Dolar

34,8691

Euro

36,7563

Altın

3.047,74

Bist

10.147,21

Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat üzerine

Kur’an’da pek çok ayette tebarüz ettirildiği gibi, aslında peygamberin bütün fonksiyonları (teşri yetkisi de icma ile formülleştirilerek) ümmete geçmiş ve bu yetki ile ümmet ne yapacağına kendisi karar vereceğini beyan etmiştir…

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-03-29 16:17:37

Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat üzerine


Mehmet Yılmaz* / TİMETURK

Ehl-i sünnet ve'l-cemaat, üç kelimenin birleşiminden oluşmaktadır: Ehl, sünnet, cemaat…

- Ehl kelimesini “üye, mensup, taraftar, sempatizan, aile” olarak tercüme edebiliriz…

- Sünnet kelimesi, Allah’ın vahyini (Kur’an-ı Kerim), Kitapta “Usvetün hasene/en üstün örneklik” olarak nitelenen Muhammed’in söz/kavil ve davranış/fiillerini ve mikro ümmet olarak niteleyeceğimiz sahabenin sözleri ve yapıp etmelerini (takrir) kapsamaktadır…

- Cemaat ise, “sevadu azam” da denilen, Muhammed (as) vefat ettikten sonra, onun ve arkadaşlarının/ashab yolundan ayrılmama kararlığını gösteren “ümmet çoğunlu”ğunu ifade eder…

Bu kelime bilgisinden sonra, “ehl-i sünnet ve’l-cemaat”in tebarüz ettirmemiz gereken temel özelliklerine –ki bunlar, öyle kitaplarda pek üzerinde durulmayan, dikkatlerden kaçırılan özelliklerdir- değinmek gerekecektir…

Ehli sünnet ve'l-cemaat, bir kaç özelliğe sahip:

1. Kur’an ve Hadis: Hakimiyet, Allah ve Rasulünündür…

Sünnet ve Cemaat ehli, bilginin, peygamber tarafından bize eksiksiz ve açık olarak aktarıldığını kabul eder... Bu bilginin de mübarek iki dudağından çıktıktan sonra sinelerde saklanan, Ebu Bekir (ra) zamanında iki kapak arasına konulan ve Osman (ra) zamanında çoğaltılıp, dört bir yana dağıtılan Kur’an’la ve kendisinin sözleri ve eylemleri ile sahabeye yönelik onaylarını içeren hadislerle bize kadar ulaştığına inanır…

Öyle gizli bilgi/esrar/sır/şifre/ebced falan yoktur...

Gizli bilginin kabulü, doğal olarak bir hiyerarşiyi ve havas-avam ayrımını kabul sonucunu intaç eder… Bütün piramidal yapılar, önce bilginin tekelleştirilmesi, hakikatin hacir altına alınması ve bir elit tabakanın (havas) edinimi ve kullanımına tahsis edilmesi ile tebarüz ederler… Bu elit tabaka (havas) içersinde sadece güç sahipleri (mele) yer alır: Bunlar, bilgiyi güç sahiplerine (mele) tahsis ederek güç devşiren sahte bilginler (Haman ile somutlaşır), ehliyetleri meşkuk makam sahipleri ve helal yoldan birikmesi mümkün olmayan servet sahipleridir…

Müslümanlık içinde ana akım olan “sünnet ve cemaat ehli”, bu konuda –peygamberin bütün hakikati eksiksiz olarak ilettiğinde- tavizsiz bir tutum içerisindedir…

Sonra çıkan medreseler bile, -tekke ve zaviyelerin yanı sıra- bir sapma olup, bir elit oluşturma, bir bürokrasi icat etme ve gücü merkezileştirme ihtiyacından doğmuştur…

Güç, kudret misali en yüce makam/arş Allah’ındır…  (Makam)
Gayb ve şehade (görünür ve görünmezin) bilgisi Allah’ındır… (Bilgi)
Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır… (Servet)

2. Hilafet: Peygamber, veliaht bırakmamıştır...

Muhammed (as) vefat edince (refik-i alaya kavuşunca) ümmet toplanmış, Nebi (as) sonrası için ne yapacağına ve kimle yapacağına (makamı nasıl ve kime tahsis edeceğini, serveti kimin eliyle paylaştıracağını ve bilgiyi ne amaçla kullanacağını) kendisi karar vermiştir...

