Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Mısır’ın Mübarek sonrası dönüşüm süreci

Ortadoğu üzerine sınıfsal çözümlemeleriyle öne çıkan sayılı Marksistlerden Adam Hanieh, Jadaliyya (Diyalektik) portalında Mısır’ın Mübarek sonrası dönüşüm sürecini yazdı.

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-07-13 11:17:47

Mısır’ın Mübarek sonrası dönüşüm süreci
Adam Hanieh *

Mısır’daki olaylar gazetelerin ön sayfalarındaki yerlerini artık kaybetmiş olsalar da Mübarek sonrası döneme ilişkin tartışmalar finans haberlerine hâkim olmaya devam etmekte. Geçtiğimiz birkaç hafta içinde geçici Mısır hükümetinin ekonomik yönelimi Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) içinde sert tartışmalara sebep oldu. Amerikan Başkanı Obama’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı konu alan 19 Mayıs tarihli konuşmasında Mısır’ın ekonomik geleceğine geniş yer verildi –aslında konuşmasındaki tek somut politika Birleşik Devletler’in Mısır’la olan ekonomik ilişkilerine yönelikti. 26 ve 27 Mayıs’ta Fransa’da düzenlenen G8 toplantısı bu eğilimi devam ettirdi ve Mısır ile Tunus’a 20 milyar dolar borç verileceği açıklandı. Bu rakamlara Körfez’deki Arap ülkelerinden gelecek destek de eklendiğinde Mısır tek başına çeşitli hükümetler ve önemli uluslarası finans kuruluşlarından (UFK) yaklaşık 15 milyar dolarlık yardım, borç ve yatırım alacak.

Bu mali paketlere eşlik eden basın bültenleri ‘demokrasi ve özgürlüğe geçişten’ övgüyle bahsetmektedir. Bu durum pek çok analistin belirttiği gibi Batılı devletlerin Tunus ve Mısır’da görevden alınan diktatörler için yaptığı desteğin üstünü örtmektedir. Ancak bu yazı mali paketlere yönelik bir eleştiri olmanın ve Batı’nın ikiyüzlülüğünü ortaya sermenin ötesine geçme iddiasındadır. Yakın zamanda ileri gelen güçlerin harekete geçirdiği yardım ve yatırım girişimlerinin bolluğu, Mısır’ın egemen sınıfını devam etmekte olan halkçı hareketlenmenin gözünde konsolide etmek ve güçlendirmek için bilinçli bir çabayı temsil etmektedir. Diğer bir deyişle, bunlar, devrimi ‘düzenli geçiş’ sınırları içinde tutmak için devam eden sürekli çabanın bir parçasıdır –bu sözleri Mübarek’in kovulmasının ardından Birleşik Devletler hükümetinin tekrarladığı oldukça zekice bir deyişten ödünç almış bulunuyoruz.

Mısır’a yapılan bu mali müdahalenin göbeğinde Mübarek rejiminin takip ettiği neoliberal programı hızlandırma girişimi yer alıyor. UFK mali paketleri görünüşte ‘istihdam yaratımı’, ‘altyapının genişletilmesi’ ve övgüyü hak eder görünen diğer hedefler gibi tedbirleri teşvik ediyor, ancak gerçekte bu tedbirler özelleştirme, devlet denetiminin kaldırılması ve ülkenin yabancı yatırımcılara açılması gibi klasik neoliberal politikalar üzerine dayandırılıyor. Demokratik dönüşüm iddialarına rağmen bu neoliberal yönelimler nedeniyle Mısır’daki devlet kurumları pazarın etkin bir mekanizması olarak yeniden şekillendiriliyor. Mısır, Mübarek dönemindeki neoliberal yörüngenin derinleştirilmesi için temelde demokratikleşme süreci söylemiyle bağlantılı liberal-havada bir ‘yoksulların yanında’ sözlerinin sergilendiği pek çok açıdan sözde “post-Washington Konsensüsü”nün mükemmel bir laboratuarı olarak şekilleniyor. Başarılı olduğu takdirde bunun en olası çıktısı –özellikle artan politik hareketlilik ve Mısır halkının karşılanmamış beklentileri karşısında- yapay düzeyde bir liberal demokrasi formunun belli bazı sınırlı görüntülerine sahip olan, ancak gerçekte askeri ve iş dünyasının elitlerinden oluşan bir ittifak elinde son derece otoriter bir neoliberal devlet tarafından yönetilmeye devam eden bir toplum olacak.

‘Ekonomideki Yapısal Reformları Hızlandırmak’

Mısır’a sunulması düşünülen yardım paketleri ile ilgili en önemli nokta bu paketlerin bölgede daha önce uygulanmış ekonomik stratejilerden hiçbir mantıksal kopuş içermemesi. 26-27 Mayıs G8 zirvesine sunulan bir raporda IMF bu mantığı açıkça şöyle özetlemiştir: “Yüksek işsizlik oranlarının üstesinden gelmek ekonomik gelişmenin ivmesinde bariz bir artışa sebep olacaktır… Böylesi büyük bürüme oranlarına ulaşmak hem ilave yatırım hem de gelişkin üretimle sonuçlanır. Az gelişmiş kırsal alanlardaki altyapı ve hizmet kalitesini artırmak için kamu yatırımlarında belli bir artış gerekli olsa da kilit rol, yabancıların doğrudan yatırıma dâhil olmasıyla birlikte özel sektörde olmalıdır. Bu nedenle hükümet politikalarının özel sektörün gelişebileceği etkin bir ortamı desteklemesi gerekir.”

