William I. Robinson * / TIMETURK
Büyüklüğü, küresel erişimi, çevresel ve sosyal bozulma ile şiddet araçlarının ölçeği göz önünde tutulduğunda, küresel kapitalizm krizinin eşi ve benzeri yoktur. Açıkça bir insanlık krizi yaşamaktayız. Tehlike hiçbir zaman şimdiki kadar büyük olmamıştır. Hayatta kalabilmemiz dahi çok büyük risk altındadır. Ayaklanmalar, belirsizlikler, anlık değişimleri içeren ve tehlikeler ile (varsa tabi) fırsatlarla dolu bir döneme girdik.
Burada küresel kapitalizmin krizini ve (özellikle Birleşik Devletler’deki ) 21’nci yüzyıl faşizmi olarak adlandırdığım tehlikeyi ve bu krize verilen farklı siyasi tepkileri, aşırı-sağa odaklanarak, tartışmak istiyorum.
Krizi anlamak için, son dönemlerde yapılanma ve dönüşüm geçiren, kapitalist sistemin analizi gerekir. İçinde olduğumuz an, niteliksel yeni bir ulus-üstü ya da 1970’lere kadar geri giden ve tam anlamıyla ulus-üstü bir sermaye ile ulus-üst bir kapitalist sınıfın (TCC-Transnational Capitalist Class) yükselişiyle tanımlanan dünya kapitalizminin küresel safhasıyla ilgilidir. Ulus-üstü sermaye, ulus-devlet sınırlamalarından kurtulmayı başararak önceki dönemin ötesinde birikim sağladı. Bu birikimi, dünyadaki sınıf ve sosyal erk bağıntısını çıkarına değiştirmek ve 1960’lar ile 1970’lerin küresel isyanlarının ardından dünyadaki halk ve işçi sınıfı hareketlerinin gücünü erozyona uğratmak için kullandı.
Gelişen ulus-üstü sermaye; bilgisayarlar ve enformatik gibi yeni teknolojiler, neo-liberal politikalar, (primitif sermaye birikimin devasa yeni bir ayağı, ulus-üstü ve iç göçmenler haline gelen özellikle üçüncü dünya kırsalındaki yüzlerce milyon insanı yurtlarından çıkarıp yerlerinin değiştirilmesi gibi) küresel işgücünün seferberliği ve sömürüsünün yeni yaklaşımları yoluyla edinilen aşırı-birikimle, 1980’ler ve 1990’larda büyük bir büyüme sağladı.
Artık çok daha bütünleşik bir sistemle, küresel kaynaklar ve kurumlar üzerinde sıra dışı ulus-üstü erke ve kontrole sahip başat gruplarla karşı karşıyayız.
Askeri birikim, finansal spekülasyon ve kamu bütçelerinin talanı
1990’ların sonlarından itibaren, sistem kronik bir krize girdi. Keskin sosyal kutuplaşma ve artan eşitsizlik, aşırı-birikim üzerinde derin bir kriz oluşmasına yardımcı oldu. Gezegenin zenginliğinin az sayıda elde aşırı toplanması, büyüyen fakirlik ve çoğunluğun mülkünün müsaderesi; Davos’taki 2011 Dünya Ekonomik Forumu katılımcılarının dahi dünya çapındaki fakir ile zengin arasındaki uçurumun, “dünyadaki en ciddi sorun” ve “yeryüzündeki istikrarsızlığın ve iç savaşların hortlatıcısı” olduğunu itiraf etmeye zorladı.
Küresel eşitsizlikler ve geniş çoğunluğun sefaletinin anlamı, ulus-üstü sermayelerin, biriktirdiği muazzam artı-değeri boşaltabileceği üretken çıkış noktaları bulamamasıydı. 21’nci yüzyılla beraber, TCC (Ulus-üstü Kapitalist Sınıf), kriz karşısında küresel birikimi sürdürmek ya da kar sağlamak için farklı mekanizmalara başvurdu.
Bir tanesi askerileştirilen birikimdi. Savaşlar ve müdahaleler, yıkımlar ve yeniden inşalarla, sürekli-genişleyen ordu-hapishane-endüstri-güvenlik-finans bileşke-yapısına muazzam kar ettiriyordu. Artık Irak ve Afganistan’daki “sıcak savaşların” gayet de ötesine geçen küresel bir savaş ekonomisi içerisindeyiz.
