Dolar

34,8715

Euro

36,6851

Altın

3.020,07

Bist

10.108,10

Batı Arap devrimlerine sızmak istiyor

İnsanlar sadece diktatörlere değil ekonomik modele de isyan ediyor. Buna rağmen yabancı sermaye bir kez daha son sözü söylüyor...

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-04-01 14:53:00

Batı Arap devrimlerine sızmak istiyor

 

Sümeyye Gannuşi* / TİMETURK

Bölgedeki olayların hızı ve ölçeğiyle afallayanlar yalnız Arap diktatörleri değil. Müttefikleri de savunmasız yakalandı. En basitinden değişimler şaşkın bir ABD yetkilisinin sözleriyle, “çok fazla, çok hızlıydı”. Sahnedeki yegâne aktörler ve yönetmenler olarak, türlü despotla birlikte Avrupa ve ABD, kendilerini birden bire izleyicilere dönüşmüş ve gelecekten korkar halde buldu.

Belki de olayların akışını belirlemeye alışmış kişilerin sıradan milyonların yeni bir senaryo yazmasını kabul etmeyeceğine şaşmamak gerek. Tunus ve Mısır’daki devrimin ses getiren başarısının ardından, eski oyuncular kısa sürede sahneye sızmanın yeni yollarını buldu.

Kanının son damlasına kadar savaşan demir-yumruklu Muammer Kaddafi modeli, bazı diktatörleri cesaretlendirdi. Tunus ve Mısır, Araplara asgari kayıpla elde edilen esin modeli sunarken, Libya salt şiddet ve iç savaş tehdidiyle koltuğa tutunabileceğini düşünen idareciler arasındaki umutları canlandırdı. Bu nedenle Yemen’de Ali Abdullah Salih, Tahir Meydanı’nda göstericileri katletmek için çetelerini saldı. Suriye’de Beşir Esad, Dera ve Letayka’da göstericiler üzerine ateş açtı. Bu arada kapı komşusu Ürdün’de güvenlik güçleri, reform talep eden barışçıl bir grevi acımasız şekilde dağıttı. Kaddafi, terör kullanarak halk içinde korku salmak için ahbap despotlarına ilham verdi.

Libya bataklığı, Avrupalı-Amerikan müttefikler için de bir fırsattı. Değişim dalgasını yönetmek ve kendi çıkarları için yönünü değiştirmek için “insani müdahale” cesedine hayat üflemelerini sağladı. Trablus’a kapanmış ve Batı Libya’ya çekilmiş Kaddafi’yi kurtarma ve devasa anlaşmalarını koruma fırsatıyla, uluslararası güçler konumlarını değiştirip isyancıların kampına dâhil oldu. Sultalığın ve yozlaşmanın destekçileri, değişim ve demokratikleşmenin kurucuları olarak yeni roller edindi. 

Sahne arkasında Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar ve Amerikalılar, Kaddafi-sonrası döneme hazırlık için isyancılar arasında kendi adamlarının tutunması için uğraş veriyorlar. Gerçek yarış, yeni Libya’da kimin sözü geçeceğiyle ve ekonomisine kimin hâkim olacağıyla ilgili.
Bin Ali ve Mübarek’in yitirilmesiyle, batılı güçler ikinci dünya savaşının ardından hayata geçirilen payandalı-diktatörlere, siyasi durağanlığa ve silah anlaşmalarına dayalı istikrarın yitirilmesine katlanmak durumunda kaldı. Bu istikrar caddelerdeki gösteriler tarafından tehdit edildiğinde batı demokrasinin avukatlığını yapmaya başladı. Fakat Libya ve Suriye’de “Devrim!” diye bağırırken, batı Ürdün, Bahreyn, Umman, Emirlikler, Fas ve Yemen’de, bölgedeki baş müttefik Suudi Arabistan’a ayaklanmalar kaymasın diye eski müttefiklerini sessizce destekliyor. Mantık “bir dost ancak kurtarılabilirse dosttur” gibi görünüyor.

