MHK Başkanı Namoğlu: Lo Bello'nun rekorunu egale ettim
Kamuoyu Yusuf Namoğlu'nun MHK Başkanlığı üzerinde "kimlik ve kişilik" tartışmaları yapmıyor. Ama "Uzun zamandır hakem camiasından uzak" gibi bir eleştiri de alttan alta duyuluyor.
Futbol Federasyonu'nun basın departmanı tarafından hazırlanan Ta
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-08-01 11:22:22
Futbol Federasyonu'nun basın departmanı tarafından hazırlanan TamSaha Dergisi'ne konuşan MHK Başkanı Namoğlu, başlangıçta hakemlikten sonraki görevlerinden söz ederken bu tür sorulara cevap verdiğini belirterek, 'Bunu söyleyenler demek ki beni takip etmemiş. Çünkü bilemiyorlar. 1992 senesinde Galatasaray - Fenerbahçe TSYD Kupası finalini 20 dakika yönetip hakemliğe veda etmiştim. O günün MHK'sına da "Düdüğümü üzerinde emeğim olan Ahmet Çakar'a vermek isterim. Emeğim olan insanın da bir yerlere geleceğine inanıyorum" demiştim. Sağ olsunlar MHK üyeleri de beni kırmamıştı. Veda maçıma FIFA ve UEFA Hakem Komitesi üyelerini de davet etmiştim, onlar da tribündeydi.' diyen Namoğlu, şunları söyledi:
'Neticede o gün hakemliği bıraktım. Şimdi burada daha önce hiçbir yerde söz etmediğim bir olayı anlatayım. Hakemlik yaptığım dönemde milletvekili olmuştum. İtalya'da da Rosario Lo Bello parlamenter olarak maç yöneten tek hakemdi. Ben de kendi kendime, "Hem FIFA hem UEFA hem de Türkiye Ligi organizasyonlarında birer maç yöneterek Lo Bello'nun rekorunu egale edeceğim" dedim.
Gerçekten de Arnavutluk - İspanya, Ferençvaroş - Levski Sofya ve Beşiktaş - Adana Demirspor maçlarını yöneterek bu hedefime ulaştım ve hakemliği bıraktım. 1993'te de UEFA beni gözlemciliğe aldı. Belediye Başkanı oldum, milletvekili oldum ama 1993'ten bu yana 18 yıldır non-stop UEFA maçlarına görevli gittim.
Son üç yılda da Türkiye Futbol Federasyonu'nda mentörlük yapıyorum, genç hakemler yetiştiriyorum. Bunlardan birisi Özgür Yankaya. Bir noktada aldık ve bugün Süper Lig maçlarına verilebilecek bir noktaya getirdik. Keza UEFA'nın Mükemmel Hakemlik Kursu'na katılan bir Mete Kalkavan var. Mentörlük görevim sayesinde bütün Türkiye'yi dolaştım, hakem dernekleriyle, hakemlerle, gözlemcilerle sürekli birlikte oldum. Kısacası kimseden uzak kalmadım.'
ÖNCE GÖZLEMCİLERİ DÜZELTECEĞİZ
Yusuf Namoğlu, büyük bir bölümü üst düzeyde ve FIFA kokartı taşıyarak geçen 22 yıllık hakemliğin ardından UEFA gözlemcisi ve delegesi olarak 40 yılını bu mesleğe adadı.
Şimdi âdil ve tarafsız kimliğiyle MHK'nın başında olduğuna vurgu yapan Namoğlu, inşaat mühendisliğinden gelen analitik düşünme yeteneği, Belediye Başkanlığı ve milletvekilliğiyle taçlanan devlet umuru görmüşlüğüyle de tecrübeli bir isim olarak dikkat çekiyor.