Bu saptamada ifade edilen temel iddia, IMF ve Dünya Bankası’nın on yıllardır Mısır ve Ortadoğu’ya yönelik hazırladığı raporlardakilerle aynı mesajı taşımaktadır. Buna göre Mısır’daki sorunlar özel sektörün zayıflığından ve devlet görevlilerinin ‘rantçı tutumlarından’ ileri gelmektedir. Çözüm Mısır’daki pazarı dışa açmak, ekonominin kilit sektörlerindeki yatırım sınırlamalarını kaldırmak, mülkiyet kanunlarını liberalleştirmek, besin ve diğer ihtiyaçlarda yoksullara yapılan yardımları kaldırmak ve pazardaki rekabeti artırmaktır. Özel sektör serbest pazarın özgürce işlemesine izin vererek büyümenin temel motoru olacak ve girişimci inisiyatiften yararlanarak istihdam ve refahın yaratılmasına yol açacaktır.

Bu yaklaşım elbette neoliberalizmin temel önermelerinin yeniden ifade edilmesinden başka bir şey değildir. Ancak bu girişimlerin sürekliliğini önceki planlarla birlikte kabul etmek elzemdir –Mısır’a vaat edilen yardım bilinçli olarak önceki neoliberal stratejiyle uyumlu belirli bir çıktı yaratmayı hedeflemektedir. Bunun net politik etkileri 2009 yılında ‘Ayrıcalıktan Rekabete: Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Özel Sektör Önderliğinde Büyümenin Önündeki Engelleri Kaldırmak’ adıyla yayımlanan Dünya Bankası raporunda açıkça ifade edilmiştir. Raporda Ortadoğu’daki bütün hükümetlerin atması gereken adımlar anlatılmaktadır. Bunlar arasında (1) daha önce yabancı yatırımcılara kapalı olan perakende ve emlak gibi koruma altındaki sektörleri açmak; (2) gümrük vergilerini ve gümrük tarifesi dışı engelleri azaltmak; (3) sıkı bütçe kısıtını artırıp açık rekabete maruz kılarak devlete ait şirketlerdeki korumayı kaldırmak; ve (4) ihracat karşıtı tutumu ortadan kaldırmak, vardır. Yabancı yatırımı teşvik etmek için hükümetlerin ‘yabancı mülkiyet üzerindeki minimum sermaye ihtiyacını ve engelleri’ kaldırması ve devlet elinde bankaların olduğu ülkelerde ‘açık ve şeffaf özelleşmeye gitmesi’ gerekmektedir.

Yardım akışının başlamasıyla birlikte Mısır’da görmeyi bekleyeceğimiz politikalar bu türden olacaktır –aslında mali destek reçetesi için bunlar olmazsa olmaz şartlardır. Bu koşulların işleyişleri yazının ilerleyen bölümlerinde anlatılmıştır. Bu aşamada yardım ve neoliberal reformların tamamlanması arasında şüphe götürmez bir bağ olduğunu not etmek önemlidir. Dünyanın en büyük finans kuruluşlarını bir araya getiren ve bir lobi ve siyasal örgüt olan Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (IIF) Mayıs ayı başında belirttiği gibi: “Cari güvence ve siyaset alanlarındaki yeniden yapılandırma görevleri çok önemli olsa da yetkililerin geçiş döneminde… ekonomideki yapısal reformları derinleştirmeye ve hızlandırmaya birincil öncelik vermesi de kritik bir husustur… geçici ve kalıcı hükümetlerin inandırıcı bir orta vadeli reform ve istikrar çerçevesi dile getirmesi gerekmektedir… [ve] girişimciliği, yatırımı ve pazar belirlenimli büyümeyi teşvik etmek için gerekli yasal ve kurumsal çerçeveyi yaratmaya odaklanması gerekmektedir.” Sonrasında IIF bu yapısal ayarlamaların ivmesini açıkça Mısır’ın alacağı yardımın ‘şartları’ olarak açıklayarak devam ediyor.

