Mısır'a son gidişim 2005 yılındaydı. Yine böyle bir konferans vesilesiyle gitmiştim. O zamanlar Mısır'ın başında, Mısır halkını kana bulayan, Mısır hazinesini sıfıra indirip, kendi yakınlarına çarçur eden Hüsnü Mübarek vardı. Sadece kendilerine Müslüman diyenler değil, yakın çevresi ve polis teşkilatı hariç, herkes Mübarek'in zulmü altındaydı. Sanki Mısır sadece turistlere aitmiş gibi bir hava sezerdiniz o zamanlar. Halk fakir ve perişan, işsizlik kol geziyordu. Derken, geçtiğimiz sene (2010) Tunus halkını örnek alan Mısırlılar kıyama kalktı ve "Tahrîr" adıyla tarihe geçen meydanda toplanarak Hüsnü Mübarek'i devirdiler.
Şimdi uçakta bu satırları karalarken, büyük bir merakla Kahire'ye yaklaşıyoruz. Acaba Mısır değişti mi? Acaba insanlar yıllardır özlemini çektikleri hürriyetlerine kavuştular mı? Hüsnü'nün zalim polisleri, hâlâ İhvân-ı Müslümin'i zindanlara doldurup işkence yapıyor mu? Zeyneb Gazali gibi yiğit kadınlar hâlâ istintaklara tâbi tutuluyorlar mı diye merak ediyor; bütün bu olumsuzlukların bittiğini ümid ediyordum. İnşaallah yarım saat sonra ineceğimiz Kahire'de, bundan bir sene öncesine kadar, üzgün, her şeyden ümitlerini kesmiş insanları değil, sevinçten gülen, zulümden kurtulmuş olmanın sevincini yaşayan Mısırlılarla karşılaşırım...
BİR GÜLLE BAHAR OLMAZ
Ve işte, davetli olduğum, "Uluslararası "Nasru'l-Kuds" Konferansı"na katılmak için seneler sonra, yine Mısır'dayım. Söz konusu konferans iki yıllık periyotlarla farklı ülkelerde toplanıyor ve Filistinlilerin sorunlarını masaya yatırıp uluslar arası kamuoyunu bilgilendirmeyi hedefliyor. Bu yıl Kahire'de gerçekleşen konfe-rans önceki yıl Malezya'da, ondan önce de İsviçre'de toplanmıştı.
Mısır'a gidiş amacım, konferansa katılmanın yanı sıra bütün dünyada heyecanla karşılanan 'Arap Baharı'nın izlerini görmekti.
'Arap Baharı'nın ilk çiçeklerini havaalanında görmeye başladım. Belki çok çabuk hüküm veriyorum intibaına kapılabilirsiniz. Ama bir sene öncesine kadar, Kahire havaalanında Mısır polisinin uyguladığı resmi terörü, siz de benim gibi görmüş olsaydınız, şimdi gördüklerim karşısında sizler de, "Mısır'da güller açmış" diyeceğinizden eminim. O ceberrut, laf anlamak istemez, insana korku veren suratlara sahip polisler yerine, güler yüzlü, kibar polislerle karşılaşıyorsunuz... Daha önce sizi istintak eden polisler yerine, size 'hoş âmedi'lerde bulunan nazik polisler gelmiş...
Hava alanından çıkıp caddelerdeki trafiğine girdiniz mi, sokakta henüz hiçbir değişikliğin olmadığını görüyorsunuz... Yol kenarında birikmiş çöpleri, yıkık duvarları, başıboş gezen insanları görünce, bir devrim gerçekleştirmiş olan ülke için normal karşılıyorum bunları; bir gülle bahar olmaz! Zulmün izleri hemen silinmez! Devrim karşıtlarının gizlenmiş yüzleri kolay kolay kaybolmaz! Buna aylar, seneler hatta asırlar gerekir. 1960'lı yıllarda, Paris'te öğrenciyken, Fransız Devrimi'nin üzerinden yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen, hâlâ "kralcılar"ın, Paris duvarlarına karaladıkları sloganları olan "Action Française" yazılarını okur, şaşardım...