MHK'nın yeni başkanı, yönetim anlayışı, hakemlik müessesine getireceği yenilikler ve değişiklikler konusunda samimi itiraflarda bulundu. Namoğlu, 'MHK Başkanı, ailenin içindeki diğer unsurlara güven vermeli, onların haklarını savunabilmeli. Meselelerin üzerine gidebilen, çekinmeyen bir yapıya sahip olmalı. Taviz vermemeli, doğru bildiğini yapabilmeli. Hepsinden önemlisi bu koltuğu her an bırakabilecek bir insan olmalı.' diyerek şunları söyledi:
'Bildiğim doğruları yaparım, olmuyorsa da gitmekte tereddüt etmem. Hakemlik yaptığım dönemde de sahaya çıkarken, "Bu maçta bildiğim gibi düdük çalarım, beni yerlerse de yesinler, hiç umurumda değil" diye düşünürdüm.
Belediye Başkanı seçildiğimde, "Bundan sonra seçilip seçilmemek hiç umurumda değil. Yeter ki doğru bildiğim şeyleri yapayım, hizmet ettiğime vicdanen inanayım, ondan sonra koltuğu bırakırım, kim ne yaparsa yapsın" demiştim. Öyle de yaptım. Şimdi burada da düşüncem aynı.
Hiç bir zaman boyun eğen bir adam olmadım. "Aman şunu yapmayayım, aman bununla dalaşmayayım, aman yukarıdan lâf gelir, koltuk gider" düşüncesi bana göre değil. Koltuk giderse gider, hiç umurumda değil. Yeter ki vicdanen rahat olayım.
Tabandan gelen hakem ordusunun sayısını artırmamız lâzım. İşi üniversitelere yayarak daha kendine güveni olan bir ordu meydana getirmemiz gerekiyor. Hakem kadrosunu kalite itibarıyla genişletmek istiyoruz. Yukarı doğru sağlıklı bir elimine yapabilirsek, üst düzey hakem sayımızı artırabiliriz.
Sağlıklı elimine yapmanın yolu gözlemcilerden geçiyor. Bataklık dediğim olay da bu. Gözlemciler çok daha kendini veren, çok daha iyi irdeleyen, daha objektif olabilen bir ekip haline gelirse, notları ve eleştirileri de yönetenlere doğru fikir verir. Aksi takdirde yanlış adamlar yükselir, yanlış adamlar düşer.
Gözlemcinin hakemle ilgili notunun bizim kanaatimizle ilgisi yoksa, tıpkı UEFA'nın bu sene getireceği yeni uygulama gibi, "Sen bu notu bir daha düşün" diyeceğiz. Gözlemci eğer, "Benim görüşüm yine aynı" derse, "Arkadaş sen biraz dinlen. Senin yerine başkasının gelmesi lâzım" diyeceğiz.
Önemli olan bir hakemin sezonda 22-23 maç yönetmesi değil, hakemin doğru ve adaletli görev yapmasını sağlamak. 3-5 kişinin 20 maçın üzerine çıkması ve alt tarafta kadronun daralması mı doğru, yoksa çok sayıda hakemin 16-17 maç ortalamasında buluşması ve seçeneklerin artması mı? Bence doğru olan ikinci şık.
Geçen dönemde de ceza uygulaması vardı. Ancak gözlemcilerden gelen puanlar, bu uygulamayı geçersiz kıldı. Herkesin hata yaptığını ve dinlendirileceğini zannettiği hakemler, gözlemcilerden gelen yüksek puanlar sayesinde ceza almadı.
Medya özgür bir güçtür. Onlara zorla bir şey yaptırmanız da mümkün değil. Ama medeni ilişkilerle diyaloglar kurarak, açık oynayarak, yaptıklarımızı anlatarak ve varsa haklı eleştirilerini alarak bir iletişim yürütmeye çalışacağız. Gerekirse hepsiyle tek tek oturur konuşurum.
Önemli anlarda çıkıp kamuoyuna bilgi vermek gerektiğinde medyayla ilişki kurarım. Yöneticisi, oyuncusu, yorumcusu hakeme vurduğunda çıkıp onları savunurum. Çünkü hakemin buna ihtiyacı var. Birileri hakem adına bir şeyler söyleyecek.
