Uygar Aktaş / TIMETURK
Tunus’ta başlayan isyan ve devrim dalgası en batıdaki Fas’tan en doğudaki Bahreyn’e kadar bir çok Arap ülkesine sirayet etti. Bu ülkelerin bazılarında – Tunus ve Mısır gibi – iktidar değişikleri yaşanırken kimilerinde kanlı mücadeleler hala sürmektedir. Fas, Ürdün ve Cezayir gibi ülkeler ise bazı reformlar suretiyle bu devrim dalgasını şimdilik dindirmiş görünmekteler. Hiç kimsenin tahmin etmediği ve beklemediği bu isyan ve devrim dalgası bu coğrafya ile ilgili derin hesapları olan Batı alemi için dahi büyük bir sürpriz olmuştu. Bu dalganın sonu nereye varacaktı? Bu devrimler Ortadoğu’yu nasıl şekillendirecekti?
Yedinci ayına girmiş olan bu Arap İsyanı şimdiye kadar sadece Tunus ve Mısır’da iktidar değişikliğine yol açabildi. Evet gerçi bu iki ülkede de eski rejim artıklarının devlet aygıtındaki direnişleri hala devam ediyordu, muhalefet arasında ihtilaflar başgöstermeye başlamıştı ve ülkenin geleceğini belirleyecek olan siyasi haritalar her iki ülkede de tam olarak ortaya çıkmış değildi ama bu bile bölgede bazı değişikliklerin yaşanmasına yetmişti.
ABD ve Batı’nın halkın isyanı karşısında kendi müttefiklerini gitmeye zorlaması, Arap Ligi’nin Libya’da muhalif halkın korunması için Libya üzerinde uçuş yasağı konması talebinde bulunması, Körfez İşbirliği Konseyi’nin Yemen’de devlet başkanı Ali Salih’in çekilmesini esas alan bir çözüm teklif sunması bu değişimin bazı ipuçlarıydı. Ortadoğu’da siyasetlerin belirlenmesinde bugüne kadar hiç bir dahli olmayan halk artık bölge siyasetinde nazarı dikkate alınmaya başlıyordu.
Bölgedeki esas ve ciddi değişim işaretleri ise Mısır’daki iktidar değişikliğiyle baraber görülmeye başladı:
1- Mübarek’in devrilmesi ile birlikte Refah kapısının açılması ve Filistinli tarafların geçici idarenin tavassutuyla sulhlaşması, Mısır’ın bölgeye yeniden dönüşü manasına gelmektedir. Mısır’ın bundan sonraki dönemde gerek Sudan gerek Nil havzasındaki ülkelerle olan siyasetinde daha milli bir tavır alacağı beklenmekte bu hususta gerek halk gerekse siyasi cenahtan müsbet sinyaller gelmektedir.
2- Geçici idarenin Refah kapısını daimi olarak açması (her ne kadar uygalamada büyük aksaklıklar yaşansa da), İsrail ile yapılan bütün anlaşmaları gözden geçireceğini ilan etmesi bölgedeki mevcut ideolojik cepheleşmenin sonunu getirmiştir. Bölgede son yirmi yıldır ABD-İsrail’in bölge siyasetinin kabul veya reddi üzerine yapılanmış olan ve dost-düşman ayrımına dayanan ve mutedil-işbirlikçi veya direniş cephesi olarak adlandırılan kamplaşmalar Mısır’daki değişimle beraber çökmüş durumdadır. En azından mutedil-işbirlikçi cephenin en mühim ve etkili ülkesi olan Mısır’ın çekilmesiyle beraber bu cephe fiilen ortadan kalkmıştır. Direniş cephesinin en stratejik ülkesi olan Suriye’de de durum belirsizdir. Bu ülkede halka karşı uygulanan baskı ve şiddet Suriye’nin bölgedeki imajını sarstığı gibi bu ülkeden destek alan ‘Hizbullah’ ve Hamas gibi örgütleri de zor durumda bırakmıştır. Hizbullah Suriye’ye verdiği açık destekle bölge halkı nezdindeki kredisini harcamıştır. Suriye’deki gelişmelerden rahatsız olan Hamas siyasi bürosunun Mısır’daki değişimin istikrar kazanması halinde Mısır’a veya Gazze’ye dönme ihtimali bulunmaktadır. Böyle bir durumda – Suriye’deki rejimin devrilmemesi halinde – direniş cephesi bariz bir şii cephe olarak görülecek, Hizbullah’a yapılacak desteğin Suriye rejimine meşruiyet kazandırıcı bir fonksiyonu kalmayacaktır.
