Taraf gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan bugünkü yazısında Karadenizli Temel fıkrasıyla giriş yaptı ve tehlike çanlarının daha şiddetli çalmaya başladığına dikkat çekti.
İşte Altan'ın o yazısı:
Ben size o eski, bildik fıkrayı anlatayım önce.
Temel, demiryollarına makasçı olmak için sınava girmiş.
Sormuşlar:
"Karşılıklı iki tren geliyor, ne yaparsın?"
"Makas değiştirim."
"Makas bozuk."
"Çan çalarım."
"Duymuyorlar."
"Kırmızı bayrak sallarım."
"Görmüyorlar."
"Fadime'yi çağırırım."
İmtihan heyeti şaşırmış.
"Fadime makasçılıktan anlıyor mu?"
"Yoo ama madem trenler çarpışacak o da seyretsin."
Bana öyle geliyor ki Fadime'yi çağırma zamanı yaklaşıyor.
Çünkü hepimiz zavallı Temel vaziyetinde "karşılıklı" gelen iki tren çarpışmadan yapılacakları yapmaya uğraşıyoruz ama makas çalışmıyor, çan duyulmuyor, uyarı bayrakları görülmüyor...
Öyle bir çarpışma olacak ki memleket sallanacak.
Benim anlayabildiğim kadarıyla şu anda yeni bir anayasayla Kürtlerin haklarının tanınması,"demokratik özerkliğin" yerel yönetimler reformuyla sağlanması, anadilde eğitime başlanması sorunu çözmeye yetmeyecek.
PKK, bütün bu sorunların siyasi arenadaki görüşmelerin sonunda anayasayla çözümlenmesini değil, kendisiyle yapılacak bir "anlaşmayla" sağlanmasını ve kendisine bazı bölgelerde "yönetim hakkının" verilmesini istiyor.
Tam Öcalan'la anlaşmaya yaklaşıldığı sırada iki askerin kaçırılması ve Silvan baskınının yaşanması sonucunda hükümetin "mesajı" aldığı ve bu mesajı kabul etmediği görülüyor.
Hükümet de "siyasi yollardan" Kürt haklarını tanıyıp, anayasayı yenileyip PKK'yla savaşa hız vermeyi kararlaştırmış, halinden anlaşıldığı kadarıyla.
Savaşın bundan önceki savaşlara benzemeyeceği de çok açık.
Şu son Silvan olayı bile "yeni bir anlayışla" karşı karşıya olduğumuzun kanıtı.
Hükümet, ordunun Silvan için hazırlattığı raporla yetinmedi ve bir de kendisi sivil müfettişlere bir rapor hazırlattı.
Ordu raporunu açıkladı.
Hükümet de cuma günü açıklayacak.
Arada fark var mı göreceğiz.
Ama burada "farklardan" daha önemli bir gelişme var.
Bundan böyle askeriyenin yapacağı "şikelerin" ya da beceriksizliklerin önleneceği, komutanların sürekli denetleneceği, profesyonel polis kadrolarının savaşa sürüleceği ve savaşın hiç olmadığı kadar şiddetleneceği belli.
Benim görebildiğim ve sonuçlarından dehşetle korktuğum şu: Kürt sorunu "siyaset alanının" dışına çıktı.
Siyasi alandaki hiçbir çözüm, çözüm olmayacak.
Mesele, "kimin silahı daha güçlüyse onun dediği olacak" noktasına ilerliyor.
Aklın, mantığın, tartışmanın, pazarlığın yerini silah ve savaş alacak.
Trenler birbirinin üstüne doğru gidiyor, makinistler de trenleri çarpıştırmakta kararlı.
Hükümet de PKK da gerilemeyecek.
Savaşacaklar.
Bunu önleyebilecek kimse var mı?
Silvan baskınından sonra Öcalan devreden çıkarıldı sanırım, onun dışında da olacakları önleyebilecek kimse yok.
Geçen gün, yakınları "dağda" olan bir Kürt dostum aradı, "Bir barış konseyi kurulsun, hükümetle, İmralı'yla, Kandil'le görüşsün, bu savaşı durdursun" dedi.
Öcalan'la devlet "barış konseyi" konusunda anlaşmıştı ama herhalde o anlaşma da Silvan'la birlikte çöpe gitti.
İki tarafın da güveneceği "âkil adamlar" kendiliğinden harekete geçip bir sonuç alabilir mi?
Bana bu çok zor gözüküyor, iki tarafta da laf dinleyecek bir hava sezilmiyor çünkü.
Kilitlenmiş gibiler.
Olabilecekleri görmüyorlar, görseler de aldırmıyorlar.
Belki Türklerle Kürtler kitleler halinde ayaklanıp bağırarak "makinistlerin" dikkatini çekip onları durdurabilir ama bilinçli bir şekilde beslenen nefret öyle güçlü ki o nefretten böyle bir akıl çıkması çok zor.
Son anda bir mucize bekleyeceğiz anlayacağınız.
Ya da Fadime'yi çağıracağız, bir ülke Kürt'üyle Türk'üyle nasıl perişan olur ona da seyrettireceğiz.
* Taraf