Türkiye de konvansiyona girdiği için UEFA'nın görevlendirdiği isimler hakemlerimize eğitim veriyor. UEFA ile daha ileri düzeyde çalışmalara girmekle ilgili Sayın Şenes Erzik'le görüşmeler yaptım. Biz, Şenes Bey ve UEFA, Türk hakemliğini farklı boyutlara getirmek için çalışmalar yapacağız.
Öyle maçlar vardır ki, öncesinde kamp yapmak zorunlu hale gelebilir. Bu tip maçlardan önce hakemi rahatlatacak bir ortam hazırlanır. Ama hakemleri her hafta kampa alırsanız, gidip gelmekten, ailelerini ve işlerini düşünmekten bu defa fayda yerine zarar verirsiniz.
6 hakem uygulamasının pilot olarak başlamasını faydalı görüyorum. Önemli maçlarda bunu denemek lâzım. Çünkü hakemin ve yardımcı hakemin saha içindeki yerleri gereği göremeyecekleri pozisyonlar var. Beşinci ve altıncı hakemleri kullanırsak bu sorunu giderebiliriz.'
İşte Yusuf Namoğlu'nun röportajının ayrıntısı:
MHK Başkanlığı bir ateşten gömlek sayılır. Geriye doğru düşündüğümde kamuoyunun, "Çok iyi bir MHK Başkanıydı" dediği bir ismi hatırlamıyorum. Mutlaka işini çok iyi yapan başkanlar vardı ama hep spesifik kırılma noktalarıyla hatırlandılar. Dolayısıyla MHK Başkanları hep eleştirilen, yerden yere vurulan kişiler oldu. Böyle bir ortamda sizin bu göreve talip olmanız ya da teklif edilen görevi kabul etmenizin gerekçesi neydi?
Burada İsa'ya da Musa'ya da yaranamadığınız bir gerçek. Bu nedenle ateşten gömlek tanımlaması doğru. Üstelik bu işi yaparken hakemin düdüğüne tâbisiniz. Onun başarısı veya başarısızlığı sizin performansını belirliyor. Ancak diğer yandan da ben yaklaşık 40 yıldır bu mesleğin içindeyim. 22 yıl sahalarda düdük çaldım, 18 yıldır da UEFA'da gözlemci, delege ve son 3 yıldır da TFF'de mentör olarak görev yaptım. Yani bir çok alanda hakemliğe hizmet ettim. Hiç bir dönemde de ara vermedim. Hakemliği bıraktım, UEFA gözlemciliğine başladım ve halen de devam ediyorum. Bu kadar yıllık hizmet, benim hiçbir dönemde futbolumuza hizmet etmekten kaçmadığımı gösteriyor. Sayın Başkandan böyle bir talep gelip ısrarla da isteyince, ekibinin de saygın, düzgün, kendi alanlarında başarılı insanlar olduğunu görünce, yan kurullarında da aynı tablonun varlığını fark edince, böyle bir takım oyununun içinde olabileceğimi, futbola hizmet edebileceğimi düşündüm. Bu ateşten gömleği, hizmet aşkıyla giydim yani.
İnsan, Başkan Mehmet Ali Aydınlar'la konuşmanızda neler söylendiğini de merak ediyor tabii... MHK Başkanlığı için neden bir başkasını değil de sizi seçti?
Bu soruyu Sayın Başkana sormak gerekir, ben bilemem tabii... Ancak Sayın Başkan da futbol ailesinin dışında olan biri değil. Geçmişten beri camianın içinde yer alan, bu camiada geniş çevresi olan biri. Çevresindeki bir çok insanla görüşmüştür, zihninde ölçüp biçmiştir ve nihayetinde beni bu göreve davet etmiştir. Tabii beni o yönde düşünüp teklifte bulunması, beni düzgün bir insan olarak görmesi önemli. Bunun için kendisine teşekkür ederim. Onu mahcup etmemek için elimden geleni yapacağım. Zaten geçmişimde görev yaptığım bütün alanlardan alnım açık çıktım. Allah'ın izniyle bu görevin altından da aynı alın açıklığıyla çıkmak istiyorum.