3- Mısır ve Tunus’ta iktidar değişiklikleriyle birlikte bu ülkede onlarca yıl yasaklanmış olan Nahda Hareketi ile Müslüman Kardeşler’in serbestliğe kavuşmaları ve ülkede kendi partileri ile seçimlere katılacak olmaları bölgenin siyasi çehresini değiştirecek en azından etkileyecek bir gelişmedir.
4- Mısır’daki değişimle birlikte mutedil-işbirlikçi cephenin düştüğünü gören Körfez ülkeleri, Körfez İşbirliği Konseyi’nin genişletilmesi gerektiğini düşünmeye başlamışlar ve bu istikamette Fas ve Ürdün’ü de bu örgüte alma girişiminde bulunmuşlardır. Bu girişimin sebebi körfez ülkelerinin ‘İran tehlikesine’ karşı kendilerinin en büyük müttefiki olduğunu düşündükleri Mısır’ın değişimi ile Mübarek ve Bin Ali’nin gitmesine göz yuman ABD’ye güvenmemeleridir. Suud rejiminin Mübarek’e dört milyar dolarlık yardım girişimi Mısır’ın bu cephede ne derece mühim bir mevki işgal ettiğini göstermektedir. Yine Mısır’daki değişim ile birlikte - ki bu değişimin seçimler sonrası daha da belirginleşeceği tahmin edilmektedir – Arap Yarımdasında yer alan ülkelerin kendi aralarında konfederatif bir yapıya gitmeleri fikri gündeme gelmiştir,
5- Gerek Körfez İşbirliği Örgütünün genişleme fikri gerek konfederasyon düşüncesi bölgede son yıllarda varlığı ve faaliyetleri hayli tartışmalı olan Arap Ligi’nin geleceği ile ilgili tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Bu örgütün ya yeni bir yapılanmaya gideceği ya da resmen olmasa bile de facto dağılacağı bunun yerine ise birden fazla örgütün kurulabileceği tahmin edilmektedir.
Bunlar şimdilik sadece Mısır’da yaşanan iktidar değişikliği ile ortaya çıkan bazı değişimlerdir.
Suriye’deki devrim ayaklanması ise her geçen gün daha da güçlenmektedir. Burada da Mısır benzeri bir devrimin olması halinde bölgenin siyasi haritası daha da değişecektir. Uluslararası kamuoyunda meşruiyeti artık neredeyse hiç kalmamış olan Suriye’ye Mısır ve Tunus’daki gibi uluslararası bir desteğin gelmemesinin sebebi Esad sonrası dönemin nasıl olacağı hususunda yaşanan belirsizliktir. Batı bilhassa ABD buradaki gelişmelerin İran misali bir İslami devrimle neticelenmesinden korkmakta bu korkusunu da eski sefiri Theodor Kattuf’un ağzından ilan etmektedir. Esas korku ise İsrail’in güvenliği hususunda duyulmaktadır. Lakin aynı Batı bilhassa Hama gösterileri ile birlikte gelişmelerin gerisinde kalma endişesi de yaşamaktadır.
Mısır’la birlikte mutedil-işbirlikçi cephenin dağılması, bölge siyasetini İran-Mısır gerginliği üzerine kuran ve bölgede her tarafla ilişkili üçüncü bir yol olarak beliren Türkiye’nin bundan sonraki siyasetini de belirleyecektir. Türkiyenin şu ana kadar oynadığı rolü muhtemelen Mısır oynayacaktır. İsrail ile diplomatik ilişkisini koruyacak ama ilişkiler, eskisi gibi tam müteffik olarak değil çıkar ve menfaatlere göre belirlenecek bir ilişki olacaktır. Bu durumda görünen en makul yol Türkiye ile Mısır arasında bölge ile ilgili ortak bir vizyon ve siyaset tesis edilmesi olacaktır. Bölgedeki bu iki büyük gücün işbirliği yapması bölgedeki krizleri ve çatışmaları da önleyecek en azından asgariye indirecektir.