‘Kırtasiyecilik’ ve Anayasal Reform

Bu standart neoliberal talimatlar yanında UFK’nın mali desteğine yol gösteren siyasal mantığın bir diğer ögesi anayasal reformdur. Pazarın işleyişiyle kurumsal yönetimin birbirine bağlanmasına vurgu yapan anayasal reform, 1990’lardan bu yana UFK’nın kalkınma stratejisinde daha geniş bir yön değişikliğini yansıtıyor. Bu bağlamda Dünya Bankası ve diğer kuruluşlar devlet görevlilerinin rantiyeci yanlarını azaltmayı ve ekonomik olaylarda daha fazla şeffaflığı garanti altına almayı hedeflediği iddia edilen ‘hukukun egemenliği’, ‘ademi merkeziyetçilik’, ‘iyi idare’, ‘yasama ve yürütmenin birbirinden ayrılması’ ve benzeri fikirlere vurgu yapmışlardır. [1]

Anayasa reformuna yapılan bu vurgu bir yanıyla UFK’nın karşılaştığı anlayış sorununu yansıtmaktadır. Özellikle yapısal düzenlemelerin açıkça savunulmasının Güneyin büyük bölümüne zarar verdiği o talihsiz 1980 ve 1990 yıllarının ardından ‘yönetim’ ve ‘demokrasi’ konularının sahiplenilmesi, doğrudan neoliberalizm için daha fazla meşruiyet sağlama amacı taşımaktadır. Ne var ki politikalardaki bu farklılaşma neoliberalizmin mantığından uzaklaşmak anlamına gelmez. Tersine bu farklılaşma kurumları özel sektör ihtiyaçlarına göre şekillendirip devletin pazara müdahale yeteneğini ortadan kaldırarak neoliberalizmi güçlendirmeye hizmet eder. Otoriter rejimlerle yönetilen Ortadoğu’da böylesi anayasal reform çağrıları kolaylıkla demokratik olarak gösterilebilir (ve gerçekten açıkça bir demokratikleşme söylemi içine oturtulurlar). Gerçekte son derece anti demokratiktirler. Demokrasiyi ‘siyasal’ çember içine hapsederek ve özgürlük kavramını ‘pazar’ içine alacak şekilde genişleterek pazar dahilinde olması gereken güç ilişkilerinin üzerini örtmekte ve devletlerin ekonomik kaynaklar üzerindeki kullanım, mülkiyet ve dağıtım yeteneklerini açıkça engellemektedirler. Bu şekliyle ‘iyi idarenin’ ihlal edilmesi olarak görünen ekonominin demokratik denetiminin yolu kapatılmaktadır.

Anayasal reform söylemi neoliberal yapısal düzenlemeyi sadece teknokratik bir gereklilik olarak değil Mısır söz konusu olduğunda isyanları canlandıran taleplerin tamamen karşılanması olarak da sunmuştur. Bu anlamıyla neoliberal ideoloji Mısır’daki ayaklanmaları pazar yanlısı bir söylem içinde eriterek muhalif fikirleri kendi imgesine yedirmeye ve şekil vermeye çabalamaktadır. Bu birincil mesaj geçtiğimiz haftalarda Birleşik Devletler ve Avrupalı sözcüler tarafından sık sık vurgulanmıştır: bu on yıllardır devam eden neoliberalizme karşı bir ayaklanma değil, daha çok pazar içinde bireysel çıkar peşinde koşmayı engelleyen devlete karşı bir harekettir.

Bu düzensiz değişim için verilen belki de en çıplak örnek, Nisan ayı ortasında Ortadoğu’daki Dünya Bankası açılışı sırasında Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick tarafından verilmiştir. Tunus’taki pazar alanında kendini yakan ve ayaklanmayı tetikleyen genç seyyar satıcıyı kastederek, “Her zaman vurguladığım ve bu konuşmada da vurgulayacağım gibi kilit nokta bunun sadece bir para sorunu olarak görülmemesidir. Bu bir politika sorunudur… Unutmayın ki Bay Bouazizi en temelde bürokratik işlemlerden bezdiği için kendini yakmıştır… Başlangıç olarak bu insanları yormaktan vazgeçip ufak ölçekli işlere başlamaları için onlara fırsat vermek gerekmektedir,” demiştir.

Ayaklanmalar böyle dolambaçlı bir yoldan tanımlanırken Mübarek ve Bin Ali’yi alaşağı eden kitlesel protestolar kapitalizmin normal işleyişinden değil de kapitalizmin yokluğundan kaynaklanıyor gibi gösterilmektedir. İdeolojik anlamda olguları bu şekilde gösterme Mısır’daki mücadelenin seyri sırasında ortaya çıkan halk taleplerinin doğrudan karşısında konumlanır. Bugün Mısır sokaklarında duyulan siyasi talepler –halkın elinden alınan refahın iadesi, yoksullara devlet desteği ve hizmetlerin sunulması, özelleştirilen endüstrilerin kamulaştırılması ve yabancı yatırımlara kısıtlama getirme- ‘anti-demokratik’ olarak görülüp tanımlanabilir. Mısır’daki ayaklanmanın siyasal ve ekonomik taleplerinin apaçık birbirinden ayrılmaz ve iç içe geçmiş olması nedeniyle mücadeleyi pazar yanlısı yeniden biçimlendirme çabaları gerçek anlamıyla doğrudan ülkede devam etmekte olan hareketliliğin önünü kesme ve zayıflatmaya yöneliktir.