MHK Başkanı'nın profili nasıl olmalı? Dışarıdan baktığınız dönemde bir MHK Başkanı portresi çizerken hangi özelliklere sahip olması gerektiğini düşünüyordunuz?
Başkalarını bilemem ama ben bu soruya kendim olarak cevap vereyim. Herkesin bir yoğurt yiyişi, herkesin bir yönetme anlayışı vardır ve bu insandan insana değişir. Ben nasıl bir MHK Başkanı olmalıyım diye bakarım. Bence MHK Başkanı, o ailenin içindeki diğer unsurlara güven veren bir insan olmalı. En azından onların haklarını savunabilmeli. Kendinden emin olmalı. Nasıl ki hakem sahada kendinden emin, kararlı ve cesur olmak zorundaysa, MHK Başkanı da aynı özellikleri taşımalı ve meselelerin üzerine gidebilen, çekinmeyen bir yapıya sahip olmalı. Taviz vermeyen, doğru bildiğini yapan bir karaktere sahip olmalı. Hepsinden önemlisi bu koltuğu her an bırakabilecek bir insan olmalı ve çevresine de bunu hissettirmeli.
KOLTUK GİDERSE GİTSİN
Bu "koltuğu her an bırakabilme" meselesini biraz açalım isterseniz. Ben ne demek istediğinizi anlıyorum ama okuyanların bir kısmı, bu sözü "Zoru görünce terk etmek" gibi de algılayabilir.
Evet, vermek istediğim mesaj şu; benim bu koltuğa ihtiyacım yok! Bildiğim doğruları yaparım, olmuyorsa da gitmekte tereddüt etmem. Hakemlik yaptığım dönemde de sahaya çıkarken, "Bu maçta bildiğim gibi düdük çalarım, beni yerlerse de yesinler, hiç umurumda değil" diye düşünürdüm. Bakın bir örnek daha vereyim. Beşiktaş'ta Belediye Başkanlığı yaptım. Göreve başlarken kendi kendime "Bundan sonra seçilip seçilmemek hiç umurumda değil. Yeter ki doğru bildiğim şeyleri yapayım, hizmet ettiğime vicdanen inanayım, ondan sonra koltuğu bırakırım, kim ne yaparsa yapsın" demiştim. Öyle de yaptım. Şimdi burada da düşüncem aynı. Görev sürem içinde doğru bildiklerimi uygularım, bir sonraki kongrede ne olur diye düşünmem, çeker giderim. Hiç bir zaman boyun eğen bir adam olmadım. "Aman şunu yapmayayım, aman bununla dalaşmayayım, aman yukarıdan lâf gelir, koltuk gider" düşüncesi bana göre değil. Koltuk giderse gider, hiç umurumda değil. Yeter ki vicdanen rahat olayım. Yapabildiğim kadarıyla bu mantıkla çalışmayı sürdüreceğim. Bütün arkadaşlarıma da "Hesabını veremeyeceğimiz hiç bir şeyi yapmayacağız" diyorum. Eğer yaptığımız bir şey varsa onun hesabını verebilmeliyiz. İlkemiz budur.
Yönetim kadronuzu oluştururken hangi ölçüleri göz önünde bulundurdunuz?
