Franklin Lamb* / TIMETURK
En ala günlük Siyonist Gazetesinin İsrail yanlısı Hasbara (propaganda) istifracıları arasında sayılmayacak deneyimli Washington Post (WP) köşe yazarı David Ignatius, Dahiye olarak bilinen Hizbullah bölgesine geçen gün uğradı. Hizbullah Dış İlişkiler Yetkilisi Ammar Musavi ve birçok Amerikalının arkadaşı İngiliz Edebiyatı hocası parlak asistanı Hüseyin Haydar’la bir saatlik görüşmesinde, WP muhabiri İsrail Başkanı Şimon Perez’in “Lübnan’ın kendisi” olduğunu öne sürdüğü ülkenin siyasi partisi ile görüşmenin kalitesinden etkilenmiş görünerek ayrıldı. Ziyarete gelen Batılılar, Lübnan hükümetinin uluslararası yaptırımla sabit çeyrek milyon Filistinli göçmenin ev ve iş sahibi olma hakkı (inşallah) gibi önemli kararlarında onayı bulunacak ülkenin yeni kitle partisi Hizbullah’ın Siyonist Fox Kanalı-ABD Kitle Medyası betimlemesine uzaktan yakından benzemediğini ilk elden öğrendiklerinde düzenli olarak hayrete düşer.
Fakat ardından, Dahiye’deki batılı tezahürler eski haber olur.
Lübnan’ın yeni çoğunluğunun birçok gözlemcisi gibi, Ignatius, devam eden ABD savrulması, bölgede azalan etkisi, Hizbullah ve müttefiklerinin daha ilk evrelerinde olan İslamcı-Arap Uyanış zeminine karşı çarpıcı yükselişi hesaba katıldığında Obama yönetimi ve Hizbullah arasında bir tür yüksek seviyeli doğrudan görüşmenin olasılığını merak etmiş göründü. Her birkaç yılda bir tekrarlayan şekilde, ABD İstihbaratı ile bağlantıya geçen uyanık bir gazeteciye “terör örgütü” gibi hareket etmediği için “askeri kanat”tan çok farklı olan Hizbullah’ın “siyasi kanadıyla” ABD’nin diyalogunu yağlayan şaşırtıcı bir köşe yazısı için arpa önerilir.
“Ayrı kanatlar” tabi ki düzmece bir kavram zira Hizbullah içerisinde kesinlikle siyasi-askeri komuta ayrımı diye bir şey yok. Sağlık, eğitim, şehir-çevre planlaması, savaş sonrası inşa ve 14 başka sosyal hizmet odaklı konusunda özelleşmiş bölümler ve birimler bulunur. Özel birimler mavi hattı izler ve Lübnan’a karşı İsrail saldırısını karşılamak için hazırlık yapar. Parti, tüm sorumluluğun 7 üyeli Şura ya da Yönetim Kurulu’ndaki, neredeyse Leninist “demokratik merkezcilik” modelinin bir parçası olarak, “en iyi uzman tez kazanır” serbest tartışmalarının ardından aldığı kararlarda genelde tek sesli olur. Genel Sekreter Hasan Nasrallah’ın önemli bir erki vardır ancak çöken Arap despotlarının mutlak otoritesinden yoksun olarak Şura için çalışır ve ona hesap verir.
“İyi kanat-kötü kanat” numarası ABD İstihbarat Servisi’ndeki bazılarının tercihidir zira arzulanan ilişkiye siyasi kılıf sağlar tıpkı FKÖ, ANC ve IRA gibi “terörist” gruplarda olduğu gibi. Bu nedenle Beyaz Saray Terörle Mücadele Danışmanı John Brennan, yakın zamanda Hizbullah’la ilgili Ulusal İstihbarat Tahminleri’nin (NIE) tamamlanmak üzere olduğunu ve “taslak fikirlerin” Kongre’nin önemli üyeleri ile AIPAC ile paylaşıldığını duyurdu.
Kongre kaynaklarına göre, İran’a saldırmaya dair sıfır ilgisi bulunan Beyaz Saray, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın ABD’nin “iş yapabileceği” biri olduğuna inanıyor. Nasrallah’ın Tahran’daki hayranları ve bölgedeki kitlesel popülaritesi hesaba katıldığında, bazı NIE yazarları ve Beyaz Saray çalışanları, Nasrallah’ın en azından ABD-İran zıtlaşmasına yardımcı olabileceğini düşünüyor.