Kur’an’da pek çok ayette tebarüz ettirildiği gibi, aslında peygamberin bütün fonksiyonları (teşri yetkisi de icma ile formülleştirilerek) ümmete geçmiş ve bu yetki ile ümmet ne yapacağına kendisi karar vereceğini beyan etmiştir…

Beni Saide Sakifesi’nde bir araya gelen ümmet, kendi arasında meseleyi müzakere ettikten ve birkaç alternatif üzerinde durduktan sonra vahiy alma (nebilik/rasullük) yetkileri dışında bütün fonksiyonlarını icra edecek bir lider olarak Ebu Bekir’i (ra) atamış ve hemen orada biat (siyasal seçim ve karşılıklı bağlılık sözleşmesi) akdedilmiştir…

3. Şura: Peygamberin vekili, masum değildir...

Halifenin bizden biri olduğunu kabul ederek onu kendisinden ayırmamış ve masun (hatasız ve günahsız) olabileceğini kabul etmemiştir…

Yukarda atıf yaptığımız Kur’an ayetleri ve Peygamber-i güzinin “ümmetim batıl üzerinde birleşmez” hadisinin açık delaleti gereği “ümmet bütünü” masundur…

O nedenle önderliğini (halifeyi) yalnız bırakmamak, istişareyi (ümmetin kararını/icmaını) sürekli bir yönetim haline getirmek, yanlış yaptığında da, nihayetinde kılıçla da olsa, düzeltmek, ümmetin görevidir...

4. Cemaat: Ümmet, yekpare bir bütündür...

Bu bütün, siyasi, hukuki ve iktisadi vs bütün alanlarda cimrilikle korunur… Ümmeti fikren ve amelen parçalayan, melundur...
Bu öylesine bir bütünlüktür ki, Raşid Halifeler, ümmet tarafından muahezeye ve hatta katledilmeye açık olmuşlar ve bu nedenle son üç raşid halife –kimileri gibi yüzlerce koruma ve onlarca araçlık konvoyla dolaşmayı tercih etmemişlerdir- katledilebilmiştir…
Bu durumu kimileri bir güvenlik zafiyeti olarak algılasa da, bu onların niye “raşid” olarak adlandırıldığını ve kendilerini niye saraylara ve padişah mahfillerine saklamadıklarını izaha imkan vermektedir…

5. Cihad: Gavurla kapışmak, önceliklidir...

Asıl olan cihattır ve gavurla yapılır...

Cihadı bırakmak, Kur’an’ın ve peygamber’in yolunu terk etmektir…

Sünnet ehlini diğer bütün fırkalardan ve düşüncelerden ayıran en temel nokta, gavurla kapışmaya hazır olma halidir…
Diğer tüm fırka ve guruplar, bir şekilde uzlaşma ve birlikte yaşama (şimdilerde diyalog) söylemleri tuttururken, biricik gerçeğin Müslümanlıkta olduğuna inanan ve diğer tüm iddiaların batıl olmaktan öte bir anlam taşımadığını bir nass olarak kabul eden sünnet ehli, gavura sadece zımmiliği layık görmekte, dünyayı daru’l-harp ve daru’l-İslam diye ikiye ayırarak, yurt/dar kavramına da ulaşmaktadır…

Bunun dışındaki heretik düşünceler, felsefenin sefaleti ve tefrikadır...

Vesselam...

*Araştırmacı-Yazar.

Haber Ara