Patrick Seale* / TIMETURK
Suriye’de “rejim değişikliğini” hayal edenler (ve bunun için çalışanlar), Başkan Beşşar Esad’ın 20 Haziran Pazartesi günkü son konuşmasıyla hakaret uğradılar. Onun ve protesto hareketini zalimlikle bastıran etrafındaki nefret odağı isimlerle birlikte gitmesini istiyorlardı. Ancak o bırakmıyor. Kalmaya ve ayrıca da savaşmaya niyetli.
Esad, siyasi düşmanlarına hiçbir ödün vermedi. Aslında konuşma onlara bile yönelik değildi. Konuşma güvenliği, istikrarı ve ulusal birliği arzu eden ve her şeyin ötesinde Irak’taki gibi bir mezhep savaşından dehşete düşen Suriye’nin “sessiz çoğunluğuna” hitap ediyordu. En azından Başkan böyle inanmak istiyordu.
Başkan, krizin doğasını anlamak için, geçtiğimiz haftalarda ülkenin her kesiminden vatandaşlarla birçok toplantı yaptığını söyledi. Doğrudan onları dinlemek istemiş.
Vardığı sonuç, protesto hareketinin farklı unsurları olduğuydu. İlki meşru istekleri olan, yani adalet, demokrasi ve iş talep edenler ve onlarca yıldır biriken sorunların çözümünü arzu edenler. Onların istekleri yok sayılamazdı.
Onlara hitap etmeye niyetliydi ve hâlihazırda buna başlamıştı. Fakat sonra diğerleri de vardı. Suçlular, din adına konuşan kâfir entelektüeller, vahşiler, komplocular ve dış mihrakların paralı ajanları… Gösteri hareketi kisvesi altında, devlete karşı silahlanmışlardı! Dediğine göre bu komplocular, dış müdahale istemişlerdi, Suriye’nin imajını lekelemişlerdi ve kamu-özel mülkü tahrip etmişlerdi. Bu kişilerin devletin kurumlarına ya da hukuka saygıları yoktu. Bu vahşilerle reform imkânsızdı.
Suriye’nin bir komployla karşı karşıya olmadığı tezini reddetti. İlan ettiğine göre komplo vardı. Dışarıda planlanmış ve ülke içinde işleniyordu. Düşmanlarının elindeki uydu telefonlarını, gelişmiş silahları, kamyonetlere monte edilmiş silahları başka nasıl açıklanabilirdi ki? Suriye her zaman komplonun hedefi olmuştu.
Uzun süredir ilkelerini terk etmesi için baskı altındaydı. (Bununla Arap milliyetçi inançları, İran ile Hizbullah’la ittifakını, İsrail ile ABD’ye karşı muhalefetini kastediyordu.) Suriye’nin böylesi komplolara karşı bağışıklığını güçlendirmesi gerektiğinde ısrar etti.
Meydan okuyan konuşmasında Başkan Esad, güvenlik güçlerinin istismarlarından hiç bahsetmedi. Sivillere karşı duygusuzca gerçek mermi kullanımı, binden fazla protestocunun katli, isyancı şehirleri abluka altına almak için tankların intikali, dayaklar ve işkenceler, dehşet içindeki mültecilerin Suriye sınırlarını yığılması gibi rezaletler ve zulümler Suriye’nin itibarını yerle bir etti ve uluslararası öfkeye neden oldu. Dediğine göre, Türkiye’deki mülteciler evlerine dönmeliymiş. Cezalandırılmayacaklarmış. Ordu onları koruyacakmış.
Ancak ordunun zalimliğinin tadına varanlar, Başkan’ın teminatlarıyla ikna olmayabilirler. Yine de ağzından acılı anneler için bir taziye sözü döküldü. Esad’ın konuşmasının özü, Suriye’nin geleceği için yeni bir vizyonu şekillendirmeye dair ihtirasının ifadesiydi.
İlan ettiğine göre reform onun sağlam bir inancıydı. Büyük fikri, konuşmasının ana fikri, Ulusal Diyalog için bir plandı. Özel bir otorite, bu büyük tartışma için gerekli ayarlamaları yapmak için çalışıyordu. Umut ediyordu ki bu en olası yaygın katılımı sağlayacaktı.
Amaç kapsamlı siyasi ve ekonomik reformların tartışılabileceği, böylece bir düzenlemenin hazırlanarak kanunlaştırılabileceği bir forum oluşturmaktı. Bilinmeze devasa sıçramalar olamazdı zira şimdi alınan kararlar önümüzdeki on yıllarda Suriye’yi etkileyecekti. İvedi ve olağanüstü reform umanlar için konuşma bir hayal kırıklıydı.
