Albright: 'Amerika hantal bir dev'
Ortadoğu'nun aynasında çarpıcı bir ABD çözümlemesi: 'Madeleine Albright, ABD'yi 'kaçınılmaz ulus' (indispensable nation) olarak adlandırmıştı. Dünya sahnesinde o hala bir dev. Fakat o nereye ve oraya nasıl gideceğini bilmeyen hantal bir dev.'
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-04-23 10:58:12
Son 50 yılda ABD'nin Ortadoğu politikası üç ülke ile çok yakın ilişkilerine dayalı oldu: İsrail, Suudi Arabistan, Pakistan. 2011'de tüm üçü ile acayip ve çok temel biçimde farklı yollarda. Güncel bölgesel politikaları ile ilgili Büyük Britanya, Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Brezilya ile anlaşmazlık yaşadığı da kamuoyunun bilgisinde. Öyle görünüyor ki, neredeyse hiçkimse ABD ile anlaşamıyor ya da onun liderliğini kabul etmiyor. Durumun kontrol dışına çıktığını gören başkanın, dışişleri bakanlığının, Pentagon'un ve CIA'nın hayal kırıklığı işitilebiliyor.
ABD'nin neden İsrail ile bu kadar inanılması zor yakın bir ittifak içine girdiği çok tartışma götüren bir mesele. Fakat uzun yıllardır ilişkinin daha ve daha fazla İsrail'in şartlarını esas alacak şekilde daha fazla sıkı hale geldiği açık. İsrail mali ve askeri yardımlara güvendi ve asla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde ABD'nin vetosunu yemedi. Şimdi olan şey şu, hem İsrailli politikacılar hem de ABD'nin destek zemini muntazam bir şekilde sağa kaymış görünüyor. İsrail iki şeyde ısrar ediyor: Filistin ile ciddi görüşmelerin tamamen ertelenmesi ve birilerinin İranlıları bombalayacağı umudu. Obama başka bir yönde, en azından ABD'nin iç politikaları ona izin verdiği ölçüde ilerlerdi. Tansiyon yüksek ve Netenyahu dua ediyor -tabi dua ediyorsa- Cumhuriyetçiler'in 2012 başkanlık zaferi için. Yine de kriz bundan önce de, BM Genel Kurulu, Filistin'i üye bir devlet olarak tanımayı oylarken patlak verebilir. ABD buna karşı savaşta kendisini kaybeden pozisyonunda bulacaktır.
Suudi Arabistan Washington ile Kral Abdul Aziz 1943'te Devlet Başkanı Franklin Roosevelt ile bir araya geldiğinden beri rahat ve sıcak ilişkiler içinde. Dünya çapında petrol politikalarını aralarında kontrol edebiliyorlardı. Askeri meselelerde işbirlikleri yaptılar ve ABD diğer Arap rejimlerini kontrol altında tutmada Suudilere güvendi. Fakat bugün Suudi rejimi, ikinci Arap isyanınca üst düzeyde korkutulmuşluk hissi içinde. Ve Mübarek'in ordusu tarafından tahtından edilmesine ABD'nin gönüllü onayı ve aynı şekilde Bahreyn'e Suudi müdahalesi ile ilgili eleştirilerine -yumuşak huylu olsa da- son derece üzgün. İki ülkenin öncelikleri şimdi oldukça farklı.
Soğuk Savaş döneminde, ABD Hindistan'ı Sovyetler Birliği'ne gereğinden fazla yakın bulurken, Pakistan rejimi ne olursa olsun ABD'nin (ve Çin'in) tam desteğine sahipti. Afganistan'da mücahitlere yardım etmek ve Sovyet birliklerini geri çekilmesini zorlamak için birlikte çalıştılar. Muhtemelen El Kaide'nin gelişimini haşinleştirmek için de birlikte çalıştılar. İki şey değişmiş durumda. Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD Pakistan'da düşkırıklığı yaratacak şekilde Hindistan ile daha sıcak ilişkiler geliştirmeye başladı. Ve ABD ile Pakistan, Afganistan'da ve Pakistan'da El Kaide'nin ve Taliban'ın, her ikisinin her zamankinden daha fazla büyüyen gücü ile nasıl başa çıkılacağı konusunda kuvvetli bir anlaşmazlık içinde.
Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra ABD dış politikasının öncelikli amaçlarından biri Batı Avrupa ülkelerini özerk politikalar geliştirmekten uzak tutmak oldu. Fakat bugün üç temel ülkenin -Büyük Britanya, Fransa ve Almanya- hepsi bunu yapıyor. Ne George W. Bush'un katı çizgisi ne de Barack Obama'nın daha yumuşak diplomasisi bunu yavaşlatabilmiş değil. Fransa ve Büyük Britanya'nın Kaddafi'ye karşı savaşta ABD'den daha aktif liderlik istemesi ve Almanya'nın neredeyse tam tersini söylemesi gerçeği, her üçünün bunları çok sesli ve güçlü bir şekilde söylemesi gerçeğinden daha önemsiz.
Rusya, Çin ve Brezilya ABD ile ilişkileri temelinde kartlarını dikkatli bir şekilde oynuyorlar. Üçü de ABD'nin bugünlerde neredeyse her konudaki tutumuna muhalefet ediyor. Yolları tamamen ayıramıyorlar (Güvenlik Konseyi'nde veto etmek gibi) çünkü ABD hala kullanabileceği pençelere sahip. Fakat açık bir şekilde işbirliği içinde de değiller. Obama'nın son Brezilya gezisi fiyaskosu -Obama Devlet Başkanı Dilma Rousseff ile yeni bir yaklaşım elde edebileceğini düşünmüştüm, ama yapamadı- ABD'nin şu an ne kadar az alkış aldığını gösteriyor.
Sonuç olarak, ABD iç politikası değişmiş bulunuyor. Çift taraflı dış politikası tarihte ve hafızalarda kaldı. Şimdi ABD Libya'da olduğu gibi savaşa girdiğinde kamuoyunu anketleri nüfusun yalnızca 50'si kadarının buna destek verdiğini gösteriyor. Ve her iki partiden politikacılar Obama'yı hem çok şahin hem de güvercin olmakla eleştiriyor. Her türlü tersine dönüşte tümü ona aniden saldırmak için hazır bekliyor. Bunun yol açabileceği şey, onu ABD'nin her yerde her şeye karışmasına zorlaması ve bu yolla bir zamanların tüm müttefiklerinin negatif tepkilerini kötüleştirmesi olabilir.
Madeleine Albright, herkesçe bilindiği üzre ABD'yi "elzem ulus" (indispensable nation) olarak adlandırmıştı. Dünya sahnesinde o hala bir dev. Fakat o nereye ve oraya nasıl gideceğini bilmeyen hantal bir dev. ABD'nin düşüşünün ölçüsü, bir zamanın en yakın müttefiklerinin hem isteklerine karşı gelme hem de bunu bu kadar açıkça söylemeye hazır olmaları. ABD'nin düşüşünün ölçüsü, ne yapmakta olduğunu açıkça söylemeye kendisini yeterli görmemesi ve her şeyin gerçekten kontrol altında olduğunda ısrar etmesi. ABD, Pakistan'da bir CIA ajanının serbest bırakılmasını ayarlamak için çok büyük bir meblağ ödedi gerçekten.
Tüm bunların sonuçları? Daha fazla küresel anarşi. Bundan kim yarar sağlayacak? Şu an bu ucu çok açık bir soru.
*Immanuel Wallerstein'in 20 Nisan 2011 tarihli makalesini Şenol Gürkan www.zcommunications.org adresinden alıntılayarak ETHA için çevirdi.
SON VİDEO HABER
Haber Ara