Bir kere Türkiye'nin coğrafyasını göz önüne almak zorundasınız. Her bölgeyi, hakemleri ve takımları iyi tanıyan arkadaşlara ihtiyacımız vardı. Bunu gözettik. Bu işin olmazsa olmazı ise bu arkadaşlarımızın bugüne kadar hiçbir şaibeye bulaşmamış olması. Bir başka kriter ise takım oyununa uyum sağlayabilecek nitelikte olmaları. Hepsi de yapısı, karakteri itibariyle birbirleriyle uyum sağlayabilecek arkadaşlar. Bir futbol takımı nasıl ki bir takım haline gelirse başarılı olur, bu bizim MHK'mız için de geçerdi.
Hakemler futbolun en çok eleştirilen aktörleri. Sizce bu eleştirileri asgariye indirebilmek için neleri değiştirmek gerekiyor?
Öncelikle hakemlere güven vermek gerekiyor. Bununla birlikte eleştiri yapan odaklara karşı onları savunabilecek, onlara kalkan olabilecek bir güç bulunduğunu hissettirmek lâzım. O güvenle sahaya çıkmalarını sağlamak gerekiyor. Bir ikincisi de beyinlerinin çok daha sakin, rahat olmasını sağlayacak ortamları hazırlamak. Birebir görüşmelerle bu ortamı hazırlayabileceğimizi düşünüyorum. Bazen sivrisineği yok ederken onun üzerine giderek temizlemeye kalkışılır ama doğru olan bataklığı kurutmaktır. Bunun yolu da tabandan gelen hakem ordusunun sayısını artırmaktan geçiyor. Biraz uzun vadeli olacak ama işi üniversitelere yayarak daha kendine güveni olan bir ordu meydana getirmemiz gerekiyor. Hakem kadrosunu kalite itibarıyla genişletmek istiyoruz. Yukarı doğru da sağlıklı bir elimine yapabilirsek, üst düzey hakem sayımızı artırabiliriz.
Bu sağlıklı elimine konusunu ve bataklığı kurutma meselesini biraz daha açabilir misiniz?
Sağlıklı elimine yapmanın yolu gözlemcilerden geçiyor. Dolayısıyla gözlemcileri de ele almak gerekecek. Bataklık dediğim olay bu. İşin temeli orası çünkü. Gözlemciler çok daha kendini veren, çok daha iyi irdeleyen, daha objektif olabilen bir ekip haline gelirse, onların notları ve eleştirileri de yönetenlere doğru fikir verir. Aksi takdirde yanlış yönlendirir. Bunun sonucunda da yanlış adamlar yükselir, yanlış adamlar düşer.
Bunun için ne yapacaksınız?
UEFA da bu meseleyi benim düşündüğüm gibi düşünüyor. Bu sene yeni bir uygulamayla gözlemcilere otokontrol uygulayacaklar. Aynı sistemi biz de yürürlüğe sokmak istiyoruz. Gözlemci, gözlediği hakemin raporunu UEFA'ya gönderiyor ve hakeme de bir not veriyor. Aynı maçı UEFA Hakem Komitesi üyesi de izliyor. Diyelim ki gözlemcinin verdiği notun, kendi kanaatiyle hiç alâkası yok. O zaman gözlemciye diyor ki, "Sen bu verdiğin notu bir daha düşün." Yani ona kendisini düzeltme fırsatı tanıyor. Gözlemci eğer, "Benim görüşüm yine aynı" diye geri gönderiyorsa, komite ona, "Arkadaş sen biraz dinlen. Senin yerine başkasının gelmesi lâzım" diyor.
Hakem kararlarında standart nasıl sağlanacak?
Bunlar zaten standardı sağlamaya yönelik çalışmalar. Hakem kararları hiç bir zaman fabrikadan çıkmış gibi olamaz. Aynı dersin iki öğretmeninden birisi bol not verir, diğeri sıfırcıdır. İnsanın olduğu yerde mutlaka görüş farklılıkları olur. Ama bu görüş farklılıkları sadece "sana göre-bana göre" diyebileceğimiz pozisyonlarda tolere edilebilir. Yoksa herkesin aynı şekilde gördüğü bir pozisyonda hakemin farklı bir karar vermesi kabul edilemez.