Örneğin, Birleşik Devletler ya da başka herhangi bir yerde göçmenlere yönelik mücadeleler ve daha genelde sosyal hareketlerin ve savunmasız kesimlerin bastırılması, siyasi amaçlardan bağımsız bir sermaye-birikimi stratejisidir. Göçmenlere yönelik bu savaş, ulus-üstü şirketler için aşırı derecede karlıdır. Birleşik Devletler’de, özel göçmen hapishane-endüstri bileşke-yapısı,
yükselen bir endüstridir. ABD hapishane nüfusu içerisinde en hızlı büyüyen dilim olan yasadışı göçmenler, özel gözaltı merkezlerinde tutulup ABD devletiyle anlaşmalı özel şirketlerce sınır dışı edilmektedir.
ABD’deki göçmen gözaltı merkezleri anlaşmasına sahip en büyük özel şirket Corrections Corporations Of America(CCA) CEO’su William Andrews’in 2008’deki şu açıklaması sürpriz değildir: “Merkezlerimize ve hizmetlerimize ihtiyaç, yaptırım çabalarının gevşetilmesi ya da (göçmenlerin) yasallaştırılmasıyla olumsuz etkilenecektir”. CCA ve diğer firmaların, Arizona ve diğer ABD eyaletlerindeki neo-faşist ve göçmen-karşıtı yasaların ekserisini finanse etmesi de tesadüf değildir.
İkinci mekanizma, kamu bütçelerinin talanı ve yağmasıdır. Ulus-üstü sermaye, finansal gücünü kamu maliyesinin kontrolünü ele geçirmek ve çalışan çoğunluk üzerinde daha büyük sosyal eşitsizliğin ve yoksulluğa neden olacak daha fazla tasarrufu dayatmak için kullanır. TCC, yapısal gücünü, müreffeh ve sosyal ücretli devletlerden geriye kalanların parçalanışını hızlandırmak için sarf etti.
Üçüncüsü ise küresel ekonomiyi devasa bir kumarhaneye çeviren dünya çapında finansal spekülasyon çılgınlığıdır. TCC, emlak, gıda, enerji, diğer küresel emtia ve dünya çapındaki bono piyasalarındaki (yani kamu bütçeleri ve devlet maliyesi) spekülasyon ile hedge fonlarından bataklara, alivre alım piyasalarından, ipotekli borç yükümlülüklerine, varlık piramitlerinden saadet zincirlerine kadar akla gelebilecek her çeşit “türev” için milyarlarca dolar boşalttı. Küresel mali sistemin çöküşü, sadece bardağı taşıran son damlaydı.
Bu çevrimsel değil yapısal bir krizdir. 1970’lerde ve öncesinde 1930’larda yaşadığımız ve sosyal aracıların/öznelerin krize verdiği tepkiye ve bir sürü bilinmez olasılığa bağlı olarak sistemik bir krize dönüşme potansiyeline sahip bir yeniden-yapılanma krizidir. Yeniden-yapılanma krizinin anlamı, krizden çıkışın yegâne yolunun sistemin yeniden yapılanması olduğudur. Sistemik krizde ise sistemdeki bir değişiklik krizi çözer. Kriz anları, bir sistem içerisindeki denge zamanlarından daha fazla kolektif aracılığın ve olumsallığın göründüğü hızlı sosyal değişim zamanlarıdır.
Krize tepkiler ve Birleşik Devletler’deki Obama’nın Weimar Cumhuriyeti
Kriz karşısında; devletlerin, sosyal ve siyasi erkin farklı tepkileri varmış gibi görülür. Üç tanesi dikkat çekicidir: Küresel reformculuk, tabandan gelen sol ve halk mücadelelerinin dirilişi; aşırı-sağ ve 21’nci yüzyıl faşizmi. Her şeyden önce, isyan gücüne sahip sol ve sağ arasında dünya çapında siyasi bir kutuplaşma gibi görünür.