Yapısal Düzenlemenin Mekanizmaları

UFK finans paketleri bünyesindeki temel mantığı bu şekilde kavramak, yapısal düzenlemelerin belirli mekanizmalarına dönmemize olanak verir. Şimdiye kadar Mısır’a verilen mali desteğin bütününde iki ortak öge bulunmaktadır -borçlarda genişleme (yani Mısır’ın dış borçlarında artış) ve sözde Kamu-Özel Sektör Ortaklıklarına (PPPler) vaat edilen yatırım. Bu ögelerin her ikisi de Mısır’daki yapısal düzenlemeye yönelik uygulamalarla bağlantılıdır. Öyle görünüyor ki stratejik olarak bu yapısal düzenlemenin başlangıç odağı Mısır’daki altyapının özelleştirilmesi ve ekonominin yabancı yatırıcımlara açılması ve PPPler üzerinden ticaret (bunlar aşağıda anlatılmaktadır) yapmaktır. Birleşik Devletler hükümeti, Dünya Bankası ve IMF’nin yanında bu süreçteki diğer önemli kurumsal aktör Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’dır (EBRD).

Borçlanma

Hâlihazırda Mısır’ın dış borcu 35 milyar dolara yakındır ve son on yıldır ülke her sene 3 milyar dolar borç ödemektedir. 2000 yılından 2009 yılına kadar Mısır’ın borç seviyesi, aynı dönemdeki toplam 24,6 milyar dolarlık borç geri ödenmesine karşın yaklaşık yüzde 15 oranında bir artış göstermiştir. Mısır’ın 2000 ve 2009 dönemindeki uzun vadeli borçlarındaki net transferler 3,4 milyar dolara ulaşmıştır. Bu rakam alınan borçlarla geri ödemeler arasındaki toplam farkı yansıtmaktadır. Diğer bir deyişle popüler inanışın aksine Mısır’dan Batıdaki borç veren ülkelere para akışı para girişinden daha fazladır. Bu rakamlar Mısır’ın küresel ekonomi ile olan finansal ilişkisini çarpıcı biçimde gözler önüne sermektedir. Batıdan gelen borçlar Mısırlı yoksulların elindekileri Kuzey Amerika ve Avrupa’nın en zengin bankaları arasında yeniden paylaştırma işlevi görmektedir.

Elbette bu parayı alıp ‘borç tuzağı’na girme kararını alanlar Mısır’ın yoksul halkı değildir. Bu borcun büyük bölümü kamuya ait ya da kamu garantisi altındadır (yaklaşık yüzde 85’i), yani UFK’nın açık desteğiyle Mübarek hükümeti tarafından alınmıştır. Mısır’da Mübarek ve en yakın zümre etrafında odaklanan hâkim elit grup bu hareketten büyük kar elde etmiştir (birkaç milyar dolar olduğu tahmin ediliyor). Bu, Mısır’ın borçlarının büyük bölümünün kalkınma ekonomistlerinin deyimiyle ‘gayrımeşru borç’ -halkın ihtiyaçlarına bakılmaksızın diktatoryal bir rejim tarafından artırılmış bir borç- olduğunu göstermektedir. Mübarek bu süreçten tek başına sorumlu değildir. Dünya Bankası, IMF ve diğer pek çok kurum sırf kârlı bir girişim olduğu için borçlanmayı teşvik etmeye (ve Mübarek yönetiminde Mısır’ın ekonomik yönelimine övgüler düzmeye) devam etmiştir.

Mısır’ın dış borçları üzerine devam eden tartışmaların arka planında bu durum son derece önemli yer tutar. ABD Başkanı Barack Obama’nın 19 Mayıs’ta yaptığı konuşmada Mısır’ın 1 milyar dolara yakın borç yükümlülüğünü kaldırma sözü üzerinde fazlasıyla duruldu. Obama bunu Birleşik Devletler hükümetinin ‘demokrasiye geçiş sürecindeki ulusların ekonomik gelişimini destekleme çabaları aracılığıyla… bölgedeki olumlu gelişmeyi’ desteklemek olarak tanımladı. Bu parasal desteğin yanında Obama Dünya Bankası, IMF ve diğer ülkelere Mısır’ın ‘istikrar ve modernleşmesine’ destek vermeleri ve ‘yakın dönemdeki mali ihtiyaçlarını karşılamaları’ için baskı yapacakları sözünü verdi.

Bu konuşmadaki kibri bir yana koyarsak Obama’nın önerisinin doğru anlaşılması gerekir. Basında geniş yer bulan açıklamaların tersine bu, Mısır’ın borçlarının affedilmesi anlamına gelmemektedir. Aslında bu birç borç takasıdır. Para Birleşik Devletler hükümetinin onayladığı biçimde kullanıldığı takdirde Mısır’ın borç yükümlülüğünün 1 milyar dolar azaltılacağına dair verilen bir sözdür. Bu borç takası modern finans dünyasının doğasındaki güç ilişkisini doğrulamaktadır. Birleşik Devletler Mısır’ın borçlarını ülkeyi yukarıda tanımlanan ekonomik politikaları benimsemeye zorlamak için kullanabilmektedir. Obama bunun ne anlama geldiği konusunda son derece net konuşmuş, “Hedef, korumacılığın yerini açıklığın aldığı, ticaret egemenliğinin az sayıda kişiden çok sayıda kişiye devrolduğu ve ekonominin gençler için istihdam yarattığı bir modeldir,” demiştir. Bu sebeple “Amerika’nın demokrasiye verdiği destek mali istikrar sağlama, reformları geliştirme ve rekabetçi pazarları birbiriyle ve küresel ekonomiyle entegre etme üzerine temellenecektir.”

