Mervan Bişara* / TIMETURK
Arap devrimi uygun adım ilerliyor ve bundan geriye dönüş yok.
Öyle ya da böyle, eninde sonunda, bağıra çağıra değişim geliyor. Araplar bu olmazsa olmaz değişimi büyük bir coşkuyla gerçekleştirirken, rejimleri ve ekseri dünya lideri, mesajlarını anlamaz görünüyor.
Ruslar, Çinliler ve Brezilya liderleriyle birlikte, tıpkı Türkler ve İranlılar gibi, Amerikalılar, Avrupalılar ve İsrailliler, Arap coğrafyasındaki köklü değişimi içselleştirip politikalarına buna göre ayar vermeyi henüz başaramadılar.
Ya yetişmeye çalışıp oyunda pozisyon almaya çalışıyorlar ya da Araplar arasındaki değişimin büyüklüğüne ve ruhuna karşı derin bir kayıtsızlık içerisindeler.
Dünyanın güçlü sermayeleri, onlarca yıldır Arap otokratlarıyla anlaşmayı daha kolay ve hatta daha güvenli bulmuş olabilir. Evet, diktatörleri manipüle etmek, teknokratlara rüşvet vermek; örneğin, işe yaramaz pahalı silahlarını satmak gerçekten çok daha kolaydı.
Fakat Avrupa, Afrika ve Çin’in uzun vadeli “ulusal çıkarları”, Arapların hakları ve tekâmülü pahasını mı olmalı?
Yaptıkları ya da yapmadıkları, gelecek uzun yıllarda bölgedeki çıkarlarını etkilemeye mahkûm.
Diktatörler ve dostları
Nasıl vazife çıkarırlarsa çıkarsınlar ya da bunu hangi yolla gerçek kılarlarsa kılsınlar, açıkça yabancı liderler, Arap devrimine sadece kendi ulusal çıkarları perspektifinden yaklaşıyor.
Epey tereddüt ve üçkâğıdın ardından, Obama yönetimi, herhangi bir ülkedeki değişimin faydaları ve zararlarını ülke-ülke, özel olarak tartacak bir yaklaşım benimsemiş görünüyor.
Bu yüzden Washington, Mısır’daki radikal demokratik değişimlerle ilgili belirsizliğini koruyor, Libya’daki rejimi değiştirmeye çalışıyor, Suriye’yi erteliyor, Yemen’in zayıf 33 yıllık rejiminde geç ve zayıf bir pozisyon alıyor ve Bahreyn’deki sultayı destekliyor.
Benzer şeyler, Avrupa’nın önde gelen güçleri için de söylenebilir. Tabi ki ince ayrımlar yok değil. Örneğin Almanya, Libya’daki askeri harekâta dâhil olmaktan kaçındı ve Bahreyn’deki ayaklanmaya da kayıtsız.
Batılı şüpheciler ve aşırı-gerçekçiler, değişimin hâlihazırdaki statüden daha iyi olmayabileceğini hesaplıyor. İslamcıların ivme kazanabileceğini söylüyorlar ve “tanıdığın şeytan tanımadığından evladır” yaklaşımını öne sürüyorlar.
Batılı güçler için otokratları müşteriye dönüştürmenin ve diktatörlerle iş yapmanın kolaylığı düşünülünce; yeni seçilmiş, hesap veren ve şeffaf hükümetlerin baskılara ve dayatmalara direncinden endişe ediyorlar. Endişe etmeliler de.
Her halükarda pek hevesli Fransa başkanı Sarkozy ve aşırı İngiliz başbakanı Cameron, Başkan Obama yönetimindeki ABD’nin nispeten stratejik küçülmesiyle etki alanı paylaşımı için Libya kapısından Arap bölgesine girmeye çok meraklılar.
Araplar da kim?
Bölünmüş ve kopuk Arap toprağında uzun yıllardır rekabet eden diğer üç Arap-olmayan bölgesel güçler (Türkiye, İran ve İsrail), çevredeki nefes kesen ayaklanmalara hazırlıksız yakalandı.
Körfez Savaşı’nın ardından özellikle son birkaç yıldır, bu üçü Arap dünyasındaki bölünmeleri kendi ulusal çıkarları için istismar etti ve hatta Arap dünyasına kendi hegemonyalarını dayatmaya kalktı.
Örneğin devrim başladığı andan itibaren İsrail, Mübarek’in görevde kalması için Washington’a lobi yaptı ve “Arap Baharı”ndan korunmak için milyarlarca dolar istedi. Tahran, Bahreyn’in Şii çoğunluğuyla meşhur davasına bulaşt;, Türkiye, Libya’nın yanında pozisyon aldı ve yeni stratejik etki alanı parçası olarak Suriye rejiminin istikrarını destekledi.
Ekonomik ve stratejik çıkarlarını ilerletirken Ankara’nın diplomatik çıkarlarını geliştirme çabaları, İsrail’in Filistinliler ve Lübnanlılarla iki savaşı yoluyla kavgacı çabaları ya da bölgesel mezhep ajandalarını dayatırken Tahran’ın uluslararası arenada pan-Arap amaçlarını savunma çabalarıyla aynı kefeye koymak değil bu.