Dolayısıyla devrimler, sabır isteyen hareketlerdir. Mısır'daki değişim, toplumun büyük çoğunluğunun yüzüne, sosyal ve kültürel hayata yansımış. Fakat ekonomik hayatın durgunluğu ve onun yansıması olarak halkın çektiği ekonomik sıkıntı sanki daha da artmış. Mısır'ın en önemli gelir kaynağı olan turizm gelirleri olayların etkisiyle çok azalmış. Mısır'ın tarihi ve turistik mekânlarında neredeyse hiç turist yok. Mezar evlerde yaşanan sefalet, halkın yoksulluğu, belediye hizmetlerinin yetersizliği her ortamda kendini gösteriyor.
MISIR'IN İKİ YÜZÜ
Mısır, Batı Kapitalizmi'nin yerli temsilcileri tarafından yönetilen pek çok İslam ülkesi gibi zenginlerle yoksullar arasındaki farkın kabul edilemez boyutta olduğu bir ülke. Aynı şehirde hem ultra lüks siteler, villalar ve mağazalar hem de insan onuruyla bağdaşmayacak ortamlarda yaşamaya çalışan insanlar var.
Buna rağmen Mısır halkının yüzüne yansıyan huzur kısa sürede bu sıkıntıların da aşılacağı konusunda ümitvar olmamızı sağlıyor.
Mısır'daki siyasal hayat çok canlı. Partileşme döneminin ilk evrelerini yaşıyor gibiler. Pek çok yeni parti kuruluyor. Mısır'da yaşayan bir dostumuz bu dönemi şöyle özetliyor: "Mısır'ın yeni yöneticileri çok akılcı bir taktik izliyorlar. Siyasal oluşumlara hiç müdahale etmiyorlar. Böylece hem herkesin eteğindeki taşları dökmelerini hem de güçlerinin ne kadar olduğunu öğrenmek istiyorlar."
VE KONFERANS BAŞLIYOR
Dört gün kadar kısa (29 Haziran 03 Temmuz 2011) sürecek olan Nasru'l-Kuds Konferansı'na, Beyan Yayınları sahibi Ali Kemal Temizer, eşi Nermin Hanım; bendeniz ve eşim Yıldız Hanım'la katıldık. Maalesef Türkiye'den başka katılımcı yoktu.
Konferansımız, Kur'an tilavetiyle başlayıp, el-Ezher Şeyhi adına konuşan Ahmed eş-Şâfi'î ve diğer katılımcıların konuşmalarıyla devam etti.
Yapılan konuşmaların en ilgi çekeni ise, şüphesiz Malezya'nın eski Başbakanı Mahathir Muhammed'in yapmış olduğu konuşmaydı. Böyle olduğu için de, kendisine, gerek Kudüs ve Filistin, gerekse Müslümanların genel durumlarıyla ilgili onlarca soru soruldu.
Mahathir Muhammed kimdir?
"Malezya'yı Malezya yapan" diye tanımlayabileceğimiz Mahathir Muhammed yirmi seneye yakın bir dönemde başbakanlık yapmış olan, dünyanın sayılı devlet adamlarından bir tanesidir.
Emperyalist dünyaya karşı olan tavizsiz tutumu, tembel olan Malay halkını çalışmaya alıştırması, fevkalade hızlı bir eğitimle ülkesindeki münevverler çatısını yükseltmesi ve nihayet, Malezya'daki işsizlik oranını yüzde 2 seviyelerine düşürmesi gibi faaliyetleri, gerçekten Mahathir'in mahir devlet adamlığını gösteren faaliyetlerdir.
Bugün yaşı 80'in üzerinde olan Mahathir Muhammed, 22 senelik bir "sert" başbakanlıktan ayrılmasını bildi ve o meşhur sözünü söyledi: "Emekliye ayrılan ilk diktatör benim!"
Onun döneminde Malezya hızlı değişim geçirmiş, sadece yerel ürünler ihraç eden ülke konumundan yüksek teknoloji üreten ve ihraç eden ülke konumuna geçmiş, en zengin ve hızlı gelişen Güneydoğu Asya ülkelerinden biri olmuştur.
Mahathir Muhammed, küreselleşme, ABD'nin özellikle Müslüman dünyasını terör yapmakla suçlamasına karşı çıkması; ve nihayet İsrail'e karşı takındığı sert tavrından dolayı, Batı dünyasının şimşeklerini üzerine çekmiştir.
Nitekim konferansımızın açılış konuşmasında da aşağı yukarı aynı konulara değindi.