Aynı politik dil Mısır’a Dünya Bankası ve IMF tarafından vaat edilen borçlar hususunda da açıkça dile getirilmiştir. Uluslararası Para Fonu (IMF) Dış İlişkiler Direktörü Caroline Atkinson 12 Mayıs’ta IMF’nin Mısır hükümetinden gelen 3-4 milyar dolarlık borç teklifi üzerinde çalıştığını ve “Mısırlı yetkililerle bir anlaşmaya varmak için görüşmelere başlamak üzere Kahire’yi ziyaret edeceklerini,” açıklamıştır. Bu borçların şartlı verileceğini belirten Atkinson, “Fonun sağlayacağı desteğin büyüklüğü ve kapsamının tartışmaların gelişimi sırasında belirleneceğini” not etmiştir. Mısır Maliye Bakanlığı danışmanlarından Samir Rıdvan, “Paranın nasıl harcanacağı müzakereler sürecinde belirlenecek,” diye açıklama yaparak bunu teyit etmiştir. Dünya Bankası ve IMF’nin iki yıl içinde Mısır’a 4,5 milyar dolar verileceğini açıklamasının ardından 24 Mayıs’ta bu şartlılık düzene konmuştur. “Reformların da para kadar önemli olduğunu,” belirten Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, baştaki 1 milyar doları açıkça “sürece bağlı olarak bir sonraki sene verilecek olan 1 milyar dolarla birlikte yönetim ve açıklık reformlarıyla,” bağlantılandırmıştır.[2] Kalan 2,5 milyar dolar kalkınma projelerine ve özel sektör kredilerine aktarılacaktır (bkz. aşağıdaki bölüm).

Bu borçlar reddedilmedikçe ve var olan borçlar geri çevrilmedikçe, Mısır kurtulma şansının çok az olduğu bir tuzağa girecektir. Dış borç tarafsız bir ‘yardım’ biçimi değil, Kuzeydeki mali kuruluşlarla Güneydeki ülkeler arasında sömürüye dayalı olarak kurulan bir toplumsal ilişkidir. Bu ilişki içine hapsolan ülkeler daha önce biriken uzun vadeli borçlarını kullanmak için sürekli yeni borç akışına bağımlı hale gelirler. Bu Mısır’dan servet çıkışını derinleştirmenin aracıdır ve -tam da mali akışa olan bağımlılığın sürmesi yüzünden- Mısır’ı daha ileri yapısal düzenleme tedbirlerine bağlamaya hizmet etmektedir. Mısır halkı kendi yaratmadıkları bir borçlanma yüzünden cezalandırılıyor ve bu ceza ilk seferde kendilerini borçlandıran kurumlar tarafından daha da büyük bir borçlanma içine hapsedilmeyi kapsıyor.

Yabancı Yatırımlar ve Kamu-Özel Sektör Ortaklıkları (PPPler)

Yine 19 Mayıs tarihli konuşmasında Obama, Denizaşırı Özel Yatırım Kurumu (OPIC) adıyla bilinen bir Birleşik Devletler kuruluşu aracılığıyla 1 milyar dolarlık yatırım sözü verdi. OPIC’in işlevi sözümona yeni geliştirilen pazarlardaki Birleşik Devletler yatırımlarını desteklemek; krediler için teminat sağlamak (özellikle büyük projelerde) ya da büyük bölümüne Birleşik Devletler’in katıldığı ve siyasal risk içeren projelere kredi yönlendirmektir. OPIC’in etkinliklerinin simgesi, 2001 yılında Afganistan’ın NATO güçleri tarafından işgal edilmesinin ardından yapılan ilk yatırımı kabul edilebilir: Kabil’de ülkeyi ziyaret eden ‘işadamları için bir platform’ olarak kullanılacak yeni Hyatt Oteli. OPIC 2003’te Irak’ta ABD liderliğindeki işgali takip eden Geçici Koalisyon Yönetimi’nin (CPA) ekonomi politikasının temelini oluşturan serbest pazar ideolojisini teşvik etmekte de önemli bir partnerdi.[3] Birleşik Devletler hükümeti OPIC ile ABD dış politika hedefleri arasında bir bağlantı olduğunu açıkça ifade etmektedir. Bu durum örgütün sloganında şöyle özetlenmiştir: “dünya çapında gelişmekte olan pazarlardaki ABD yatırımlarını destekle(mek), serbest pazarın gelişim ve kalkınmasını teşvik etmek.”