Birleşik Devletler’de neo-faşist isyan oldukça aşikârdır. İsyan birkaç on yıl, özellikle Siyahların ve Meksikalıların özgürlük çabaları, üçüncü dünya ülkelerinin diğer militan hareketleri, karşı-kültürel akımlar ve militan işçi mücadeleleri gibi, 1960 ve 1970’lerin kitlesel mücadelelerinin beraberinde getirdiği hegemonya krizi karşısında başlayan aşırı-sağ seferberliğine kadar geriye götürülebilir.
Neo-faşist güçler, George W Bush’un hükümeti esnasında yeniden organize oldu. Ancak benim buradaki anlatacaklarım Obama’nın seçilmesiyle başlıyor.
En baştan itibaren Obama projesi, (kitlesel göçmen hak hareketlerinin arttığı) Bush yıllarındaki bozulma karşısında başat grupların hegemonyayı yeniden tesis etme çabasıydı. Obama’nın seçilmesi, kültürel ve ideolojik seviyede sisteme bir meydan okumaydı ve ABD cumhuriyetinin üzerinde durduğu ırksal/etnik temelleri sarstı. Ancak Obama projesi hiçbir zaman sosyo-ekonomik düzene bir meydan okuma amacı taşımadı. Aksine, Bush’un başkanlığının son yıllarında sızmaya başlayan yaygın halk direnişi ve kitlesel huzursuzluğa karşı pasif bir darbe ile hegemonyayı yeniden düzenleyerek aynı düzeni koruma ve güçlendirme çabası taşıdı.
İtalyan sosyalist Antonio Gramsci, başat grupların tabandaki seferberliğin geniş-kapsamlı dönüşümüne engel olmak için tepeden inme ılımlı değişiklik getirme çabaları olarak adlandırdığı pasif darbe kavramını geliştirdi. Pasif devrimin tamamlayıcısı, tabandan liderliğin katılımı, başat projeye entegrasyonudur. Mısır, Tunus ve Orta Doğu’daki diğer yerler ile Kuzey Amerika’daki başat erk, böylesi pasif bir devrimi uygulamaya çalışmaktadır. Birleşik Devletler’deki göçmen hakları hareketleriyle ilgili olarak, ülkedeki en canlı sosyal hareketlerden olan Latin ılımlı/ana akımın önde gelen liderleri, göçmen tabanı artan devlet baskısından muzdaripken, pasif devrimin klasik bir uyarlaması olarak, Obama ve Demokrat Parti şemsiye altına sokuldu.
Obama’nın kampanyası, Birleşik Devletler’de uzun senelerdir görülmeyen değişim için halk iştiyakının ve kitlesel seferberliğin yayılmasına yardımcı oldu ve kullanılmasını sağladı. Obama projesi, tabandaki fırtınayı sahiplenerek, seçim kampanyasına yönlendirdi ve ardından da Demokrat Parti, etkin şekilde, daha fazla pasif devrimle tabandaki isyanı terhis ederek bu iştiyaklara ihanet etti.
Bu bağlamda, Obama projesi, tabandan krize verilen halkın ve solun tepkisini zayıflattı ve krize aşırı-sağ tepkinin, 21’nci yüzyıl faşizmi projesinin, isyanına yer açmış oldu. Obama yönetimi, bu yönden Weimar cumhuriyetine benziyor. Her ne kadar sosyal demokratlar 1920’lerde ve 1930’ların başlarında Almanya Weimar Cumhuriyeti’nde yönetimdeyse de, krize solcu bir tepki aramak yerine, militan sendikalar, komünistler ve sosyalistleri kenara iterek, 1933’te gücü Nazilere vermeden önce tedricen sermayeyi ve sağı memnun etmeye çalıştı.
Birleşik Devletler’deki 21’nci yüzyıl faşizmi
Faşizm terimini kolayca kullanmıyorum. 21’nci yüzyıl faşizmine dair tanımladığım bazı anahtar özellikler şunlar:
1. Ulus-üstü sermayenin tepkisel siyasi erkle kaynaşması:
Bu kaynaşma Bush yılları esnasında gelişiyordu ve McCain-Palin Beyaz Sarayı altında derinleşmiş gibi görünüyor. Bu arada, Arizona’nın göçmen karşıtı SB1070 kanunu gibi neo-faşist yasamaların yanında Çay Partisi gibi neo-faşist hareketler, geniş ölçüde kurumsal sermaye tarafından finanse ediliyordu. Ulus-ötesi sermaye içerisinde birikimi kolaylaştıracak faşist siyasi düzenlemeler peşindeki 3 dilim özellikle dikkat çeliyor. Bunlar; spekülatif finansal sermaye, askeri-endüstri-güvenlik bileşke-yapısı ve maden-enerji (özellikle petrol) sektörü.