HAKEM KADROSU GENİŞLEYECEK
Oğuz Sarvan MHK'sı göreve geldiğinde hakemlikteki en önemli sorunu "tecrübe eksikliği" olarak belirlemiş ve bu problemi çözmek için de kadroyu daraltma formülünü bulmuştu. Bu sayede hakemlerin maç sayıları Avrupa standartlarına yaklaştı. Siz de aynı yolu izleyecek misiniz? Yoksa, "Bu kadar az sayıda hakemle bu lig yönetilmez" diye mi düşünüyorsunuz?
Tabii ki o düşüncenin doğruları da yanlışları da var. Elbette tecrübe çok önemli ve bu tecrübe çok sayıda maç yönetmekle kazanılıyor. Ancak geçmişten beri gelen, yani çok maç almış hakemler var; tecrübe konusunda bir sorunları yok ama bakıyorsunuz hata yapıyorlar. Demek ki sadece tecrübeyle, çok maç almakla hata giderilmez. O zaman mental yorgunluk ortaya çıkıyor ve hatalar da artıyor. Biz elimizdeki hakem kadrosunu güvenebileceğimiz daha geniş bir tabana yayacağız. Bugün UEFA'nın Elit Kategori'de 25 hakemi var. İş yarı finale, finale geldiğinde, içlerinden bir kaç tanesini seçiyor ama tümünü Şampiyonlar Ligi maçlarında kullanıyor. Bizde Üst Klasmanda 38 hakem var ama Süper Lig 20 hakemle dönüyor. Üstelik maç sayılarına baktığınızda bu hakemlerin bir kısmı 20 maç yönetmiş, bir kısmı 10 maçta kalmış. Demek ki bazı hakemlere maç veremez duruma gelmişsiniz. Ben de diyorum ki, hakemlerin maç sayılarında büyük kopukluklar olmamalı. Sayıyı daralta daralta 2-3 hakeme kalmamanız lâzım.
Yani siz Üst Klasman'daki 38 hakemin tamamına mı görev vereceksiniz?
Biz de hakemlerin bir kısmını Bank Asya Hakemi olarak kullanacağız. Çünkü bu hakem kadrosu bizim kadromuz değil. Biz kadromuzu yaptığımız zaman hepsini kullanmaya çalışacağız. Ama bu bir süreç meselesi. Biz geldik, birilerini çizdik, oldu bitti diyemeyiz. Geçmişte doğru olan işleri devam ettirmek düşüncesindeyiz. Aksayan noktalarda ise bize göre doğru olanları uygulayacağız.
Peki, maçları 20 değil de 38 hakeme dağıttığınızda bir sezonda 22-23 maç tecrübesine ulaşabilen hakem kalmayacak. Bu durum tecrübe açısından bir sorun oluşturmayacak mı?
Önemli olan bir hakemin sezonda 22-23 maç yönetmesi değil ki. Önemli olan hakemin doğru ve adaletli görev yapmasını sağlamak. 3-5 kişinin 20 maçın üzerine çıkması ve alt tarafta kadronun daralması mı doğrudur, yoksa çok sayıda hakemin 16-17 maç ortalaması etrafında buluşması ve seçeneklerin artması mı? Bence doğru olan ikinci şıktır.
Geçmişte hakemlere ceza uygulaması vardı. Kötü yönettikleri maçların ardından dinlendirilirlerdi. Aslında hakemlere sorduğunuzda bu sistemden çok hoşlandıkları da söylenemez. Son dönemde ise bu ceza uygulamasıyla pek karşılaşmadık. Hakemler hata yapsalar da üst üste maç almayı sürdürdü. Sizce bu uygulamaların hangisi doğru?