OPIC’in yatırımları yabancı sermayenin karşısındaki engelleri azaltmaya ve devlet elindeki girişimlerin özelleştirilmesine bağlı olduğundan OPIC etkinlikleri yukarıda açıklanan neoliberal programın yayılmasını temel almakta ve bu programın güçlendirilmesine yardımcı olmaktadır. Mısır konusunda bunun temelde Kamu-Özel Sektör Ortaklıkları (PPPs) kurmak için ABD hükümeti fonlarının kullanılması yoluyla ortaya çıkması oldukça olasıdır. Bir PPP daha önce devlet işletmesinde olan hizmet ve tesisleri özel şirketlere aktarmayı teşvik edecek bir araçtır. Özel bir şirket hükümetle yaptığı anlaşma aracılığıyla hizmet sunar –en sık rastlanan durumda bu hizmetler hastane ve okul işletmek, otoyol ya da elektrik santrali gibi altyapılar inşa etmek olarak kendini gösterir. Bunun için hükümetten ya da hizmet kullanıcılarından (otoyol ücretleri gibi) ödeme alınır. PPPler bu halleriyle özelleştirmenin bir biçimidir. Önde gelen özelleştirme yanlılarından biri olan Emanuel Savas’ın sözlerinden alıntı yaparsak “PPP faydalı bir adlandırmadır, çünkü ideolojik olarak karşıt görüşlüler üzerinde ‘özelleştirme’ kelimesi gibi tahrik edici bir etkisi yoktur.[4]

OPIC’in Mısır’a müdahalesi açıkça PPPlerin özendirilmesine bağlıdır. Örneğin Obama’nın konuşmasını takip eden dönemde OPIC tarafından verilen bir basın bültenine göre ABD hükümeti tarafından vaat edilen 1 milyar dolar “Mısır ekonomisinin üzerinde mutabık kalınan sektörlerinde klakınmayı teşvik etmek için Mısır yönetimi elinde kamu-özel sektör ortaklığına yatırılacak girişimleri tespit etmek” için kullanılacaktır.

Ancak PPPlerde yoğunlaşma, bir diğer uluslararası finans kuruluşu olan Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) tarafından vaat edilen yatırımlarda çok daha rahat izlenebilir. EBRD Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı dönemde Doğu Avrupa’nın kapitalist ekonomiye geçişinde rol almak üzere kurulmuştur. EBRD Başkanı Thomas Mirow’un Mısır ile ilgili Banka’nın yaptığı görüşmeler hakkında belirttiği gibi: “EBRD 1991 yılında demokrasiyi ve pazar ekonomisini ilerletmek için yaratılmıştır ve Mısır’daki tarihi gelişmeler bu bankanın son derece ilgisini çekmektedir.”

EBRD, Mısır’daki neoliberal projenin önde gelen temsilcilerinden biri olma yolunda ilerlemektedir. 21 Mayıs’ta EBRD paydaşları Orta Doğu’ya 3,5 milyar dolar vermeyi kararlaştırmış, bunlar arasında Mısır, 2012’nin ilk yarısında borç tahis edilecek ilk ülke olarak belirlenmiştir. Bu rakam EBRD’nin kuruluşundan bu yana Orta Doğu’ya verilecek ilk borçtur. Avrupa Birliği dış ilişkilerden sorumlu Yüksek Yetkilisi Catherine Ashton, EBRD’nin her yıl Mısır’a 1 milyar dolar verebileceğini açıklamıştır. Bu rakam kuruma Mısır ekonomisi içinde inanılmaz bir ağırlık kazandıracaktır. Karşılaştırma yapmak gerekirse 1990-2008 arasında Mısır’daki bütün PPP projelerinin toplam yatırım değeri 16,6 milyar dolardır.

EBRD’nin Mısır’daki yatırım hedefleriyle ilgili yanılsama içinde olanların EBRD 2010 Geçiş Raporu’nu çok dikkatli okuması gerekir. Raporda bir dizi gösterge dizisine bağlı olarak Doğu Avrupa ve eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin gelişimi ölçülmüş ve detaylı bir değerlendirme yer almıştır. Bu göstergeler son derece açıklayıcıdır: (1) Özel sektörün gayrisafi milli hâsıladaki payı; (2) Geniş ölçekli özelleştirme; (3) Küçük ölçekli özelleştirme; (4) Yönetim ve girişimlerin yeniden yapılandırılması; (5) Fiyatların serbest bırakılması; (6) Ticaret ve döviz sistemi; (7) Rekabet politikası; (8) Bankacılık reformu ve faiz oranlarının serbest bırakılması; (9) Menkul kıymetler piyasası ve bankacılık dışı finans kuruluşları; (10) Kapsamlı bir altyapı reformu.[5] Sadece bu göstergelerde yüksek puan alan ülkeler EBRD kredileri için uygun bulunmaktadır. EBRD’nin etkinliğini takip eden araştırma enstitüsü Bank Watch, 2008’de bir ülkede su ve yol sektöründe PPPler yürürlüğe girmedikçe EBRD değerlendirmesinden yüksek puan almanın mümkün olmadığını belirtmiştir.