Fakat batı değişim sürecini kontrol etme çabasında sadece katı askeri güç kullanmıyor. Dünya Bankası ve IMF yoluyla ekonomik kolunu da uzatıyor. Kendilerini reformcular olarak pazarlayanlar sadece David Cameron, Silvio Berlusconi ve Nicolas Sarkozy değil. Yakınlarda Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, bir grup Arap eylemciye seslendi ve bölgede değişimi “kendi momentumunu yaratan çarpıcı bir an” olarak niteledi. “Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki halkların” sorunlarıyla ilgili konuşmasını duyan biri onun bu bölgelerin mücadele ettiği ekonomik krizlerle herhangi bir ilişkisi olmayan bağımsız, masum bir analist olduğunu sanır.

Kampanyanın bu kısmı olan bitenle ilgili esaslı bir gerçeği saklıyor. İnsanlar sadece uluslararası destekli siyasi sultalığa karşı değil aynı zamanda IMF, Dünya Bankası ve Tunus-Mısır örneklerinde AB’nin yapısal reform programlarının dayattığı ekonomik modele karşı da ayaklanıyor. Devlet kurumları yabancı yatırımcılara ve yerel entrikacı gruba satıldığında milyonlarca kişi başının çaresine bakmak zorunda kaldı. Nihayetinde yozlaşma aldı yürüdü.
Avrupa-Akdeniz İşbirliği Anlaşmasını 1995’te ilk imzalayan Tunus’ta kamuya ait şirketlerin yüzde 67’sinden fazlası özelleştirildi. Mısır’da bu sayı 314 firmadan 164’ü olarak gerçekleşti. Bu da beraberinde borç içinde boğulan ekonomileri getirdi. En nihayetinde, ABD ve AB’den alınacak sadakalar karşılığında rehindiler.

Mısır’da kamu borçlanması ülkenin GSYH’sinin (Haziran 2010’da 183,7 milyar dolar) yüzde 89’una ulaştı. Ekonominin tarım ve üretimden, turizm ve hizmete kayması zorlanırken, bunun ekserisi gıda ithalatına harcandı. Ulusal servet yeni zenginler tarafından yağmalanırken, birçokları en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz, aşırı kalabalık şehirlerde ve gecekondu kentlerde yaşamaya mecbur ve azalan maaşları, fırlayan fiyatlar ve bozulan hayat şartları altında ezilmiş halde kendilerini buldu. O kadar çaresizdiler ki birçokları Akdeniz’i geçmek için ölüm teknelerine bindi. Hatta bazıları, ruhları ve bedenlerinin günlük tecavüzünü kaldıramayıp kendilerini ateşe verdi.

Tunus halkı dünyayı şaşırttığında, tehdit hissedenler, ayaklanmanın “istisna” olduğunu söylemekte acele edenlerdi. En başta Mısır’ın Tunus olmadığı söylendi, sonra Libya, Tunus ya da Mısır değildir dendi. Şimdilerde Yemen ve Suriye’nin, Tunus, Mısır ya da Libya olmadığı söyleniyor. Ancak gerçekte bölge köklerinde birbirine bağlıdır. Araplar sadece ortak coğrafyayı ve dili paylaşmakla kalmaz, ortak feryatları ve esinleri de paylaşır. Bölünmüş 22 devlet, devletçik, cumhuriyet ve monarşiyle, Araplar en katı hükümet şeklinde altında yaşama şansızlığını paylaşır ve demokratikleşme özlemlerinde de ortaktır. Büyük petrol kaynakları üzerinde duran küçük yüzölçümlü bazı Körfez ülkeleri hariç, bu ülkelerin ekserisi ekonomik başarısızlık ve ona ilişkin sosyal krizlerin iç karartıcı rekorlarıyla doludur.

Arap devriminin hikâyesi sadece hapishanelerde, işkence odalarında ve siyasi davalarda değil ekonomik ve sosyal sefaletin acı veren izinde bulunabilir. Bin Ali, Mübarek ile Washington, Londra ve Paris’teki destekçileri suçlu olduğu kadar Dünya Bankası, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü de suçludur. Bir bakıma, Büyük Arap Devrimi’nin gerçek yaratıcıları onlardır.

* The Guardian Köşe Yazarı. Tunuslu ünlü Müslüman düşünür Raşid el Gannuşi'nin kızı.

Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.
 

Haber Ara