Bahar ölmesin diye
Tankların kükreme sesinin yükselmesiyle Havran Ovası’nın sessizliği bozuldu. Köylüleri eğlendiren hamamböceği sustu. Oysa çiftçiler onun sesini duyduğunda baharın girişinin sevincini yaşıyordu...
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-06-22 13:39:39
*İmadeddin El-Reşid
Tankların kükreme sesinin yükselmesiyle Havran Ovası’nın sessizliği bozuldu. Köylüleri eğlendiren hamamböceği sustu. Oysa çiftçiler onun sesini duyduğunda baharın girişinin sevincini yaşıyordu. Bu tanklar ‘ulusal diyalog’ ismi verilen şeyin ölümünü ilan etti. Cenaze töreni de, cenaze namazının ilahileri yerine makineli tüfeklerin sesleri eşliğinde tamamlandı. Ancak tüm bunlarla beraber bu korkunç sesler Havran’ın ve Suriye’nin tümünün uzun zamandır beklediği yeni bir baharın ilanıydı. Suriye’nin sorunu, Der’a’daki çocukların Mısır’dan ‘özgürlük virüsü’ enfeksiyonu kapmış olmaları ya da okullarının duvarlarına rejimin düşmesini isteyen sloganlar yazmış, güvenlik güçlerinin bazılarını tutuklamış ve bazılarının tırnaklarını çekmiş olması değildi.
Sorun, Suriye halkına Baas Partisi tarafından yaklaşık yarım yüzyıldır uygulanan baskı birikimi de değildi.
Suriye’nin sorunu, baskının ve zulüm felsefesinin lehine hizmet eden Arap zihniyeti sorunudur. Bu zihniyet diktatörlüğü Arap siyaset kültürünün bir parçası haline getirmiştir.
Sorun, Arap aydınının, kendisi lehine yaklaşık on üç yüzyıldır referans veren sultan karşısında yenilgiye uğramasıyla başladı. Arap aydını öyle geriledi ki neredeyse sarayların kucaklarına atılır, hükmünü bekler, üzerine kutsallık elbisesini giydirir oldu.
İnsaflı olmak gerekirse Arap tarihinde tüm aydınların teslim olması söz konusu olmamıştır. Aksine bu tarih sultanın egemenliğini ve fikrinin milletin fikri üzerinde olmasını reddeden birçok konuma şahitlik etmiştir.
Arap zihniyetinin derinliğinde bu yüzüş, gözlemcilere şu anki Arap Baharı’nın gidişatını izleme, direk bir Arap ülkesiyle değil aksine tüm Arap haritasıyla bağlantılı olan sorunun köklerini çözme gücünü bilme imkanı vermektedir.
Aynı şekilde bu basit analiz Arap aydınlarını zor sorumluluklarla karşı karşıya getirmekte, kendilerine diktatörlüğü kabul edegelen düşünsel yapıyı yeniden gözden geçirme fikrini dayatmaktadır. Çünkü mesele yüzyüze bir değişim veya bir rejimin başka bir rejimle değiştirilmesi meselesi değildir. Aksine, herhangi bir küçük görme ya da zorla bağlılık söz konusu olmadan karşıdakini kabul etmesini sağlaması için mevcut Arap zihniyetinde köklü değişiklik meselesidir. İşte bu, bugün karşısındakini ideolojisinin çerçevesi dışında göremeyen Arap aydınının kaybettiği davadır. Buna dayanarak yakınlık ya da uzaklık mesafesi koymaktadır.
Zulme ve baskıya karşı devrime iki şeyin eşlik etmesi gerekir: Rejimin değişmesi ve Arap zihniyetinde diktatörlüğün kabulüne neden olan düşüncenin değişmesi. Bu, devrimcilerin yeni diktatörlere dönüşmemesi için gereklidir. Küreselleşme devrinde bunu sağlamak da, Arap aydınların üzerine düşen bir görevdir.