2. Askerileştirme ve aşırı erillik (maskülinizasyon):
Askerileştirilmiş birikim Pentagon bütçesini, son 12 senede yüzde 91 oranında artarak, güçlendirirken, üst düzey komuta kademesi giderek siyasallaştı ve politika belirlenmesine dâhil oldu.
3. Sosyal gerilimleri ve ikilemleri başka yöne çekmeye ve kaydırmaya yarayacak bir günah keçisi:
Bu başlık göçmenleri özellikle Müslümanları ilgilendiriyor. Güney Yoksulluk Hukuk Merkezi’nin yakınlarda yayınladığı raporuna göre, “radikalliğin üç sınıfı; nefret grupları, yerli aşırı gruplar ve vatanseverlik organizasyonları, 2009’da bin 753 gruptan, 2010’da yüzde 22 yükselerek 2 bin 145’e çıktı. 2008-2009 arasında bu yükseliş yüzde 40 oranındaydı”.
2010 Yurtiçi Güvenlik Birimi raporunda , “sağcı aşırıların, güvenliğe dair korkuları sömürerek yeni katılımlar sağladığı ve ilk Afro-Amerikan başkanın seçilmesinin sağcıların radikalleşmesine ve adam kazanmasına özgün itkiler sağladığı” tespiti yapılıyor. Rapor şu şekilde sonlanıyor: “Son 5 yıldır, milis ve beyaz üstünlükçüsü gibi farklı sağcı aşırılar, göçmenlik konusunu, eylem çağrısı, hareket noktası ve adam kazanma aracı olarak benimsediler”.
4. Dev bir sosyal taban:
Bu durumda böylesi sosyal bir taban, tarihi olarak ırksal kast ayrıcalığına sahip ve ABD’ye neo-liberalizmin gelmesiyle, önceki Fordist-Keynesian ulusal kapitalizm zamanlarındaki güvenlik ve istikrarını yitiren, yerdeğişime ve hızlı aşağı yönlü hareketliğe uğrayan beyaz işçi sınıfı dilimleri arasında organize edilir.
5. Irk/kültür üstünlüğünü içeren bağnaz milenyum ideolojisi, idealleştirilmiş ve efsanevi geçmiş ile günah keçilerine karşı ırkçı seferberliği benimser.
21’nci yüzyıl faşizm ideoloji genellikle mantıksızlık üzerinde durur. Güvenliği sağlamak ve istikrarın tesisi duygusaldır, mantıki değil. 21’nci yüzyıl faşizm projesi, doğru ve yalan arasında ayrım yapmaz, yapmaya da ihtiyaç duymaz.
6. Karizmatik liderlik:
Her ne kadar Sarah Palin ve Glenn Beck ilk örnekler olarak görülseler de böylesi bir liderlik uzun zamandır Birleşik Devletler’de uzun zamandır yoktur.
Birikim-İstismar-Hariç Tutmanın Fani Çevrimi
21’nci yüzyıl küresel kapitalizmin yeni yapısal boyutlarından biri de, insanlığın 3’te 1’ini oluşturan ve kapitalist ekonomide üretken iştirakin dışında kalan ve uçtaki küresel gereksiz nüfusun dramatik genişlemesidir. Varoşlar gezegeninde bu insanlık kitlesinin sosyal kontrolünü sağlama ihtiyacı, neo-faşist projelere güçlü bir itki sağlarken, sosyal refahtan sosyal kontrole, aksi ihtimalde “polis devleti” olarak bilinen geçişe olanak sağlar. Sistem giderek daha da vahşileşir.
