Dolar

34,8813

Euro

36,7455

Altın

3.042,60

Bist

10.147,80

Arap dünyasını kim şekillendirecek?

Arap Baharı'nda ilk aşama sona erdi. İkinci aşama, yani demokrasi ve özgürlük talep eden halk hareketlerini bastırma veya ezme aşamasıysa daha yeni başlıyor. Ünlü yazar Tarık Ali sordu, 'Arap dünyasını halklar mı ABD mi şekillendirecek?'

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-05-07 14:54:07

Arap dünyasını kim şekillendirecek?

TARIK ALİ*

Arap dünyasının yamalı bohçaya benzeyen siyasi manzarası (uşak monarşiler, yozlaşmış milliyetçi diktatörlükler ve Körfez ülkeleri gibi emperyal petrol istasyonları), Anglo-Fransız sömürgeciliğinin yoğun mesaisinin sonucuydu. Bunu İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’ye emperyalist bir karmaşık geçiş süreci takip etti. Bunun sonucu da Soğuk Savaş’ın genel çerçevesi içinde radikal bir sömürgecilik karşıtı Arap milliyetçiliği ve Siyonist yayılmacılıktı. Soğuk Savaş sona erince Washington, ilk başta yerel ileri gelenler, ardından askeri üsler ve doğrudan işgal üzerinden bölgenin kontrolünü ele aldı. Demokrasi hiçbir zaman çerçeveye girmedi ve İsraillilere tek başlarına Arap karanlığının ortasında aydınlık bir vaha olmakla övünme imkânı verdi. Dört ay önce başlayan Arap intifadasının bütün bu manzara üzerindeki etkisi ne?

Güney Amerika modeli zor

Ocakta Arap sokakları sınıf veya inanç farkı olmaksızın kitleleri birleştiren şu sloganla inledi: “El Şeb yurid iskat el-nizam!” (“Halk rejimin devrilmesini istiyor!”) Tunus’tan Kahire’ye, oradan Sana ve Bahreyn’e kadar uzanan bir coğrafyadan akan görüntüler, Arap halklarının bir kez daha ayağa kalktığının kanıtı. 14 Ocak’ta, slogan atan kalabalıklar İçişleri Bakanlığı’nda toplandığında, Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali ve ailesi Suudi Arabistan’a kaçtı. 11 Şubat’ta Mısır’daki ulusal isyan Hüsnü
Mübarek diktatörlüğünü devirdi, derken Libya ve Yemen’de de isyanlar patlak verdi.

İşgal altındaki Irak’ta göstericiler, Nuri El Maliki rejiminin yolsuzluklarını ve daha yakın dönemde, ABD birliklerinin ve üslerinin varlığını protesto etti. Ürdün, ülke çapındaki grevlerle ve aşiret isyanlarıyla sarsıldı. Bahreyn’deki protestolar, monarşinin devrilmesi çağrılarına vardı ve bu, komşu Suudi Arabistan’ın hırsız muktedirlerini ve sultanların olmadığı bir Arabistan’ı tasavvur edemeyen Batılı patronlarını korkuttu. Ben bu satırları yazarken, Baasçılığın Suriye’deki çürümüş ve gaddar kolu, kendi halkının kuşatması altında ve hayatta kalma mücadelesi veriyor.

İsyanların çifte belirleyeni, hem ekonomik (yaygın işsizlik, artan fiyatlar, temel ihtiyaç maddelerinin kıtlığı) hem de siyasiydi (kayırmacılık, yolsuzluk, baskı, işkence). Mısır ve Suudi Arabistan, bölgedeki ABD stratejisinin hayati önemdeki ayaklarıydı; ABD Başkan Yardımcısı Jo Biden da Mısır’ın kendisini Libya’dan daha çok kaygılandırdığını söyleyerek bunu teyit etmiş oldu. Bu noktada asıl endişe İsrail; kontrol edilemeyen demokratik bir Mısır hükümetinin barış anlaşmasını tanımama ihtimali. Washington şu ana dek siyasi süreci, Mübarek’in savunma bakanı ve (Amerikalılara yakın olan) genelkurmay başkanı öncülüğünde, dikkatle ayarlanmış bir değişime saptırmayı başardı.

