Mustafa Armağan / Zaman
Önceki hafta bu köşede Fenerbahçe'nin eski başkanlarından olup 4 yıl başbakanlık yapmış Şükrü Saraçoğlu'nun Milli Mücadele'den kaçtığı tartışmasını gündeme getirmiştim.
Konu, Yiğit Bulut gibi yazarların ilgisini çekerken, bir yazarın "hezeyan-name"sine tanık olduk. Derken Fenerbahçe-şike operasyonuyla Saraçoğlu ismi yeniden gündeme geldi. Böylece 26 Haziran tarihli yazımda eksik bıraktığım noktaları tamamlama, dahası, köpeksiz köyde değneksiz dolaşmaya alışmışlara cevap verme fırsatı kendiliğinden doğmuş oldu.
Önce hatırlatma: 1946 seçimlerinde İstanbul'dan seçilen eski FB'li milli futbolcu Zeki Rıza Sporel'in mazbatası İstiklal Savaşı'nda Anadolu'ya çağrıldığı halde gitmediği gerekçesiyle CHP'lilerin oylarıyla iptal edilmiş, bunun üzerine DP'nin ağır toplarından Refik Koraltan Meclis'te, eğer bu ölçüyle bakacak olursak bazı bakanların bile Anadolu'ya geçmediklerinin bilindiğini gündeme taşımıştı. Bombanın pimi çekilmiş, hem Meclis, hem de basın, Koraltan'ı dilinin altındaki baklayı çıkarmaya davet etmişlerdi.
Bir yandan tahminler yapılırken, Koraltan nihayet Tasvir gazetesine İstiklal Savaşı sırasında İtalyan ve Yunan pasaportu taşımış olan bir ismi açıkladı: Eski Maliye Bakanı Fuat Ağralı. Fakat asıl üzerinde durulan kişi, daha birkaç ay öncesine kadar Başbakanlık koltuğunda oturan Şükrü Saraçoğlu olmuştu. Manşetlerden bir türlü inmeyen, hatta TBMM'de bile tartışılan konuyu, ancak Sıkıyönetim Komutanlığı'nın koyduğu basın yasağı dondurucuya koyacak, Saraçoğlu'nun Milli Mücadele'den kaçtığı halde nasıl bakan ve başbakan olabildiği sorusunun üzeri örtülecekti.
Amacım, hazır Hatip Dicle'nin mazbatası iptal edilmişken 65 yıl önce meydana gelen bu tartışmayı gündeme taşımak, geçmişten bugüne bir pencere açmaktı. Şimdi devam ediyoruz dosyanın sayfalarını çevirmeye.
İstiklâl madalyası meselesi
İddialar üzerine Şükrü Saraçoğlu hemen cevap vermez, satranç oynamaya devam eder. Neden sonra CHP'nin resmi gazetesi olan Ulus'ta ve Cumhuriyet'te bir açıklaması çıkar. Besbelli kendisini Milli Mücadele'ye hizmet etmiş göstermek için çırpınmaktadır. Lakin bazı karanlık noktalar vardır açıklamasında. Şimdi açıklamasını özetleyelim.
Saraçoğlu İsviçre'deyken İzmir'in işgali üzerine Kuşadası'na dönmüş. Ödemiş düşman işgali altında bulunduğu için bir arkadaşının evinde kalmış. "Heyet-i milliye"lerden birini kurup "küçük fakat azimli ve silahlı bir kuvvet" toplamışlar. (Demek istiyor ki, ben Milli Mücadele'ye katılmak için emir veya davet beklemeden katılmışlardanım.) 1919 yılı sonunda Meclis-i Mebusan seçimlerinde aday oluyor ve seçiliyor ama dağlar bir türlü(!) Kuşadası'ndan İstanbul'a yol vermiyor! Aradan 4 ay geçiyor, kahramanımız nihayet İstanbul'a varıyor ama şu talihsizliğe bakın ki, Meclis İngilizlerin baskınından sonra kapanmış, kendisi de aranmaktadır. Yeniden Kuşadası'na dönüyor. Bundan sonra Köşk, Nazilli, Aydın, Koçarlı, Söke ve Kuşadası cepheleri yıkılıncaya kadar elinden geldiği kadar hizmet ediyor. Ancak bu sırada Mustafa Kemal Paşa mebusları davet ettiği ve 7 ay süre verdiği halde Ankara'ya da gitmiyor. "Gitmedim, çünkü gidemezdim" diyor "Efe Başbakan"ımız. Ödemiş dağlarında ol mertebe cengâverlik eylemiştir ki, gözünü açıp da Ankara'nın yollarını bulamamıştır bir türlü. İki defa Meclis'e çağrılan ama ikisine de gitmeme başarısını gösteren kahramanımız, "Cephedeki hizmetlerimin mükafatı olarak göğsüme kırmızı şeritli İstiklal Madalyası takıldı." demeyi de ihmal etmiyor. (13 Aralık 1946)
Şükrü Saraçoğlu (sağdaki) Mahmut Esat Bozkurt ile birlikte.
