Anahtar neden Türkiye'nin elinde?
Suriye’nin kaderi artık kendi halkından ziyade, komşu ve daha uzak başkentlerdeki güç sahiplerinin elinde olabilir. Ortadoğu'yu felakete sürükleyecek bir çatışmayı önleme kaygısı, muhtemelen Türkiye'yi Şam üzerindeki baskıyı arttırmaya sevk edecek.
14 Yıl Önce Güncellendi
2011-08-17 09:56:08
Beşşar Esad rejimi pazar günü Lazkiye’yi bombalamak üzere savaş gemilerini göndererek vahşi operasyonlarını boyutlandırırken ve isyan bugüne kadarki en az 1700 can kaybına rağmen hiçbir yatışma emaresi göstermezken, Suriye’nin kaderi artık kendi halkından ziyade, komşu ve daha uzak başkentlerdeki güç sahiplerinin elinde olabilir.
Bütün politikalar yereldir, fakat jeopolitik de kaçınılmaz olarak bölgesel nitelik taşır, zira iç çatışmalar genellikle bir ülkenin komşularındaki çatışmaları yankılar ve bunların üstesinden gelinmesi gereği hasıl olur.
ABD, Hindistan, Pakistan, İran ve Rusya Afgan ihtilaflarını halletmenin kuralları üzerinde anlaşamadıkça, Afganistan’da istikrarsızlık bitmez; bu uzlaşma sağlanmazsa, söz konusu ülkeler menfaatlerini bir iç savaştaki yerel maşaları üzerinden savunur –ki bazıları zaten bunu yapıyor. Halihazırda Irak da İran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel egemenler için bir gölge savaşının alanı niteliğinde ve ABD çekildiğinde iç savaşı önlemek bölgesel bir mesele.
Aynı mantık Suriye için de geçerlilik kazanıyor, zira buradaki ayaklanma ülkeyi, sadece olağan şüphelilerin (İran ve Suudi Arabistan) değil, Türkiye’nin de dahil olduğu bölgesel güç oyununun odağı haline getirdi.
Tahran ve Ankara’nın farkı
Türkiye ve İran Suriye’nin kilit dış müttefikleri, fakat bu iki ülkenin Şam’la ilişkileri farklı. Tahran Şam’la uzun yıllara dayanan stratejik bir ittifak içindeyken, Ankara Suriye için kritik önemde bir ticaret ve yatırım kaynağı.
Ayrıca iki ülkenin Beşşar Esad rejiminin siyasi krizle nasıl iştigal etmesi gerektiğine dair fikirleri de çok farklı. Ve Türkiye, ABD’nin nükleer programından dolayı İran’ı tecrit etme ve baskı altına alma stratejisiyle arasına mesafe koysa bile, Tahran ve Ankara aynı zamanda Ortadoğu genelinde nüfuz mücadelesi içindeki iki rakip.
Suudi Arabistan da Esad rejiminin patronlarından ve prensipte Arap demokrasisinden yana değil, fakat Suriye’yi İran’ın stratejik yörüngesinden çıkarmaktan memnun olacaktır.
Bu perspektiften bakıldığında, Riyad’ın Bahreyn’deki demokrasi protestolarını ezmesiyle Esad’ın aynı yöndeki yaklaşımı arasında hiçbir çelişki yok: Neticede Bahreyn’deki protestocular Şii’ydi ve bu yüzden Suudiler tarafından siyasi iktidarın gayri meşru talipleri ve İran’ın maşaları olarak görülüyordu; Suriye’deki protestocular Suudiler gibi Sünni, Esad rejiminin dayanağını ise Şiiliğin alt kolu olan Nusayriler oluşturuyor.
Türkiye her iki kampta da değil; dış politikasının temelinde, ihtilafları tarafların her birinin çıkarlarını hesaba katarak çözme ilkesi var.
Mevcut Türk hükümeti, kendisini Batı’yla Arap dünyası, hatta Batı’yla İran arasında köprü olarak görüyor. Ve aynı zamanda Arap demokrasisinin, yanı sıra ihtilafların halkların iradesini yansıtan siyasi çözümlerle sona erdirilmesi ilkesinin destekçisi.
Libya’da, Albay Kaddafi’yle yıllara dayanan iyi ilişkilerine rağmen, demokratik siyasi çözüm için bastırıyor. Aynısını Suriye’ye de uyguluyor: Rejimi reformlar yapmaya çağırırken ve göstericilere karşı güç kullanımını eleştirirken, Suriyeli muhalefet gruplarının İstanbul’u kendilerini örgütleme çabalarında üs olarak kullanmasına izin veriyor.
Protestoculara karşı askeri güç kullanımı yoğunlaştıkça, Türk liderler Esad’ı, baskıyı sürdürdüğü takdirde, olası bir uluslararası askeri müdahalede Türkiye’nin dostluğuna güvenemeyeceğine dair uyarıyor. Türkiye’nin ‘komşularla sıfır sorun’ diye nitelenen dış politikasının mimarı Ahmet Davutoğlu ve bu politika, Washington’da jeopolitik başağrıları yarattı.
Zira ABD’nin bölgeyi ‘sıfıra sıfır, elde var sıfır’ çatışması çerçevesinde, Washington ve İsrail’le müttefik ılımlılar ile İran’la müttefik radikaller arasında bölme yaklaşımını reddetti. ‘Komşularla sıfır sorun’ tam tersine, köprüler inşa etmek anlamına geliyordu. Fakat Suriye’nin rejim karşıtı vatandaşlarına yönelik baskısı, Türkiye için büyük bir sorun haline geldi.