İsrail'in Filistin'de yaptığı mezalim ve Müslümanların Kudüs üzerindeki haklarını dile getiren 80 yaşındaki Mahathir, o yaşına rağmen güzel bir açılış konuşması yaptı. Önce dünyanın jeo-stratejik durumunu özetleyen Mahathir, Müslümanların, dünyanın bu konum içerisindeki yerini ve yığılmış meselelerine değişik çözüm yolları önerdi. Açılış oturumundan sonra konferansımız değişik seksiyonlar hâlinde devam etti.
Yukarıda da değindiğimiz gibi Mısır, Tunus'tan sonra 'Arap Baharı' diye tavsif edilen devrimi yaşayan Müslüman ülkelerden bir tanesi.
Tarihin en eski uygarlık merkezlerinden olan Mısır, hâlâ bu tarihî mirasını korumakta, fakat kendisini idare edenlerin basiretsizliği ve ihanetleri yüzünden ülkede kurmuş oldukları "yerli emperyalizm mekanizması", Süveyş Kanalı, turizm, petrol, doğal gaz ve Nil deltasının verimli topraklarında yapılan ziraat gibi, birçok geliri olmasına rağmen, fakir ülkeler kategorisinde addedilmektedir. Birçok Müslüman ülkesinde olduğu gibi, halk çalışıyor, halkı idare etmekte olan mutlu azınlıklar da devlet hazinesini soyarak, Karun gibi yaşamlarını sürdürmektedirler. Bunu yaparken de, Batılı emperyalist devletlerle sömürü ortaklığı yapmaktadırlar.
MISIR MÜŞAHEDELERİMİZ
İslâm, hatta Hıristiyanlık Mısır'a girmeden önce, Mısır'ı 'Firavun' denen krallar idare ediyordu. Bu firavunlar, Mısır'ın mutlak hâkimleri olup, kendi ailelerinden başka herkese 'köle' muamelesi yapıyor; insanları, ölesiye ezerek zulmediyorlardı. Mısır'da yaşayan herkes, Firavun için yaşıyor, sadece köleliklerini hakkıyla sürdürebilmeleri için, hayat karşılığında kendilerine yiyecek veriliyordu. Firavun, tebaasını o derecede sindirmişti ki, halkı onu, "kendisine asla karşı çıkılamaz, ilâh mertebesinde, 'lâ yus'el' bir güç" olarak görüyordu. Kur'an'ın tabiriyle, "Firavun onları aşağıladı; onlar da kendisine itaat ettiler" (Kur'an, Zuhruf, 47-56). Bu, öylesine bir itaat idi ki, kendilerini ölesiye çalıştırıp ezen Firavun'a isyan etmeyi akıllarından bile geçiremiyorlardı. Bu kötü mirasın taşıyıcıları olarak, bugünkü Mısırlılar da Hüsnü Mübarek gibi diktatörleri devirmeyi hayal bile edemiyordu...
Nihayet Allah(c.c), Hz. Musa'yı Mısır'da Peygamber olarak görevlendirdi ki, ancak o, Allah'ın kendisine vermiş olduğu güç sayesinde Mısır halkını Firavun'un zulmünden kurtarabildi.
Aradan asırlar geçti, Mısır halkının başına değişik değişik idareciler gelip geçti.
Ve nihayet çağdaş Firavunlar devri başladı: Abdunnasır, Sedat, ve Hüsnü Mübarek... Bunlardan ilk ikisi olanca zulümlerini gösterdikten sonra ölüp gittiler. Onların halefi olan Hüsnü Mübarek ise, senelerdir Mısır halkına zulmedip duruyordu.
Nihayet, Tunus'taki 'Yasemin Devrimi'ni gören Mısır halkı, eski dönem Firavun'un sihirbazları gibi gerçekleri görerek, Çağdaş Firavun Hüsnü Mübarek'e karşı ayaklandılar ve onu devirdiler.
Tarih tekerrür ediyor: Hüsnü, halkını sömürme konusunda, dedesi Firavun'un yolunu takip ediyordu. Nasıl ki Hamânlar, Kârunlar ve Bel'âmlar Firavun'u kurtaramadıysa, Hüsnü Mübarek etrafında halkalanmış olan menfaat çetesi de onu kurtaramadı. Çünkü, "Küfür devam eder, ama zulüm devam etmez!" buyuruyor Hz. Peygamber(s.a.s)...
Mısır daha değişimin başında (2. bölümü okumak için tıklayınız)
*İslam Tarihi Uzmanı / Yeni Şafak