Buradan hareketle EBRD müdahalesi büyük ihtimalle PPPlerin yaygınlaştırılması yoluyla Mısır’daki özelleştirme sürecinde büyük bir artışın habercisidir. Şu anki Mısır hükümeti bu sürece açık bir rıza göstermiştir. Gerçekten de Mısır’a kredi vaat edilen 20-21 Mayıs’taki EBRD Yıllık Genel Toplantısı’nda Mısır hükümetinin bir sözcüsü şöyle belirtmiştir: “Mevcut geçiş hükümeti serbest pazar yaklaşımına sadık kalmaya devam etmektedir ve gelecek seçimler sonrasında Mısır bu yaklaşımı daha da hızlı hayata geçirecektir.” Beyanda şu da not edilmiştir: “Kamu-özel sektör ortaklıkları özellikle altyapı ve hizmet sektöründe (ulaşım, sağlık, vs.) kalkınma projelerini tasarlama ve hayata geçirmede etkin bir model olma potansiyeli taşımaktadır. Yani PPP girişimlerini destekleyeceğiz.” Bunun ötesinde yukarıda anlatılan pazar yanlısı ideolojik söyleme sıkı sıkı sarılan Mısır hükümeti yabancı yatırımlar üzerindeki denetimi gevşetmek için, “aşırı merkeziyetçi yönetimin yarattığı geçmiş eksikliklerle baş etmeye, buna ilave olarak, özellikle yerel planlama ve finans idaresinde daha üst seviyede bir ademi merkeziyetçilik tesis etmek için var olan girişimleri geliştirmeye” söz vermiştir.

Sonuç

Mısır’daki UFK destekli neoliberal projenin görünür yanları yukarıda belirtilen proje ve yatırımlarla sınırlı değildir.[6] Ancak bu mali yardım en temel düzeyde Batılı hükümetlerin Mısır’ın devrimci sürecine bilinçli müdahalelerini göstermektedir. Hâkim ‘kriz’ algısı göz önüne alındığında çok kısa vadede büyük altyapı projeleriyle diğer ekonomik projeler bir ölçüde istihdam, konut, eğitim ve belki de istikrara dönüş görüntüsü yaratabilir. Ne var ki bu yatırım Mısır ekonomisinin kapsamlı olarak liberalizasyonuna dayanmaktadır. Bu yatırımlar ancak yoğun bir özelleştirme (şüphesiz PPPler biçiminde), devlet denetiminin ortadan kaldırılması (başlangıçta büyük ihtimalle daha fazla sektörün yabancı yatırımcıya açılmasıyla bağlantılı olarak), ticari engellerin ortadan kaldırılması (ABD ve Avrupa pazarlarına erişimle bağlantılı olarak) ve kırtasiyeciliğe son verilmesi gibi tedbirler eşliğinde gerçekleştirilebilir. Üstelik bu tedbirler Mısır’ın toplam borcunu hızla artıracak ve ülkeyi gelecekte yapısal uyum paketlerine daha da sıkı bağlayacaktır.

Eğer bu sürece karşı durulmazsa Mısır ayaklanmasının getirilerinin hükümsüz kalma tehlikesi vardır. Mısır’daki onlarca yıllık neoliberalizm deneyiminin de apaçık gösterdiği gibi bu tedbirler ileriki dönemde yoksulluğu ve güvencesiz çalışma koşullarını derinleştirecek, çoğunluğun yaşam standartlarında erozyona sebep olacaktır. Bunlarla eşzamanlı oluşan ülke içine doğru para akışı, Mısır’da ekonominin daha da serbest bırakılmasından tek fayda gören toplumsal katman olarak iş dünyası ve askeri elitlerin güçlenmesine ve birleşmesine yardımcı olacaktır. Örneğin PPPlerin yaygınlaşması ülkedeki daha büyük iş gruplarına büyük altyapı projeleri ve diğer özelleşmiş hizmet provizyonunda hisse sahibi olmaları için inanılmaz olanaklar sunacaktır. Yabancı yatırımcılarla birlikte bu gruplar da emek piyasasının serbestleşmesi, toprak ve perakende etkinliklerinin serbestleşmesi ve ABD ve Avrupa’daki ihracat pazarlarına giriş potansiyelinden faydalanacaktır.

Bu uygulamaların bölgeye etkileri de bulunmaktadır. Bir diğer önemli imtiyaz sahibi, UFK ile birlikte son dere bariz ve tamamlayıcı bir rol oynayan Körfez İşbirliği Konseyi (Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar ve Umman) devletleridir. Suudi Arabistan Mısır’a ABD ve EBRD’nin vaat ettiği miktarın üzerinde, 4 milyar dolarlık bir güvence vermiştir. Kuveyt Yatırım İdaresi nisan ayında Mısır şirketlerine yatırılmak üzere 1 milyar dolarlık hükümet fonu ayırdığını açıklamıştır. Mısır’da 2010’daki enerji sektöründeki PPP ihalelerini kazanan ve şimdiye dek Mısır’a 7 milyar dolarlık yatırım yaptığı tahmin edilen Kuveyt’teki Kharafi Group, Mısır’daki yatırımlar için 80 milyon dolar kredi aldığını açıklamıştır. Katar’ın Mısır’daki büyükelçiliğinden yapılan açıklamaya göre ülke Mısır’a resmi olarak 10 milyar dolar yatırım yapmayı düşünmektedir.

