Eric Margolis* / TIMETURK
Herkes, Orta Doğu’yu saran devrimler ve ayaklanmaların Tunus’ta başladığına inanır. Aslında, devrimin tohumları, ilk kez Adalet ve Kalkınma Partisi’nin örtülü askeri diktatörlüğe karşı uzun ve çetin savaşına başladığı 2002’de Türkiye’de ekildi.
Geçen haftaki Türk seçimlerinin önemini anlamak için bir anlığına 1960’lara, İsviçre’de bir lise öğrencisi olduğum zamanlara gidelim.
Adı Turgut olan Türk sınıf arkadaşım gözleri yaşlı, “Generaller babamı astılar!” diye anlatmıştı. Babası kabinede bir bakandı.
ABD’den sonra NATO’nun en büyük ikincisi 510 bin kişilik Türk Silahlı Kuvvetleri, 1950’den bu yana 4 kez darbe yaptı. Türkiye’nin hâlihazırdaki anayasası, 1980 darbesinden sonra ordu tarafından yazıldı.
Diktatöre dönüşen ulusal kahraman Mustafa Kemal Atatürk zamanlarından beri, Türkiye ağız dalaşı yapan siyasilerin ince örtüsü arkasında güçlü ordu tarafından idare edildi. Süreç boyunca ülke, yaygın siyasi şiddet, Kürt ayrılıkçılık, hileli seçimler ve sonu gelmez mali krizlere duçar oldu.
Amerikalılar, 2002-öncesini, ideal Müslüman devlet olarak göstermeyi severdi. “Neden bu Araplar Türkler kadar duyarlı olmuyorlar?” sorusu Washington’da sıklıkla duyulurdu. Bunun taraftarları, Türkiye’nin demir-yumrukla idare edilen askeri bir diktatörlük olduğunu ya görmezden geliyorlardı ya da göremiyorlardı.
Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) seçim zaferi kazandığı 2002’den itibaren değişmeye başladı. Geleneksel soldan ve sağcı Kemalist partilerden kayma, büyük bir demografik akıntının sonucuydu. Köylü ve orta sınıf Türkler, şehirlere göç etmeye; ordu, büyük iş çevreleri, medya, üniversite ve yargıdan oluşan laik elitin siyasi ve ekonomik gücünü azaltmaya başladı.
Türkiye’nin evcil Müslüman dini nüfuzu, sıkı güvenlik kontrolündeydi. Atatürk ve ardından gelenlerin yönetiminde, Türk kültür ve ahlâkının temeli İslam’a vahşice saldırıldı. Tıpkı Stalin dönemindeki Rus Ortodoks Kilisesi gibi İslam neredeyse yok edildi ve devletin kontrolünün altına sokuldu.
Türklerin “derin devlet” diye adlandırdıkları; aşırı sağcılar, güvenlik örgütleri, gangsterler, zengin elit ve kuduz ulusalcılar, gücü elinde tuttu ve muhalifleri susturdu.
AKP, İslami siyasi ilkeler çağrısı yaptı: zayıf ve yaşlılar için refah, yozlaşmayla savaş, duyarlı ve ahlaklı siyasi liderler, komşularla iyi ilişkiler. Türkiye’nin sağı ve ordudaki müttefikleri, İran-benzeri İslamcıların eline geçtiği ya da Kürt asilerce bölündüğü çığlıkları attı.
Aslında AKP’nin on yıllık idaresi Türkiye’ye en uzun insan hakları dönemini, çarpıcı ekonomik büyümeyi, mali istikrarı ve demokratik hükümeti sağladı.
AKP yönetiminde Türkiye, Avrupa Birliği’nin yasal normlarına, Bulgaristan ve Romanya gibi yeni üyelerden fazla yaklaştı. Fakat Fransa ve Almanya’nın muhafazakârları, Türkiye’nin asla AB’ye kabul edilmeyeceğinde ısrar ediyor. Avrupa, özellikle de çiftçiler, 75 milyon çoğunluğu Müslüman Türk’ü istemiyor.
Dışarıdan bakanların genelde göremediği şekilde, AKP Türkiye’nin tepkisel ordusunu kışlasına sürekli geri soktu. Bu uzun mücadele Ergenekon davası olarak bilinen sivil hükümeti bir kez daha devirme çabalarında doruğa ulaştı.
Kumpas bozuldu. Üst-düzey subaylar tutuklandı ve yargılandı. Entrika içerisinde yer alan gazeteciler ve medya şahsiyetleri de aynı şekilde yakalandı. Savcılar şimdilerde, İsrail ve Türk ordusu arasındaki şüpheli silah anlaşmalarını inceliyor.
Ergenekon, ABD ordu nüfuzu ve İsrail’in Likud Partisi’ne yakın Türkiye’nin generallerinin gücünü kırdı. Aslında Pentagon, sivil liderlerinden çok daha fazla Türkiye üzerinde etkiye sahipti. AKP’ye kadar ABD, İran, Suriye, Hizbullah, Hamas ve zamanında Irak’a Türk düşmanlığını ve İsrail’le yapay bir dostluğu besledi.
Bugün her şey değişti. Seçmenlerin ekserisinin desteğini kazanan Türkiye’nin halk başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi Orta Doğu’da başarı demokrasi için bir rol modele dönüştürdü ve 75 milyonluk ülkesinin gizli ekonomik gücünü ortaya çıkardı.
Türkiye’nin yetkin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye’nin eski düşman komşularıyla, Ermenistan ve Güney-Kıbrıs hariç, ilişkilerini büyük ölçüde geliştiren “sıfır sorun” politikasını üretti. Türkiye’nin bugünkü dış politikası, ABD ve İsrail çıkarlarından çok Türklerinkini yansıtıyor.
“Sıfır sorun” Orta Doğu’nun kapılarını Türk iş çevrelerine açtı. Böylece Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı öncesindeki baskın bölgesel liderliğini yeniden tesis etti.
Türkiye’nin yaygın Filistin desteği, İsrail’le acı bir çatışmaya yol açtı. Sonuç olarak Türkiye, İsrail çıkarlarının yanında olmadığı için ABD Kongresi ve medyanın sert saldırılarının hedefi haline geldi. İsrail aşırı sağın Kuzey Amerika sözcüsü The Wall Street Journal, Türkiye’ye saldırılara önderlik etti.
Erdoğan’ın Türkiye’yi İslami bir diktatörlüğe çevirdiğine dair iddialar asılsızdır. İnşa ettiği istikrarlı, demokratik ve üretken bir Türkiye, tüm ilgili kesimler için bir nimettir. İstanbul, bir zamanlar Müslüman dünyanın Paris’i idi. Tekrar aynı rolüne geri kavuşuyor.
Erdoğan’ın üçüncü seçim zaferi, diğer partilerle uzlaşma olmadan anayasayı tek başına yazma yeterliliğini sağlamadı. Ancak yeni ve modern bir Orta Doğu’nun inşası ve istikrarı için anahtar bir rol oynayacak hayati bu ulusun önünde demokratik ve ekonomik tekâmül için başka yıllar olduğunu gösterdi.
* The Huffington Post, Lew Rockwell ve Big Eye’da düzenli yazılar yazan önemli bir savaş muhabiri. CNN, BBC, France 2, France 24, Fox TV, CTV ve CBC’de dış politika uzmanı olarak görüşlerine başvurulan Eric Margolis, Libya lideri Kaddafi’yle ilk röportajı yapmak ve Moskova’daki KGB karargahına girmek gibi gazetecilik başarıları bulunuyor.
Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.