Aslında geçen dönemde de ceza uygulaması vardı. Ancak gözlemcilerden gelen puanlar, bu uygulamayı geçersiz kıldı. Herkesin hata yaptığını ve dinlendirileceğini zannettiği hakemler, gözlemcilerden gelen yüksek puanlar sayesinde ceza almadı. Yeni dönemde gözlemcilerle de görüşeceğim ve doğru görev yapmalarına fırsat tanıyacağım. Yapamayan gider, yapanlar gelir.
Hakemleri baskı altında tutan ortamın bir ayağını da medya oluşturuyor. Medya ile ilişkileri nasıl yürüteceksiniz?
Medya bir güçtür ve özgür bir güçtür. Onlara zorla bir şey yaptırmanız da mümkün değil. Ama medeni ilişkilerle diyaloglar kurarak, açık oynayarak, yaptıklarımızı anlatarak ve varsa haklı eleştirilerini alarak bir iletişim yürütmeye çalışacağız. Ben inanıyorum ki bu yöntemi uyguladıktan sonra geçmişte "A, B, C, D" diyenler artık sadece "A" diyecek. Medyadaki yorumcuların hepsi benim arkadaşlarım. Gerekirse hepsiyle tek tek oturur konuşurum. Önemli anlarda çıkıp kamuoyuna bilgi vermek gerektiğinde yine medyayla ilişki kurarım. Yöneticisi, oyuncusu, yorumcusu hakeme vurduğunda yine çıkıp onları savunurum. Çünkü hakemin buna ihtiyacı var. Birileri hakem adına bir şeyler söyleyecek. Geçmişte dernek başkanı olarak bunu yapmaya çalışıyordum. Ama şimdi dernek paramparça. Derneği de toparlamaya çalışıyoruz. Bu toparlanma süreci tamamlanana kadar da hakemlerin adına eleştirilere biz göğüs gereceğiz.
Bazen insanlar kuralı yanlış bilmekten dolayı da hakemleri haksız bir şekilde eleştirebiliyor. Bu konuda yapabileceğiniz bir şeyler var mı?
Dediğiniz gibi öyle anlar oluyor ki, hakem arkadaşımız haklı ama bu haklılığını anlatamıyor. Medyada da hakemin aleyhine bir kamuoyu oluşuyor. Böyle durumlarda görsel verilerle birlikte, uluslararası maçlardan da örneklerle doğruları kamuoyuna anlatırız.
Yeni dönemde hakemler konuşacak mı?
Siz konuşmazsanız hakem konuşmak zorunda kalır. Siz onun adına konuşursanız buna ihtiyaç kalmaz. Zaten ne FIFA'da ne de UEFA'da hakemin konuşması diye bir şey var. Hakemler maçla ilgili bir yorum getiremez. Çünkü bu durum spekülasyonlara yol açar. Ama hakem de eziliyorsa, onun hakkını birileri savunmalı.
Hakemlerin eğitiminde Uilenberg, Larsen ve Sharp önemli rol oynuyor. Bu eğitim sistemi sizin döneminizde de sürecek mi?
TFF, UEFA ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde konvansiyona girdi ve eğitimler de UEFA'nın eğiticileri tarafından götürülmekte. UEFA, son yıllarda elindeki elit hakemlerin performansının düştüğünü ve farklı kararlar verdiklerini gözlemledi. Şimdi hem hakemlerin performansını yükseltmek hem de hakem kararlarında bir standart sağlamak amacıyla her ülkede aynı eğitimi uygulamaya koydular. Türkiye de konvansiyona girdiği için UEFA'nın görevlendirdiği saydığınız isimler hakemlerimize eğitim veriyor. Biz de aynı biçimde devam edeceğiz. Hatta ben UEFA ile daha ileri düzeyde çalışmalara girmekle ilgili Sayın Şenes Erzik'le görüşmeler yaptım. Sağ olsun o da çok sıcak baktığını söyledi. Biz, Şenes Bey ve UEFA, Türk hakemliğini farklı boyutlara getirmek için çalışmalar yapacağız.
Hakem kampları devam edecek mi?