Batılı devletlerin yardımıyla birlikte Körfez İşbirliği Konseyi’nden gelen bu mali akış büyük olasılıkla PPPler mekanizması üzerinden Mısır ekonomisinin daha fazla serbestleştirilmesine bağlıdır. Gerçekten de Mısır’ın geçici başbakanı Essam Şeref ve maliye bakanı Samir Rıdvan geçtiğimiz aylarda özellikle su ve atık su, yol, eğitim, sağlık ve enerji alanlarındaki PPP projelerini pazarlamak için sık sık Körfez Ülkelerini ziyaret etmektedir. Bu çabaların bir göstergesi, hisselerin ilgili borsalarda ikili listelenmesine izin veren Dubai ve Mısır Menkul Kıymetler Borsası’nın kurulmasıdır. Bu yolla özelleştirilen şirketler ve yatırım araçları her iki borsada da ortak listelenecek, böylece Körfez Ülkeleri Konseyi’nden Mısır’a daha fazla nakit akışı kolaylaştırılacaktır.

Geçtiğimiz haftalarda açıklanan mali girişimler, esas itibariyle Mısır’ın askeri ve iş dünyası elitlerini, yönetici ailelerini ve Körfez İşbirliği Konseyi’nin büyük işletmeleri gibi toplumsal katmanlarını Batılı devletlere daha sıkı bağlama çabasını temsil etmektedir. Mısır’daki devrimci süreç ise Arap dünyasının bu ögelerine bir saldırıdır. Ayaklanma bir ‘demokrasiye geçiş’ sorununa indirgenemez. Mübarek yönetimindeki Mısır devletinin siyasal şekli, ülkedeki kapitalizmin doğasının doğrudan bir yansıması olduğu için ayaklanma dolaylı olarak bu elitlerin konumuna bir meydan okuma taşımıştır. Mısır sokaklarında devam etmekte olan ilham verici hareketlilik bu isteğin hiç bozulmadan ayakta kaldığını doğrulamaktadır. Batının mali yardımı devam etmekte olan mücadeleye müdahale olarak anlaşılmalıdır. Bu yardım, ‘ekonomik kriz’ algısını kullanarak Mısır toplumunu Mısır’daki çoğunluğun çıkarlarını yok sayarak yeniden biçimlendirme ve devrimi henüz gerçekleşmemiş hedeflerinden başka yöne çevirme çabasıdır.

Dipnotlar
[1] Bu kavramların detaylı bir eleştirisi için, bkz The New Development Economics: After the Washington Consensus, editör Jomo. K.S ve Ben Fine, Zed Books. 2006.

[2] Şartlılık hakkındaki bu net mesaj, Mısır Maliye Bakanı Samir Rıdvan’ın, “Bizim Mısır programımız var… Herhangi bir şartı kabul etmiyorum –hem de hiç,” şeklindeki iddiasını geçersiz kılmaktadır.

[3] Bu sürecin büyük ihtimalle Mısır vakasında da kopyalanacak olan esas bölümü, ülkedeki ufak ve orta ölçekli işletmelere US Bank ve finans aktarımı ile destek vererek Irak iş dünyasının giderek ABD elindeki finans sermayesine bağlanmasını teşvik etmeye odaklanmaktır.

[4] Privatization in the City, Emanuel Savas, CQ Press, Washington DC, 2005 s.16.

[5] Belarus, örneğin, ‘pek çok mal üzerindeki ücret ve ticaret sınırlamalarını kaldırdığı ve minimum ihracat fiyatı listesini indirdiği’ için fiyatların serbestleştirilmesi göstergesinde 3’den 3+’ya yükseltilerek ödüllendirilmiştir. Aynı şekilde Montenegro da enerji ve liman sektörlerinin belli bölümlerini özelleştirerek benzer bir yükseltme almıştır.

[6] Örneğin bir diğer önemli araç, bu yılın başında Ortadoğu bölgesindeki yatırımların gelişmesi için Dünya Bankası, Uluslararası Finans Kurumu ve İslam Kalkınma Bankası tarafından kurulan Arap Finans’tır (Arab Financing Facility for Infrastructure). AFFI 1 milyar dolar artış hedeflemektedir ve yaygın olarak PPPler yoluyla altyapı üzerine odaklanacaktır. AFFI bölgesel entergrasyon projeleri üzerine odaklanacak ve bu sayede bölgedeki ticaret ve gümrük vergilerinin düşürülmesini teşvik etmek amacıyla kullanılacaktır. Şu ana kadar AFFI’nın Mısır’da nasıl bir rol alacağı belirsizdir, ancak AFFI Dünya Bankası tarafından ülkenin gelecek etkinliklerinin önemli bir bileşeni olarak öne çıkarılmıştır.

* Bu makale, Jadaliyya’daki İngilizce orijinalinden Fügen Yavuz tarafından 5deniz.net (Sendika.Org) için çevrilmiştir.

Haber Ara