Meğer o ayakkabıyı biz ters giymişiz
15 Nisan 2011
Mesela, gözünüzün önüne, açık bir ev kapısı ve önüne dizilmiş ayakkabılar geliyor. Sırf o ayakkabılara bakıp, o evin sakinleri hakkında ne saçma sapan şeyler düşündüğünüzü, ne ağır önyargılara vardığınızı hatırlıyorsunuz.
Tabi ki utanıyorsunuz... Hem kendinizden hem de temsil ettiğinizi sandığınız o zihniyetten... Eğer zerre kadar vicdanınız varsa, hâlâ kalmışsa. Eğer bir hakkı teslim etmek sizin için hiç de zül değilse. Öyle yetişmemiş, yetiştirilmemişseniz. Yapacak tek şey kalıyor. Çıkıp açık açık söylemek, o hakkı teslim etmek. Helalleşmek.
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, sadece bizim değil, bütün dünyanın kabul ettiği çok başarılı bir başkanlık döneminden sonra görevinden ayrılıyor. Duyuyoruz ki emeklilik maaşı 4 bin lira olacakmış.
Geriye gidip evinin önüne dizilmiş ayakkabılara, eşinin başındaki örtüye bakıp neler düşünmüş, neler yazmışız diye bakıyorum. Sansürsüz yazılardı. Samimiydi de.
Bugün de içimden geleni aynı samimiyetle ve sansürsüz cümlelerle yazmak istiyorum.
Sayın Başkan... Başta size çok hoyratça davrandık. Siz, hiçbir zaman mukabele-i bilmisil yapmadınız. Onu bırakın, mukabelede bile bulunmadınız. Bir tek gün bize sitem dahi etmediniz.
İlk günlerin hoyratlığı için sizden özür diliyorum. Sizden önce eşiniz Duriye Hanımefendi'den özür diliyorum.
Bize unutamayacağımız bir 'insanlık dersi', 'hayat bilgisi dersi' verdiniz. Bize, en iyi dersi işinizi çok iyi yaparak verdiniz.
Siyasi iktidar karşısında dik durdunuz, Türk ekonomisinin başarısında büyük rol oynadınız.
O günlerde eşinizin başörtüsüne bakıp, 'Liyakat değil itikat' diyorduk.
Yanılmışız, sapına kadar liyakatmış.
Size bir teşekkür de nezaketinizden dolayı borçluyuz.
Bizlere bu dersi sopayla, tehditle, aşağılayarak, öfkeyle değil; gerçek bir başarı hikayesi ve nazik bir duruşla verdiniz. Size ve eşinize mutlu, sağlıklı ve keyifli bir hayat diliyorum."
* * *
Beyaz Türklerin tasfiyesi mi?
21 Nisan 2006
Duriye Yılmaz'ın Ankara'daki mütevazı evinin kapsınıda çekilen fotoğraf, dönemin Akşam muhabirleri Deniz Güçer ve fotoğrafı çeken Ümit Turpçu'ya ödül getirmişti.
"Merkez Bankası Başkanı'nın eşi Duriye Yılmaz'ın dünkü Akşam Gazetesi'nde yayınlanan fotoğrafını uzun uzun seyrettim. İçimden mutlaka bir şeyler yazma duygusu geçti. Ama karmakarışık duygularımı nasıl kaleme alacağımı da bir türlü bilemedim. O nedenle, yazının başlığını "Kafamı karıştıran bir fotoğraf üzerine kaotik düşünceler" olarak da koyabilirdim.
* * *
İlk bakışta bu fotoğrafta, beni şaşırtan bir şey yok. Hemen bütün unsurlar, çocukluğumdan beri tanık olduğum şeyler. Artık "bir cemaate aidiyeti ifade ettiğine" hiçbirimizin şüphesi kalmadığı bir şekilde bağlanmış bir baş. Düz ayakkabılar. Sıradan bir duruş.
Kadınlık farkı neredeyse sadece türbana indirgenmiş bile diyebilirsiniz. En tanıdık ama en çarpıcı unsurlar, kapıdaki ayakkabılar.
Üçü de erkeklere ait. Üçü de çamurlu.
"Acaba bu evin kadınları hiç mi dışarı çıkmaz" diye sordurtan bir görüntü. Evin girişindeki holde yere gazete káğıtları serilmiş.
Kadının bakışlarında düşmanca veya fanatik bir ifade yok. Yani, "namazında niyazında bir Türk kadını" diyebilirsiniz.
Dedim ya, bu fotoğrafa bakınca, öyle aklınıza "irtica hortluyor" gibi bir düşünce falan gelmiyor. Öyleyse nedir seni rahatsız eden, daha doğrusu içine düşen o duygu? Ağır bir hüzün... Bir de endişeler...
* * *
Alçak sesle, çekine çekine soruyorum. Cumhuriyet Türkiyesi'nin yeni "rol modelleri bu kadınlar mı olacak?" Aynı hüznü ve endişeleri, Ulaştırma Bakanı'nın eşini gösteren o fotoğraf karşısında da duymuştum.
Bazılarının cevabını şimdiden işitir gibi oluyorum: "Ne yani, rol modeli Laila'dan çıkan kadınlar mı olacaktı?"
Evet bu kadar basit ve sıradan bir cevabın geleceğini bildiğim halde o soruyu yine soruyorum: Türk kadınının rol modeli bu mu olacak?
* * *
Son zamanlarda parlamentoya giren, bürokraside yükselen insanların eşlerine baktığım zaman ister istemez şu yargıya varıyorum: Artık eşinin başı örtülü erkeklerin devlet hayatında yükselme şansı, açık olanlardan daha fazladır.
Yine de şunu söyleyeyim: Asıl itirazım başörtüsüne değil.
Türban kendi başına beni rahatsız etmiyor. Ama "türbanizm" bir intikam ideolojisi veya masonik bir dayanışmanın parolası haline gelince ürküyorum.
Bir de, kadınının bu zavallı ve hüzünlü görüntüsü düşündürüyor. Geçenlerde Yassıada duruşmalarına ait bir fotoğraf gördüm. Önde rahmetli Menderes ve arkadaşları duruyor. Arkada bin kişiye yakın izleyici var.
İzleyicilerin çoğu, yargılanan Demokrat Partililerin aileleri. Yarıya yakını da kadın.
Yani eşleri, kızları, anneleri, akrabaları. Dikkat ettim, o kadar kadın arasında sadece ikisinin başında örtü vardı.
Onlar da türban değildi. Demokrat Parti, "Yeter Söz Milletin" sloganıyla iktidara gelmişti.
Arapça ezanı yeniden o parti getirmişti. Üstelik yüzde 60'a yakın oyçokluğuyla iktidar olmuştu. Üstelik Meclis dışında kalan oy da yoktu.
Yani AKP'ye göre "halkı daha çok temsil eden" bir çoğunluğu vardı.
* * *
Öyleyse o günden bugüne değişen ne? Acaba köylerden ve varoşlardan gelen bir "garibanizm ihtilali mi" yaşıyoruz. Acaba bu ihtilal "Beyaz Türklerin tasfiyesi sürecini mi başlattı?" Acaba "Beyaz Türkler" tasfiye edilince bu ülke daha mı güzel olacak?"
NTV