Başkan, eylemlerden ziyade laf üretti. Ancak seçimlerin Ağustos’ta yapılacağından bahsetti. Tartışılacak yasalar arasında yeni seçim yasası, siyasi partilerin kurulmasına izin veren yasa, basın yasası, yerel idarelere daha fazla yetki veren yasa ve Anayasa’yı değiştirmek ya da yeniden yazmak olacaktı.
Baas Partisi’ne “toplumda ve devlette” önder rolü veren Anayasa’nın 8’nci Maddesi’nin de değiştirilebileceğini ima eder gibiydi. Bunu başarmak gayet zor olabilir. 1963’ten bu yana siyasi arenada tekeli elinde tutan Suriye’nin Baas Partisi, uzun zamandır müsamahasız ve Stalinci bir hale geldi. Muhtemelen diğer partilerle erki paylaşma becerisine de sahip değil. İleride daha büyük savaşlar bekliyor.
Herkes, özellikle de inatçı siyasi düşmanlarına karşı Başkan Esad, düşünceli ve hattan uzlaştırıcı göründü. Hayatta kalmak için savaşan bir lider görüntüsü vermedi. Hiç şüphesiz kendi kişisel çıkar-ve-kayıp-hanesinde artılar, eksilerden fazlaydı.
Biliyordu ki dış askeri müdahaleden korkmasına gerek yoktu. Libya’nın ardından hiçbir Batılı güç bunu tasarlayamazdı. Bazı askerler isyancılar tarafına geçmiş olabilir ancak orduda ve güvenlik güçlerinde ya da rejimde büyük bir parçalanma yoktu. Yönetici çevrelerdeki görüş ayrılıkları ve tartışmalar dikkatlice gözlerden saklanabilmişti.
Biliyordu ki birlik oldukları sürece, muhalefetin onu devirmesi zordu hatta imkânsızdı. BM ya da diğer yerlerde, Tartus’taki deniz üssünden endişeli Rusya’nın koruması altındaydı. Rus görüşüne göre Suriye krizi uluslararası barış ve güvenliğe bir tehdit oluşturmuyordu. Çin, Hindistan, Güney Afrika ve Brezilya hep Suriye’nin yanındaydı.
Ülkede bir kıtlık da mevcut değil. Bu senenin hasadının 3,6 milyon ton olması bekleniyor. Şu ana kadar gaz ve petrol ihraçları da etkilenmedi. Eksi hanesinde, turizm çöktü. İç yatırım kurudu. Esad’ın hükümet bürokratlarına verdiği artış sözü senelik 1 milyar dolar ek maliyet getirecek. Bu da hükümetin açığını tehlikeli noktalara taşıyacak.
Eğer kriz daha uzun sürerse, Suriye’nin bir yerlerden büyük bir nakit kaynağına ihtiyacı olacak. Muhtemelen Katar’a göz kırpıyor. Ayrıca belirsiz bir etmen daha var. Eğer protestolar sürerse ve daha şiddetlenirse ne olacak? Tüccar orta sınıf, rejimin dayanağı, sadık kalacak mı? Ekonomi bunu taşıyacak mı? Sonraki Cuma neyi getirecek?
Bu hafta Suriye’den iyi konumda olan ve rejime yakın birinden bir telefon aldım. Hiddetle “Batı’nın Suriye’yi kınaması tamamen ikiyüzlülük” dedi ve şöyle devam etti: “Dünyadaki her rejim düşmanlarını yok etmeye çalışır. Ebu Gureyb diye bir yeri duydunuz mu? Ya da Irak’ta Amerika’nın katlettiği yüzlerce bin kişiyi? Ya da Gazze’de İsrail’in katliamlarını? İsrail hapishanelerindeki 10 bin Filistinliyi? Eğer ABD ve İsrail, bunca katliam ve işkenceden paçayı sıyırabiliyorsa, biz neden olmayalım? Meşru müdafaaya sığınıyorlar, aynen biz de öyle!”
Anlaşılan o ki insan hayatını aşağılamak ve yok saymak bulaşıcı!
* Patrick Seale, önde gelen Orta Doğu yazarlarından biridir. En son kitabı, Arap Bağımsızlığı Mücadelesi: Riyad El-Solh ve Modern Orta Doğu’nun Kurucuları (Cambridge University Press).
Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.