Hakem kamplarının sürekli olması, hakemleri ve aile yapılarını olumsuz etkiliyor. Ama öyle maçlar vardır ki, kamp zorunlu hale gelebilir. Bakın bu konuda bir örnek vereyim. 1986'da bir Galatasaray-Beşiktaş maçı var. Ligin bitmesine 1 hafta kalmış. Beşiktaş averajla önde, Galatasaray namağlup ikinci. Yani o maçı kazanan şampiyon olacak. Galatasaray 13 yıldır şampiyon olamamış. Bu maç bana tevdi edildi. Arkadaşlarımdan telefonlar gelmeye başladı, şakayla karışık bir sürü lâf... İnsan ister istemez etkileniyor. Bir hakem yüzde 5 etki altında kalabilir, birisi yüzde 50 kalabilir. Bu insanın yapısına göre değişir. Bunun üzerine yardımcı hakem arkadaşları aradım ve "Ben şu saatte İnönü Stadı'nın önündeyim, çantalarınızı hazırlayın, eşlerinize söyleyin, Pazar akşamına kadar yokuz" dedim. Orada buluştuk ve Sapanca'ya gidip kampa girdik. Maç gününe kadar orada kaldık. Stada geldiğimizde yer yerinden oynuyordu ama biz çok rahattık. Müsabaka 1-1 bitti ve benimle ilgili en küçük bir olumsuzluk yaşanmadı. Ben bu olayı bizzat yaşadım. Bu tip maçlardan önce hakemi rahatlatacak bir ortam hazırlanır. Ama her hafta kampa alırsanız, gidip gelmekten, ailelerini ve işlerini düşünmekten bu defa fayda yerine zarar verirsiniz. Konuyu masaya yatıracağız ve kampın ne zaman yapılırsa faydalı olacağına karar vereceğiz. Bir başka konu da 6 hakem uygulaması ve bunu da Başkanla görüşeceğim. Bizde de pilot olarak başlanmasını faydalı görüyorum. Önemli maçlarda bunu denemek lâzım. Çünkü hakemin ve yardımcı hakemin saha içindeki yerleri gereği göremeyecekleri pozisyonlar var. Beşinci ve altıncı hakemleri kullanırsak bu sorunu giderebiliriz. Elbette her maçta 6 hakem kullanmanın ekonomik yükü var ama önemli maçlarda bu uygulamayı yapabiliriz.
Profesyonel hakemliğe nasıl bakıyorsunuz?
Benim kanaatimce futbolda profesyonel hakemlik olmaz. Bugün dünyada profesyonel hakemlik uygulaması sadece NBA'de var. İngiltere, İspanya, Fransa, Almanya, İtalya dünyanın en gelişmiş futbol ülkeleri ama hiçbirinde tam profesyonel hakemlik uygulaması yok. Bu liglerde dünyanın parası dönüyor, o halde neden profesyonel hakemlik yok? Demek ki artılarının yanında eksileri de var. Evet, biz de profesyonel hakemliğin hukuki altyapısını hazırlamaya başlayacağız ama benim kişisel görüşüm yarı profesyonellik.
Hakemlerin kazançlarına bakıldığında şu andaki sistem zaten bir tür yarı profesyonellik değil mi?
Hayır, benim söylediğim o anlamda değil. Yarı profesyonellikten kastım şu; Pazartesi, Salı, Çarşamba günlerini hakeme bırakacaksınız, kalan dört günü ise sizin olacak. Tabii bunu devlet memuru pozisyonundaki hakemler yapamaz. Ancak özel sektörde çalışanlar ya da işleri kendisine ait olanlar bu sisteme katılabilir. Bu pozisyondaki hakemler yarı profesyonelliğe geçebilir ve onlarla yıllık sözleşmeler yapılabilir. Şartları uymayanlar ise bugünkü statüde devam eder. Ancak bu fikirlerin çok yoğun bir biçimde tartışılması gerekiyor.
Haber Ara