Arap dünyasına yakınlıkları hasebiyle bu üç bölgesel güç, yeni Arap stratejik yapılanmasında uzak Batı’dan daha geniş şekilde etkilenmeye mahkûm. Bu yüzdendir ki stratejik hesaplarını değiştirmeleri bekleniyor.
Şu ana kadar, Batılı güçlerin Arap dünyasının bölgesel ya da küresel arenada yükselen güç olmasını istemediği ya da istemeyeceği gibi, bu devletler de özel ya da duruma özgü dar bir yaklaşımı benimsedi.
Neden demokrasi?
Söylemeye bile değmez, Rusların ve Çinlilerin sessizliği sağır edici. Libya’yla ilgili BM Güvenlik Konseyi kararından beri, Moskova ve Pekin, kafalarını kuma gömmüş durumda.
Çin liderliği, tüm Arap devrimi “meydan okumasının” sonraya kalmasından ziyade hemen neticeye ulaşmasını ya da çözülmesini tercih ediyor. Gerçekten de Pekin, nüfusu yanlış (yani doğru) fikre kapılır diye Mısır’da ya da başka yerlerdeki Arap devrimi haberlerini sansürlüyor.
Belki de Arap devriminin uluslararası ekonomik kriz zemine karşı olması ve bu nedenle var olan modelleri (neo-liberal “Washington Konsensüsü” ya da o zamandan beri ivme kazanan öngörülebilir otokratik “Pekin Konsensüsü”) reddedişi bir tesadüf değildir.
Bir de Afrika Birliği liderleri ve elçilerinin üzücü şekilde bu hafta ülkenin siyasi geleceğinde Kaddafi ve ailesini işbaşında bırakacak bir girişimle can çekişen Libya rejimini canlandırma çalışmaları var!
Arap dünyasının kalanı gibi, Libya’nın acil istikrar değil değişim istiyor. 40 yıllık bir sultaya açık kapı bırakmaya değil, diktatörü ve saltanatını devirmeye ihtiyacı var.
Kim bilir, Afrika liderlerinin bir kısmı son yıllardaki Libya desteği için kendilerini Kaddafi’ye borçlu sayıyorlardır ya da kıtalarında Batılı askeri müdahaleyi sınırlamak istiyorlardır. Ancak ne olursa olsun Libya halkı için doğruyu yapmada bu onları körleştirmemeli.
Olayı kaçırmak
Araplara bölük pörçük davranmaya alışmış yabancı liderler ve kurumları için bu temelde her zamanki olağan bir iş.
Değişmiş bir Arap bölgesi tahayyülü bir kenara, stratejik bakış açısı eksikliğiyle, bölgesel ve küresel olaylarda daha yapıcı, daha zengin ve daha barışçı bir oyuncu getirecek Arap uyanışına karşı aynı dar jeopolitik yaklaşımda ısrarcılar.
Heyhat! Arap dünyasındaki ayaklanmalar arasındaki komplikasyonlar, yenilgiler, çelişkiler, Arap liderlere kendilerinin“farklı” olduklarını ve komşularına olanların kendi başına gelmeyeceğinde ısrar etmelerine gerekçe sağlıyor. Bu aynı zamanda dış güçlere aynısının-tıpkısı alaycı hep-bana politikalarının peşinde koşma meşruiyeti sağlıyor.
Bu nedenle nihayetinde Arap otokratlarını devirirken, bölgesel ve uluslararası güçlere celp göndermek, “haberimiz yoktu demeyin” demek Arap devriminin işidir.
Allah’tan Batılı ve uluslararası kamuoyu, liderlerinden daha ziyade Arap devrimini destekliyor.
Arap devrimcilerinin gücü sadece diktatörlüğü reddetmelerinde değil aynı zamanda değişim isteyen etkileyici bölgesel birliğinden ileri geliyor.
Güçleri, devrimlerinin kapsamının Arap olması, kişiliğinin Arap olması ve coğrafyasının pan-Arap olması gerçeğinde yatıyor.
Bir Arap ülkesinde ne olursa olsun, diğerini nihayetinde etkileyecektir; domino etkisi gibi. Yemen ve Libya rejimleri düştüğü zaman, Arap devrimi, tıpkı Mısır ve Libya’da olduğu gibi, yeniden ivme ve küresel tanınma kazanacak.
Bu arada bölge boyunca Arap devrimcilerinin sloganlarını ve amaçlarını birleştirmesi bir zorunluluk, bir olmazsa olmaz haline gelecek. Adalet, insan hakları, ifade özgürlüğü ve özgürlük talepleri bir ve aynı; her cadde, her meydan ve her online sohbet odasında bunun altı güçlüce çizilmeli.
Er ya da geç bölgede esen değişim, her çocuğa ve yetişkine dokunacak, her aileyi ve mahalleyi etkileyecek, okul kitaplarını yeniden yazacak ve tüm bölgenin manzarasını yeniden oluşturacak.
Her şeyin üzerinde, insanların korkularına ve yılların zulmüne son verecek.
Unutmayın, bu devrim Arap! Bu devrim şahsi!
*İngilizce yayın yapan El-Cezire’nin kıdemli politika analisti.
Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.