Çin, Batı ile arasındaki farkın kapanmakta olduğunu göstermek için hiçbir fırsatı kaçırmıyor: Olimpiyat Oyunları’nı düzenliyor, Expo 2010’a ev sahipliği yapıyor, taykonotlarını uzaya, araştırma denizaltılarını denizin derinliklerine gönderiyor, beş yıl zarfında dünyanın en büyük hızlı tren ağını inşa ediyor.
Pekin Halk Üniversitesi’nden Profesör Jin Canrong, Çin’in uslu bir öğrenci gibi Washington’daki büyük ustasının sözünü dinlediği günlerin geride kaldığını söylüyor.
"Durum beş yıl öncekinden çok farklı" diyen Canrong "Çin ve ABD ilişkilerini artık eşit düzeyde sürdürüyorlar. Geçmişte ABD taleplerini dile getirir, Çin de öğretmeninin sorularını cevaplandıran bir öğrenci gibi cevap verirdi, yani çok pasif bir roldeydi” şeklinde konuşuyor.
Güçlenen Çin, çıkarlarını savunuyor
Günümüzde ise Çin, başta toprak bütünlüğü olmak üzere, tüm konularda kendi çıkarlarını dile getiriyor ve savunuyor. Hong Kong Üniversitesi’nden siyaset bilimci David Zweig, Tibet ile Pekin tarafından kendi parçası olarak görülen Tayvan’ın bu çıkarların başında geldiğini belirtiyor.
Zweig, "Şimdi kendini daha güçlü hisseden Çin’e kalsa, ABD’nin Tayvan’a silah satmasını da engelleyecek. Öte yandan ABD Çin’in silahlanmasını kaygıyla izliyor. Bu nedenle de Çin ordusunu yakından takip ediyor, bu ise Çin tarafından iç meselelerine müdahale olarak değerlendiriliyor” tespitini yapıyor.
"ABD bölgesel anlaşmazlıklara karışmasın"
Komünist Parti yetkilileri bu konuda gayet açık bir tavır sergiliyor. ABD Dışişleri Bakanı Clinton’ın Vietnam ve Filipinler gibi Çin’in güneydeki komşularına, Pekin ile aralarında Güney Çin Denizi'ndeki egemenlik hakları konusunda süren anlaşmazlıkta destek vermeye hakkı olmadığını belirten parti yetkilileri, bunun bölgesel bir anlaşmazlık olduğunu kaydediyor.
Çin, Japonya ile de küçük adalar ve buna bağlı olarak denizin dibinde petrol yatağı arama hakkı konusunda çekişiyor. Pekin kısa bir süre önce de ilk uçak gemisini tamamladı. Ancak Pekin Halk Üniversitesi’nden Profesör Jin Canrong, Çin’in askerî alanda süper güç olma yolunda ilerlediği yönündeki iddiaların yersiz olduğunu kaydediyor.
"Hiçbir Çinli kalkıp ülkesini küresel oyuncu olarak adlandırmıyor" diyen Canrong "Çin kendini dünyada belli bir nüfuza sahip ve Doğu Asya’da etkili, ancak ulusal birliğini henüz tamamlayamamış bölgesel bir güç olarak görüyor. Tayvan sorunu hâlâ gündemde” ifadelerini kullanıyor.
Karşılıklı güvensizlik
Çinli Profesör Jin ve Amerikan meslektaşı Zweig’ın görüş birliği içinde olduğu bir nokta var. İkisi de tarafların birbirine güven duymadığını vurguluyor.
ABD ile Avrupa arasında da sorunların olduğunu, ama ilişkilerin temelinde güvenin bulunduğunu belirten Zweig "Bu ABD ile Çin arasında böyle değil. İklim konferanslarında verilip tutulmayan sözler, Dalay Lama yapılan görüşmeler, silah sevkiyatları – tüm bunlar karşılıklı güvensizliği güçlendiriyor. İki taraf da diğerinin kendisine hükmetmek istediği şüphesini taşıyor” diyor.
Artan güç ile gelen sorumluluk
Profesör Jin, geleceğe yönelik şu öngörüde bulunuyor:
"Çin, yeni kazandığı gücün aynı zamanda da sorumluluk anlamına geldiğinin farkında. Çin bu sorumluluğu üstlenmeye hazır ve afet yardımından bulaşıcı hastalıklarla mücadeleye ve teröristler ile korsanlara karşı verilen savaşa kadar ABD ile işbirliği içinde. Kanımca Çin gelecekte daha da fazla sorumluluk üstlenecek.”
Çin sürekli kendi çıkarlarını kolluyor. Afrika’da gösterilen angajmanın arkasında da yeraltı kaynakları ve uzun vadede zirai alan konusunda kendini güvenceye alma düşüncesi yatıyor. Batı’nın verdiği kalkınma yardımı çoğunlukla reformlara bağlı tutulurken, Çin ticareti tercih ediyor ve petrol karşılığı silah satıyor, ya da bakır karşılığında yol inşa ediyor.
"Merkez Komite dünyayı tanımıyor"
Ancak David Zweig, dünya çapında artan nüfuzuna rağmen, Çin yönetiminin en önemli hedefinin ülke içinde istikrar olduğunu belirtiyor.
Eski Devlet Başkanı Jiang Zemin döneminin sona ermesinin ardından, en üst düzey yöneticiler arasında uluslararası tecrübesi olan bir isim kalmadığına dikkat çeken Zweig, bunun 1940’lı yıllardan beri olmayan bir durum olduğunu belirterek şöyle devam ediyor:
"Merkez Komitesi üyelerinin belki sadece yüzde üç veya dördü uzunca bir süre yurtdışında kalmıştır. Belki de dünyayı bizim sandığımız kadar iyi tanımıyorlardır.”
DW