Rejimin büyük kısmı, hâlâ yerli yerinde. Kilit mesajları, istikrar ihtiyacı ve grev dalgasına son vererek işbaşına dönülmesi. Washington’la Müslüman Kardeşler arasındaki hararetli perde arkası pazarlıkları devam ediyor. Eski anayasanın az biraz değiştirilmiş hali hâlâ yürürlükte ve Güney Amerika modeli (yeni siyasi örgütler üreten dev toplumsal hareketlerin seçimlerde zafer kazanması ve sosyal reformlara girişmesi), Arap dünyasında tekrarlanmanın çok uzağında. Yani şu ana dek ekonomik statükoya herhangi bir ciddi tehdit mevcut değil.

Gitmo-Suudi bileşimi

Kitle hareketi, hem Tunus’ta hem Mısır’da hâlâ tetikte, fakat genel iradeyi yansıtan siyasi araçları eksik. İlk aşama sona erdi. İkincisi, yani hareketleri geriletme aşaması başladı.

Libya’nın NATO tarafından bombalanması, Batı’nın başka yerlerde diktatörlerinin devrilmesinin ardından ‘demokratik’ inisiyatifi tekrar ele alma çabasıydı. Durumu daha da kötüleştirdi. Sözüm ona bir katliamın önünün alınması girişimi, birçoğu zorla savaşan yüzlerce askerin ölümüne yol açtı ve korkunç Kaddafi’nin anti-emperyalist pozlarına bürünmesine imkân tanıdı.
Bu noktada, nihai sonuç ne olursa olsun, Libya halkının kaybettiğini söylemek lazım. Ülke ya bir Kaddafi devletiyle seçilmiş işadamlarının başını çektiği Batı yanlısı kirli bir devletçik arasında bölünecek ya da Batı, Kaddafi’yi ülkeden çıkarıp Libya’nın ve devasa petrol rezervlerinin tamamını kontrolüne alacak. ‘Demokrasi’ sevgisi şovunun bölgenin başka yerlerine yayılmasıysa söz konusu değil.

Bahreyn’de ABD, Suudilerin demokratları ezen, mezhepçiliği pekiştiren, gizli mahkemeler düzenleyen ve protestocuları ölüm cezasına çarptıran müdahalesine yeşil ışık yaktı. Bahreyn bugün bir tutuklu kampı, Guantanamo’yla Suudi Arabistan’ın zehirli bir bileşimi.

Suriye’de Esad ailesinin öncülüğündeki güvenlik aygıtıysa, istediği gibi öldürüyor, fakat demokrasi hareketini bastıramıyor. Muhalefet İslamcıların kontrolünde değil: Rejime sadık kalan kapitalistler dışında bütün toplumsal kesimleri kapsayan geniş bir koalisyon.

Henüz bitmiş değil

Diğer Arap ülkelerinden farklı olarak, birçok Suriyeli entelektüel ülkesinde kaldı, hapis ve işkenceden çekti ve Riyad Türk gibi laik sosyalistler ve birçok başkaları, Şam ve Halep’teki yeraltı liderliğinin parçası. Hiç kimse Batı’nın askeri müdahalesini istemiyor. Irak veya Libya’nın bir tekrarı olmak istemiyorlar. İsrailliler ve ABD, vaktiyle Mübarek için istedikleri gibi, Esad’ın kalmasını tercih edecektir, fakat zarlar hâlâ havada.

Yemen’deki despot Ali Abdullah Salih, yüzlerce vatandaşı öldürdü, fakat ordu bölünmüş durumda ve Amerikalılarla Suudiler (Mısır’da olduğu gibi) yana yakıla yeni bir koalisyon toparlamaya çalışıyorlar –fakat kitle hareketleri, gidici devlet başkanıyla hiçbir anlaşmayı kabul etmiyor.

ABD, Arap dünyasındaki değişen siyasi iklimle boğuşmak zorunda. Nihai sonucu kestirmek içinse çok erken. Tek söylenebilecek şey şu: Henüz bitmiş değil.

The Guardian / Radikal

 

Haber Ara