Suriye’nin haline dönecek olursak - Arap aklındaki tarihi diktatörlüğe göre- rejimin yaptığı zulmü hatırlatan tüm sesleri duymazdan gelmesi gayet mantıklıdır. Bu ses ister kendilerine gerçek anlamda bir hitapta bulunmadığı halktan geliyor olsun –onu siyasi haritanın üzerinde görmesine ek olarak- ister de kendisine samimi tavsiyelerini sunan dostlarından çıkıyor olsun durum aynıdır. Bu da şüphesiz rejimin kendisinden başkasını görmüyor olmasından kaynaklanmaktadır. Vatan da devlet de cumhuriyet de odur. Bu köşeden bakınca 1973 yılı anayasasındaki vatan, başkan, devlet ve parti arasındaki sıkı birliğin sebebini anlamamız mümkündür. Zira parti, devleti yöneten, başkan da mutlak yetkiler sahibi olmuştur. Başkan aynı zamanda yürütme organının da başıdır ve ne zaman isterse parlamentoyu dağıtır. Kararları çok zaman bağlayıcı mevzuat halini alır. Başkan, aynı zamanda yüksek yargının da başkanıdır. Bu nedenle üç güç birbirine karışmakta ve bir şahısta toplanmaktadır. Baas’ın aydınları diktatörlüğün felsefesini yapmış ve anayasada meşrulaştırmışlardır. Bu kazançlar rejimden nasıl geri alınabilir?
Benim gördüğüm kadarıyla şiddetin sorumlusu rejim ve rejimin güvenlik kurumudur. Rejimin propagandasını yapan Suriyeli aydınların sorumluluğu da rejiminkinden daha az değildir. Şehit çocuk Hamza El-Hatip’in kanının sorumlusu yalnızca onu öldürüp kendisine işkence edenler değildir. Aksine kalemlerini rejime satan aydınlar da kendilerine katılmaktadır. Onlar kalemleriyle, dilleriyle, düşünceleriyle öldürür olmuşlardır.
Bu gruptan olanlar hala şiddeti Suriye televizyonlarından izlemekte, hiçbir sorumluluk hissetmeden her gün kurban düşen ölülerin ardından alkış tutmaktadır.
Belki de birçok felsefeci ve kuramcının önemsemediği ancak Suriye sokaklarını bekleyen soru şudur: Rejimin Suriye halkını korumayı bırakıp kendini korumaya başladıktan sonra halkı içine ittiği krizden nasıl çıkılabilir? Tüm devlet etkinliklerini –halkı krize sürükleme yolunda- bu yolda hizmete koydu. O kadar ki halk artık devletin eksikliği hatta tamamen yokluğu hissi yaşar oldu.
Bu durum, Suriye’nin Fransız mandasından kurtulması durumuna çok benzemektedir. Zira Suriye halkı kendisini o vakit devletsiz bulmuştu ve ulusal güçler kurucu bir kongre yapılması çağrısı yapmıştı. Suriyelilerin diyalogları şu anda içinde yaşadığımız Suriye Cumhuriyeti’nin özünü oluşturdu. Bugün bundan daha değerli bir kurum sahibi olmadığımızı düşünüyoruz. Belki de bugün Suriye’de gerçek manada cumhuriyet kurumundan başka bir kurum bulamıyoruz. Başkanlık bir kurum değil, bakanlık bir kurum değil, emniyet bir kurum değil, parlamento bir kurum değil aksine birilerinin özel mülkü gibi istediği gibi işlediği tarlalardır.
Eğer rejim güvenlik çözümü yöntemini Suriyelilerin üzerine musallat etmeye devam ederse diyebiliriz ki, bu Suriyelilerin 1946 yılında özgürlüklerini kazandıktan sonra kendilerinden öncekilerden miras aldıkları tek kurum olan cumhuriyetin düşmesine yol açabilir.
Bu nedenle iktidarın, bildiği-bilmediği her yönden yıkılmaya ittiği cumhuriyeti korumak, Suriye’nin özgürlük, adalet ve vatandaşlık değerlerinin hakim, tüm vatandaşları için eşit hak ve görevlerin geçerli olduğu medeni-demokrat bir devlet olarak yeni dönem özelliklerinin belirlenmesi için her türlü renkten ve çizgiden Suriyelinin katılacağı bir ulusal kurtuluş kongresi çağrısı yapılmalıdır. Tank sesleri ve silah ve makineli tüfeklerin ağzından çıkan ölüm parçaları yerine bu gereklidir. Tüm bunlar baharın ölmemesi içindir.
*Yazarın The Guardian in Arabic’te yayınlanan bu yazısı www.timeturk.com için Ahmet Yılmaz tarafından tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara