Cengiz Çandar
Obama merakla beklenen Ortadoğu’da esen ‘Arap devrimci rüzgârı’ ile konuşmasını yaptı ve Washington sohbetleri hemen konuşmanın değerlendirmesine kaydı.
Ne dedi Obama? Bu konuşmadan ne anlamalıyız? Bu konuşmadan sonra bölgede ne değişecek? Değişecek mi? Konuşmada bilinmeyen ve daha önce söylenmeyen ne var?
Sorular, cevaplarını arayarak birbirinin ardından geliyor.
Bana gelen çarpıcı yorumu, hafif alaycı bir değerlendirme yapan bir dostumdan işittim: Amerika için büyük, dünya ve bölge için küçük bir adım.
Ay’a ayak basan ilk dünyalı Neill Armstrong’un “Benim için küçük, insanlık için büyük bir adım” sözünden esinlenerek yapılan bir değerlendirme.
Obama, Ortadoğu’daki gelişmelerin gerisinde kaldığı ve tavır almadığına ilişkin o kadar çok eleştiri oklarının hedefi olmuştu ki, söz konusu konuşmasıyla arayı kapatmaya baktı denebilir.
Büyük ölçüde de kapatıp ileri geçti de sayılabilir.
Konuşmada İsrail’in tüylerini diken diken edecek çok önemli bir nokta var. O da, ‘Ortadoğu barışının temelinin 1967 sınırlarına geri dönülmesi’ olduğunu söylemesi.
Bugüne kadar hiçbir Amerikan Başkanı, İsrail’in ‘güvenilir bulmadığı’ için reddettiği bu ‘ilke’yi dillendirmemişti. Üstelik, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Washington’a ayak basmasından bir gün önce koydu bu ölçüyü Obama.
İsrail buna uymazsa ne olacak?
Hiçbir şey olmayacak muhtemelen. ABD’nin İsrail üzerinde bir yaptırımı olamaz. Ama Obama-Netanyahu makası bir nebze daha açılabilir ki, bu tür nüanslar Ortadoğu’da çok şey ifade ediyor.
O nedenle, “Amerika için büyük, bölge için küçük bir adım” saptaması ne kadar doğru, tartışmaya muhtaç.
Suriye’ye: Ya demokrasi ya terk et...
Benim açımdan konuşmanın en dikkatle kulak verdiğim bölümü Suriye’ye ilişkindi. Suriye’nin yeri ve konumu, Türkiye’ye doğrudan etkide bulunma potansiyelinden ötürü.
Şöyle dedi:
“Suriye halkı demokrasiye geçiş isteyerek cesaretini göstermiştir. Başkan Esad’ın önünde şimdi şu seçenek bulunuyor: bu geçişi yönetmek veya çekilip gitmek. Suriye hükümeti göstericilere ateş açmaya son vermeli ve barışçıl protesto gösterilerine izin vermeli, siyasi tutukluları serbest bırakmalı ve haksız tutuklamaları durdurmalı, insan hakları gözlemcilerinin Dera’a gibi şehirlere girmelerine izin vermeli ve bir demokratik geçişi mümkün kılmak için ciddi bir diyalog başlatmalıdır. Aksi halde Başkan Esad ve rejimi, içeriden meydan okumalarla, dışarıdan tecritle karşı karşıya kalmaya devam edecektir.
Bugüne kadar, Suriye, müttefiki İran’ı izlemiş ve Tahran’dan bastırma taktikleri almıştır. Bu, dışarıdaki protestocuların haklarını desteklediğini söyleyen ama içeride kendi halkını ezen Tahran rejiminin ikiyüzlülüğünü ortaya koymaktadır...”
Obama, beklendiği gibi, gecikmeli olarak da olsa Mısır’da Mübarek’in, hemen krizin başında Libya’da Kaddafi’ye yaptığı “Çekil git” çağrısını Başşar Esad’a yapmamış ve kapıyı hâlâ ‘reformları yapması’ için aralık bırakmıştır.
Ancak Başşar Esad’a “çekil” demenin eşiğine kadar da gelmiştir.
ABD’nin İsrail’e ilişkin olduğu gibi, Suriye üzerinde de bir yaptırımı söz konusu değil. Obama başkanlığının Suriye’ye, Bush’un Irak’a yaptığı türden bir ‘müdahale’ye girişeceği de düşünülemez.
O takdirde?
Başşar Esad, Obama’nın çağrısına sırtını çevirirse ne olacaktır?
Bu noktada işin önemli yanı bu değil. ‘Suriye sokağı’, Obama’dan işittiği ‘manevi destek’ ile Suriye’deki Baas rejimine karşı mücadelesini devam ettirme sinyali almıştır.
Obama’nın Suriye’ye yönelik yaklaşımına dikkat edilirse, esas itibariyle, Türkiye’nin Suriye’ye yaklaşımından çok farklı değildir.
Obama’nın ‘Ortadoğu mesajı’nın ardından kulağıma gelen ilginç bir değerlendirme de “Türkiye de Ortadoğu’daki bu halk ayaklanması dalgası konusunda benzer bir açıklama yapmalı artık” oldu.
Seçim kampanyasının düşük düzeyli iç dalaşmasıyla enerji tüketildiği şu sırada bu beklentinin yerine gelebilmesi mümkün gözükmüyor, ama Obama’nın bu çıkışından sonra, Türkiye’nin Ortadoğu politikasında yeni ve genel bir değerlendirme yapması da gerçekten gerekli. İlla bunu yüksek sesle şu sırada açıklamayacak olsa bile.
Bence Obama’nın konuşmasının ‘ruhu’, olan biteni ‘birey’in ‘meşru ayaklanması’ olarak gören şu sözlerinde mevcuttu:
“Bu devrimin ve onu izleyenlerin öyküsü bir sürpriz olarak görülmemelidir. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ulusları bağımsızlıklarını çok uzun süre önce elde etmişlerdi, ama birçok yerde halkları bağımsızlığa kavuşmamıştı. Birçok ülkede iktidar çok küçük bir azınlığın elinde toplanmıştı. Birçok ülkede, (Tunus’taki) genç sokak satıcısı gibi, bir vatandaşın yüzünü döneceği bir yer, davasını işitecek namuslu bir adalet mekanizması, sesine aracılık edecek bağımsız bir medya, görüşlerini temsil edecek itibarlı bir siyasi parti, liderini seçebileceği serbest ve dürüst seçimler yoktu.
Bu, kendi kaderini tayin hakkından yoksunluk, hayatını dilediğin gibi yaşayabilme hakkı, bölgenin ekonomisi için de geçerliydi. Evet, bazı uluslar petrol ve gaz zenginliğine sahipti, ama refahın küçük birimlere yayılmasına yol açtı. Ama bilgi ve yaratıcılığa dayanan küresel bir ekonomide hiçbir kalkınma stratejisi sadece toprağın altından ne çıkacağına bağlı kalamaz. İnsanlar rüşvet vermeden bir iş başlatamazlar ise potansiyellerini de ortaya koyamazlar.”
Değişim geri döndürülemez
Obama, tüm konuşmasında Ortadoğu’da ‘değişim’den yana olduğunu vurguladı.
Türkiye de yavaş yavaş ‘Ortadoğu statükosu’ üzerinden hareket eden dış politikasından ‘bölgede değişim’ yanlısı olmaya kayıyor. Buna karşılık İran, bölgenin ‘statükocu’ bir güç merkezi durumuna indirgeniyor.
Türkiye’yi yönetenler, bölgedeki tarihi ve ‘tektonik’ değişiklikleri, baskı rejimleri için ‘zemin kayması’nı ve Obama’nın dediği gibi Ortadoğu’da ‘değişimin önlenemezliği’ üzerine dış politikayı ‘restore etmeye’ başlamalılar.
‘Komşularla sıfır sorun politikası’, ‘Arap Devrimi’ ile birlikte miadını doldurmaya başladığı için ‘değişim yanlısı ülkeler’ ile ‘sıfır sorun’ politikasına doğru yol alınmalıdır.
Türkiye için bunun temel önşartı, ülkenin ‘Arap Devrimi’ önünde en büyük artısı olan demokrasisi ve bunun sağlamlaştırılması olacaktır.