Alevilerin Suriye’ye bakışı
Başbakan Erdoğan liderliğindeki hükümetin, Türkiye tarihinde iç kamuoyuna en fazla kulak veren hükümet olduğu söylenebilir. Türkler, İsrail’in 2009’da Gazze’yi ezip geçme görüntüleri karşısında nasıl infiale kapıldıysa, Sünni sivillerin Esad rejimine kafa tutmaya cüret ettikleri için vurulup topa tutulması karşısında da öfkeli.
Esad’ın çatışmayı mezhepleştirmesi de çoğunluğu Sünni olan Türk kamuoyunun Şam aleyhine dönmesine yol açıyor. Öte yandan Türkiye’deki Müslüman nüfusun yaklaşık yüzde 20’sini teşkil eden Alevilerin de Suriye’de iktidarda olan Nusayrilere yakınlığı söz konusu. Türkiye’nin, çıkarlarının doğası itibariyle, pek de mezhebe dayalı olmadığı söylenebilir.
Bir de 10 bin Suriyeli mültecinin Esad’dan kaçıp Türkiye’ye akın etmesi olgusu var ve Suriye ordusu izin verirse, onları başka mültecilerin takip edeceği muhakkak. İşte bu yüzden Erdoğan, Suriye’yi Türkiye için iç mesele olarak görüyor.
İran ise Türkiye’nin Suriye rejiminin protestocularla temasa geçip reformlara girişmesi tavrından farklı olarak, Esad’ın gösterilerin Batı veya İsrail planlarının ürünü olduğu söyleminden yana çıkıyor. Tahran’ın Esad’a rejimi koruması için 5 milyon dolarlık acil yardım gönderdiği söyleniyor.
ABD’ye mesafeli yaklaşım
İran ve Suriye yıllara dayanan stratejik müttefikler olsalar da, gerçekten bağımsız ve NATO’nun ikinci büyük ordusu sıfatıyla gücü tartışılmaz olan Türkiye’nin desteği, Suriye ihtilafındaki bölgesel rakipler oyununda siyasi ödül olabilir. Ve Esad’ın Türkiye’nin şiddeti durdurma ve siyasi reform başlatma çağrısına direnmesi, Türkiye’yi Batılı güçlerin ve Suudi Arabistan’ın safına itiyor.
Türkiye, Suriye’nin Irak’a benzer bir mezhep çatışması bataklığına dönüşmesinden korkuyor, fakat BM’de müdahale yönündeki girişimlere karşı çıkan müttefiklerinin (Rusya, Çin, Brezilya ve Güney Afrika) çizgisinden de gitmiyor. Türkiye askeri müdahaleye karşı çıkarken, Esad’ın inadının Irak tarzı bir felakete sürüklenmek açısından en büyük tehlike olduğuna inanıyor.
Bazı analistler, ABD ile Suudiler arasında varılan gizli bir anlaşma uyarınca, Türkiye’nin Suriye krizine uluslararası bir karşılığın biçimlendirilmesinde liderliği üstleneceğini iddia ediyor. İsrail medyası, Washington’da bazı çevrelerin Türkiye’yle İran arasında olası bir bozuşmayı, Ankara’yı İran’la ilişkilerde ABD-İsrail kampına geri döndürme fırsatı olarak gördüğünü öne sürüyor.
Fakat bu, dar bir bakış açısı olabilir. Birincisi, İran’ın Esad’ın stratejisine bağlılığı mutlak değil. İsrail’de yaşayan İran uzmanı Meir Cavidanfer, Esad rejiminin devam edememesi halinde Tahran’ın onu terk edebileceğini ve Suriye’de kurulacak yeni rejimle ilişki kurmayı deneyebileceğini savunuyor.
Ve Suriye, İran için Arap dünyasında sağlam bir ayak teşkil etse de Tahran’ın, ABD’nin nükleer meseleye yaklaşımına karşı sıkı muhalefetinden dolayı Türkiye’ye de ihtiyacı var. ABD öncülüğündeki ekonomik tecrit çabalarına rağmen İran’ın Türkiye’yle ticaret hacminde 2011’in ilk yarısında gerçekleşen yüzde 80’lik artış da bunun göstergesi.
Suriye krizi Ankara-Tahran ilişkilerinde gerginliğe yol açsa da, Türkiye’nin İran’ın nükleer programıyla nasıl iştigal edileceği konusunda ABD ile kopuşu, Tahran’la ideolojik yakınlıktan veya nükleer güç statüsüne ulaşma niyetinden kaynaklanmıyordu. Aksine Ankara, ABD stratejisini başarısız bulduğu ve bölgeyi istikrara kavuşturmak yerine çatışmaya sürükleme ihtimali olduğuna inandığı için Washington’la arasına mesafe koydu.
Esad’ın akıbeti ne olursa olsun, Türkiye’nin bu tavrı değişmeyecek. Fakat bölgeyi felakete sürükleyecek çatışmayı önlemek yönündeki kaygı, muhtemelen Türkiye’yi, İran’ın tercihleri ne olursa olsun, Şam üzerindeki baskıyı arttırmaya sevk edecek.
* Time, Tercüme: Radikal
Haber Ara