Kapitalist küreselleşmenin şartları altında, teorik ifadesiyle, devletin karşıt birikim ve meşrulaştırma işlevleri aynı anda sağlanamaz. Ekonomik kriz, başat grupları meşrulaştırma sorununu şiddetlendirir böylece birikim krize girer, tıpkı şimdikinde olduğu gibi, sosyal çatışmalar yaratır ve sarmal siyasi krizler şeklinde ortaya çıkar. Özünde devletin, sosyal düzen içindeki “birleştirici faktör” işlevi, kapitalist küreselleşme ve sermaye birikimi mantığıyla ya da metalaşma hayatın her yönüne sinmesiyle parçalanır, böylece o “birleştiricilik” sürekli daha fazla sosyal kontrol gerektirir.
Yerdeğişim ve hariç tutma, 2008’den beri hız kazandı. Sistem, ölümcül sermaye birikim-istismar-hariç tutmanın ölümcül çemberine yakalanan insanlığın geniş dilimlerini terk etti. Sistem, bu fazlalık nüfusu kapsamaya çaba bile göstermez. Bunun yerine, fakiri ve düşkünü yasadışı hale getirerek, bazı durumlarda soykırıma varan eğilimlerle, onun gerçek ya da potansiyel isyanını etkisizleştirmeye ya da tecride çalışır.
Üretim fazlasına indirgenen ya da aşırı-sömürülen işgücü nüfusunun büyük yığınları arasında meşruluğu temin edecek çabaları terk ederken, bir takım zorlayıcı ihraç mekanizmalarına başvurur: Kitlesel hapsedilmeler ve hapishane-endüstri bileşke-yapısı, yaygın polis, alanın yeni yollarla manipülasyonu, aşırı baskıcı göçmen-karşıtı yasamalar ve yersiz tüketim ve fantezi yoluyla pasifliği ve baştan çıkarmayı hedefleyen ideolojik kampanyalar.
21’nci yüzyıl faşizmi 20’nci yüzyıl faşizmi gibi görünmeyecek. Diğer şeylerin yanında, başat grupların alanı yönetme ve manipüle etme yetisi, kitle medyası, iletişim araçları ve sembolik imajlar ile mesajlar üretimi üzerinde emsalsiz kontrol uygulaması, (tıpkı Meksika ya da Kolombiya’da gördüğümüz gibi) baskının çok seçici olabileceği ve aynı zamanda toplama kamplarında “yasal” hapsedilmeyi mümkün kılacak şekilde hukuki olarak organize olduğu anlamına geliyor. Daha da ötesi, seçim sonuçlarını belirleyebilecek ekonomik erk yetisi, 21’nci yüzyıl faşizminin, seçimsel çevrimler ve anayasal düzen içerisinde zorunlu kırılmalar olmadan ortaya çıkmasına imkân tanıyor.
Şu anda Birleşik Devletler, faşist olarak nitelendirilemez. Buna rağmen, tüm şartlar ve süreçler mevcuttur ve uç vermektedir. Böylesi bir projenin ardındaki sosyal ve siyasi güçler hızla seferberdir. Daha genel bir ifadeyle böylesi bir siyasi projenin görüntüleri, yakın yıllardaki yaygın Gazze’deki İsrail işgali ve Filistinlilerin etnik temizliğinde, göçmen işçilerin suçlu olarak sayılması ve günah keçisi haline getirilmesinde, Birleşik Devletler’deki Çay Partisi hareketinde, Kongo’daki soykırımda, Haiti’nin ABD/BM işgalinde, Avrupa’da dazlakların ve neo-Nazilerin artışında ve artan işgal altındaki Keşmir’deki Hint baskısında görülebilir.
21’nci yüzyıl faşizmini dengelemek için küresel işçi sınıfının eşgüdümlü karşı-saldırısı gerekmektedir. Küresel kapitalizm krizinin yegâne çözümü, servetin ve gücün insanlığın yoksun çoğunluğuna doğru yeniden dağıtılmasıdır. Böylesi bir yeniden dağıtımı sadece tabandan gelecek ulus-üstü kitlesel mücadeleyle mümkün olabilir.
*William I Robinson, Santa Barbara California Üniversitesi’nde sosyoloji ve küresel araştırmalar profesörüdür.
Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.
Küresel kapitalizm ve 21'nci yüzyıl faşizmi
Küresel ekonomik kriz ve göçmen haklarına saldırılar, 21’nci yüzyıl faşizm ağı içerisinde kol kola geziyor...
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-05-10 10:11:06
SON VİDEO HABER
Haber Ara