ya da üçüncü kuşaktan oluşur. Babalarının zalimler karşısındaki halleri gençleri üzer ve onlar da bu gasıpçılara karşı korkusuzca meydan okurlar. Hz. Peygamber (sav) davete ilk başladığında ve büyük bir zulümle karşı karşıya kaldığında onu yalnızca az sayıda cesaretli genç erkek ve kadın desteklemişti. Babaları, anaları ve yaşlıları ise, bunun aksine Rasulü izleme, dünyevi çıkarlarını ve hatta hayatlarını tehlikeye atma cesareti gösterememişti. Ayrıca onlar kolay ve rahat yolu seçmekle kalmamışlar, gençlerin de cesaretini kırmaya yeltenmişlerdi. "Musa ile birlikte gitmeyin. Çünkü o, hem sizi hem de büyüklerinizi (yaşlılarınızı) felakete götürecek" (!). Kur'an meselenin işte bu özel yanını vurgulamaktadır; Çünkü Rasulullah Hz. Muhammed'de (s.a) aynı durumla karşı karşıya idi. Davetin başlangıç döneminde icabet edenler yaşlı kimseler değil, birkaç cesur gençti. İslam uğruna zulme ve baskıya cesaretle göğüs geren ilk müslümanlar gençlerdi. Mesela, Ali İbn Ebi Talib, Cafer-i Tayyar, Zübeyr, Talha, Sa'd b. Ebi Vakkas, Mus'ab b. Umeyr, Abdullah bin Mes'ud ve diğerleri İslam ile şereflendiklerinde 20 yaşın altındaydılar. Abdurrahman bin Avf, Bilal, Süheyl de öyle... Ebi Ubeyde bin el-Cerrah, Zeyd bin Harise, Osman bin Affan ve Ömer Faruk 35'lerinin altındaydılar. Ebu Bekir İslam'a girdiğinde 38'dan fazla değildi. İlk sahabiler arasında Rasullullah (s.a) ile yaşıt olan tek sahabi, Ammar bin Yasir, ondan daha yaşlı olan sahabi ise Ubeyde bin Haris Muttalibî idi.

Gençler ilk eyleme başladıklarında halklar sadece onları izler. Zalimlerin onlara çok ağır işkenceler yapacaklarını ve onlarında bundan vazgeçeceklerini düşünürler. Ama gençler, sabrettikçe korku yer değişir ve halklar gençlerin peşine takılır. İsrailoğulları da Hz. Musa'nın (a.s) nübüvvet ve risaletine inanmadıkları için değil, Firavun'un zulmüne düçar olmaktan korktukları için çekimser davranmışlardı. Bu korku onların manevi dejenarasyonlarının bir sonucuydu.

Zalimler ve tağutlar yani firavunlar, hedeflerine varmak için en günahkarca metodlara başvurmaktan çekinmeyen, hiçbir vicdan azabı hissetmeksizin zulüm işleyen, ahlaksızlık ve barbarlık eden kimselerdir. Yeter ki amaçlarına hizmet etsin, çıkarlarına uygun düştüğünde tüm sınırları hiçe sayarlar. Kısaca müsrifler öyle kimselerdir ki, kendilerini durduracak hiçbir had, sınır tanımazlar.

“Musa dedi ki; «Ey Rabbimiz, sen dünya hayatında Firavun'a ve yakın adamlarına debdebe ve bol servet verdin. Ey Rabbimiz, bunlar insanları senin yolundan saptırmak için kullanılıyor. Ey Rabbimiz, onların servetlerini mahvet ve kalplerini sıkıca mühürle ki, acıklı azabı görmedikçe iman etmesinler.»” (Yunus / 88)

Zalimler, saltanatlarını korumak için servetlerini ve komşu ülkelerle olan çıkar ilişkilerini kullanarak halkına karşı çok acımasızca kullanırlar. Tankları, tüfekleri, uçakları ve savaş gemileri ile halklarının üzerine ateş yağdırırlar. Halkların da Allah’a duadan başka yolları yoktur. Ve Musa (as) gibi dua ederler.

“(Allah:) "Bu dileğiniz kabul olundu" dedi, "öyleyse, siz ikiniz dosdoğru yolda sabır ve sebatla devam edin ve (doğru nedir, eğri nedir) bilmeyenlerin yolunu izlemeyin!" (Yunus/ 89)

Allah (cc) de mazlum halkların dualarını kabul eder ama sabır ve sebat göstermelerini öğütler. Çünkü zalimlerin hizmetine amade olarak çalışan sözde bilgili kişiler ve tanınmış şahsiyetler çıkıp zalimleri savunan açıklamalar ve yazılar yazacaklar. Halkları yollarından döndürmeye çevirecekler. Öyle bir şey olur ki, hakikat konusunda hiçbir bilgiye sahip olmayan ve Allah'ın yollarının hikmetini kavramayan kimseler, kıyamlarının apaçık başarısını Allah'ın kendilerini yeryüzünde egemen kılmayı murad ettiği biçimde yorumlamaya ve buna böylece inanmaya meyledebilirler. Fakat, hakikat savunucularının batılla mücadelelerinde, batıldan yana olanların şa'şa ve zenginlikleri karşısında içine düştükleri başarısızlıkları gördüklerinde Allah'ın, batılla savaşı içinde Hakka yardımcı olmadığını düşünmeye başlarlar. Bu yüzden bazı beyinsizler işi daha da ileri götürerek bu yanlış varsayımlarından, hakikati ikame etmek için kıyam etmenin faydasız olduğu sonucunu çıkarırlar.. Böylece artık yapılacak en uygun şeyin batılın egemenliği altında ve inanmayanların izin verdiği ölçüde dar bir dini hayatla yetinmek olduğunu düşünmeye başlarlar. Allah'ın Hz. Musa (a.s) ve izleyicilerini böyle yanlış düşünüşlerden korunmalarını ve kendilerine tevdi edilmiş emanete bu zor şartlar altında sabırla sahip çıkmalarını tavsiye etmesinin nedeni budur.

“Derken İsrailoğulları'nı denizin öte yakasına geçirdik; bunun üzerine Firavun ve ordusu hışımla onların ardına düştü, (denizin dalgaları onları örtüp de Firavun) boğulmak üzereyken: "Elhak, inandım," dedi, "İsrailoğulları'nın inandığı Tanrı'dan başka tanrı yok! Ve ben de artık kendini yürekten O'na teslim eden kimselerdenim!" (Yunus / 90)

Onlar da fayda vermeyince halklarının üzerine ordularını salarlar. Onlarla çok çetin bir şekilde mücadele ederler. Ancak onlar da çöküşün eşiğine varınca, halkın haklı isteklerinin o zaman farkına varırlar ve reform vaatlerini yüksek sesle dinlendirirler. Fakat ne halktan ne de dünyadan artık onlara kulak kesilecek kimse bulamazlar… 

“Gerçekten, Firavun, yeryüzünde zorbalığa yöneldi ve halkını sınıflara ayırdı. İçlerinden bir zümreyi güçsüz bularak oğullarını boğazlıyor, kızlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.” (Kasas, 28/2)

Zalimler, toplumun evlatları arasında ayrımcılık yapmaya çalışırlar. Halkları mezhep veya din çatışması içine sokmaya çalışırlar. Belli bir kesimi ve sınıfı destekleme ve kollamaya önem verirler. Siyasi çetelerini (Şebihalar, murtazikalar, baltacılar) halktanmış gibi halkın üzerine salarlar. İç savaşa başvurular. Halklarının birbirini öldürdüğünü iddia ederek güç kullanmayı meşrulaştırırlar. İstediklerini sağ bırakıp, istediklerini de acımadan öldürürler.

Aileler, kabileler, veya siyasi çeteler, hukuk ve ekonomi alanında birçok imtiyaza sahip geniş bir sınıf oluştururlar. Bağlılık gereği, çevrelerinde menfaatperest bir sınıf oluşur. Aileler ve siyasi çeteler yönetimi giderek gelişir ve bu gelişme sürekli olarak toplumun geride kalan fertlerinin hak ve özgürlükleri aleyhinde ilerler.
 

Haber Ara