İstiklal Madalyası dosyasını açacak olursak iş uzar. Bırakın Meclis'ten kaçanlara, İstiklal Savaşı'na karşı çıkanlara bile verildiğini bilmiyor değiliz. Eğer satılmadıysa dedesine İstiklal Madalyası'nın savaş bittikten 5 yıl sonra verildiğini görecektir (28 Mart 1927). Nice hak edenlere verilmeyip hak etmeyen torpillilere bol keseden dağıtıldığı ise bir bahs-i diger. Demek ki, Saraçoğlu'nun İstiklal Madalyası'nı Milli Mücadele'ye hizmetine kanıt olarak göstermesi lüzumsuz bir gayretkeşlikten ibarettir.
Saraçoğlu hem ayıbını örtüyor, hem de eksik anlatıyor. Maddeler halinde sorgulayalım:
1) Kurduğunu söylediği "heyet-i milliye"de acaba neler yapmıştı Saraçoğlu? Alman istihbarat servisinin 15 Temmuz 1919 tarihli raporu çarpıcı bir gerçeği ortaya çıkarmaktadır. Buna göre Mahmut Esat (Bozkurt) ve Şükrü (Saraçoğlu) beyleri İsviçre'den gönderenler İtalyanlardı. İsviçre'de tanıştıkları İtalyan ajan ve komutan Accame tarafından "İlerleyen Yunan işgaline karşı İtalya lehine propaganda yapmaları için" gönderilmişlerdi. Malum, İtalya o tarihlerde Milli Mücadele'yi destekliyor, yalnız silah ve cephane vermekle kalmıyor, İzmir bölgesindeki direnişi de örgütlemeye yardımcı oluyordu. (Berlin'deki Politisches Archiv des Auswartigen Amtes'te bulunan R 21282, 831 No'lu belge. Akt.: Hans-Lukas Kieser, Türklüğe İhtida, İletişim: 2008, s. 148.) Nitekim İtalyan işgali altında bulunan Rodos adasına gidip orada bir süre kalmış olması da bunun kanıtıdır.
2) Bir ara Demirci Mehmed Efe'nin yanında bulunmuş, ve Efe'nin tercümanlığını yapmıştır. Ne tercümanlığı bu? diye soracak olursanız, elbette İtalyanlarla kurulan iyi ilişkileri düşünmeniz gerekecektir.
3) 1946 Aralık'ında İzmir Gazetesi muhabiri Tuğrul Deliorman, Aydın cephesinde bulunmuş yaşlı insanları bulup konuşmuşsa da kimse Saraçoğlu'nu hatırlamamış, onu hiçbir cephede görmediklerini söylemişlerdir. O tarihte Koçarlı CHP başkanı olan Mehmet Yunus da Saraçoğlu'nu tanımadıklarını söylemiştir. Deliorman'ın topladığı malumata göre Saraçoğlu, İtalyanların Kuşadası'nı işgaline kadar orada kalmış, daha sonra Söke'ye geçmiş, oranın zenginlerinden Hüseyin Bey'in adalara sığır satma işinde çalışmıştır. Sonra Milas'a geçmiş, orada da yine sığır ticaretiyle uğraşan zenginlerin yanında rahatça yaşamıştır. İşgalden sonra nasılsa Ödemiş Kaymakamlığı'na getirilen Saraçoğlu'na ikramiye 2. TBBM üyesi seçilince çıkmış, İnönü hükümetlerinde bakanlıklar yaptıktan sonra başbakanlığa kadar yükselmiştir.
4) Asıl hoş olan itiraf, Aydın yöresindeki kahramanlıklarıyla nam salan Yörük Efe'den gelmiştir. Yörük Ali Efe'ye göre Saraçoğlu ile Mahmut Esat Milli Mücadele sırasında bir gün yanına gelmişler ve beraber fotoğraf çektirmek istemişler. "Kızanlarımdan iki tanesinin zeybek elbisesini onlara giydirdim ve beraberce fotoğraf çektirdik. Sonradan gördüm ki, bu fotoğrafın kendilerine ait kısmını keserek bir yerde yayınlamışlar." İşte yanda gördüğünüz iki "kahraman"ımızın Efe kıyafetindeki fotoğraflarının aslı da budur.
Daha yazacak çok şey var ama arif olan anladı sanırım. Sahte kahramanların boyası er geç dökülür. Şükrü Saraçoğlu işi biraz uzatmıştı sadece, o kadar.
Zaman