“İran bölgede yükseldikçe İsrail ve Arap destekçileri sarsıntı geçiriyor, Orta Doğu barışının belirleyicisi ABD-İran ilişkileri olacak” diyen ABD Senato İstihbarat Komitesi çalışanı ekliyor: “Washington’daki birçok kişi İran’la çalışabileceğimizi düşünüyor ve belki de Nasrallah ölçülemez şekilde her ikimize de yardım edebilir”.
Aynı kaynak, Obama’ya yakın bazı yardımcıların Orta Doğu’da zamanın değiştiğini savlayarak yıllık bir trilyon dolara ederli savaşlarla geçen on yıl ardından katliam ve bütçe açıkları dışında bir şey elde edemeyen ABD politikasının yapması gerektiğini söylediği Hizbullah’la doğrudan ilişki kurulması noktasında Beyaz Saray’ın ortada kalmış göründüğünü öne sürüyor. Obama yardımcılarının İran temsilcilerini de içeren iki ABD-destekli toplantıya (biri geçen yıl Roma’da, diğeri 3 Mart 2011’de Suudi Arabistan Cidde’de) ön ayak olan bölgesel bir yaklaşımı benimsedikleri söyleniyor.
Sürekli iş başında oldukları ve Dış İlişkiler Konseyi ile seçilmeyen, kendi-kendine atanan ve kendi-kendine ikmal yapan Amerikan dış politikasının bekçileri formunda var oldukları için kimin başkan olduğuna çok da aldırmadan İsrail’e sadık Dış Politika kurumları bu görüşe karşı çıkıyor. Geçen hafta Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü Tommy Vietor’un seslendirdiği görüş hala aynı batak içerisinde: “Orta Doğu’da istikrarsızlık yaratan bir terör örgütü olduğu için siyasi seviyede Hizbullah’la diyalog mümkün değildir”.
Siyasi düşmanlarla diyalog, Hizbullah’ın iyi-bilinen ayraçlarından biridir. Bazıları toplum organizatörleri, kapsamlı sosyal yardım savunucuları, çok-kültürlülüğü benimseyişleri, basmakalıpları ya da siyasi pelesenkleri kabul etmeye yatkın olmayan parlak ve geniş ilerlemeci aydınlar olmaları gibi ortak hayat deneyimleri ve görüşleri hesaba katıldığında Hasan Nasrallah ve Barack Obama’nın baş başa büyüleyici bir görüşme yapacağını öne sürüyor.
Kongre kaynakları Obama ve ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nden arkadaşı John Kerry’nin Nasrallah’tan etkilendiğini anlatıyor. Öte yandan, Obama’nın üç kez kamuoyu önünde kendisini küçük düşüren İsrail’in Netanyahu’sunu, çalıntı Filistin toprağı üzerinde yasadışı yerleşimlerden başka bir şey düşünmeyen ve Filistin’le barışa dair bir ilgisi olmayan uzlaşmaz biri olarak gördüğü öne sürülüyor. Aynı zamanda Netanyahu’yu kişilik olarak iğrenç bulduğu iddia ediliyor. Nasrallah da aynı fikirdedir.
ABD İstihbarat’ını oluşturan 16 İstihbarat Ajansı’ndan bazıları, genişleyen Orta Doğu ayaklanmaları bağlamında, ABD ve Orta Doğu arasındaki ilişkilerin normalleşmesi önündeki tek engel olan 19’ncu Yüzyıl Siyonist Sömürge Şirketi’nin süregelen Filistin işgalinin er ya da geç çözüme ulaştırıldığı olasılıkları tartışıyor. Bazı İsrailli liderler, ABD-İsrail destekli despotların deviren artan gençlik isyanlarıyla özgürlük tsunamisinin Filistin kurulana dek geri çekilmeyeceğini kabul ettikleri söyleniyor.
Geriye Dahiye ve Washington’un potansiyel “geçmişe mazi derler” tartışmaları çerçevesindeki ağır yükleri kalıyor. Libyalı siyasiler, FKÖ liderleri ve Avrupalı diplomatlar aracılığıyla 29 yıllık tarihinde Hizbullah birçok kere ABD yönetimiyle doğrudan olmayan ilişkilerde bulundu. Hatta bugün karşılıklı ABD-Lübnan direniş sorunlarının bir sır olmadığını anlayan Batılı ülkeler Hizbullah’la diyalog için sıraya girmiş durumda. Sorunlar açık.
Karşılıklı saygıya dayalı Beyaz Saray-Dahiye görüşmelerinin tarihi olacağını ikrar ederken, bağlantılar anlamlı bir diyalog için fiili bir şart olduğunu belirtiyorlar. Washington’un siyasi bir ateşkes ilan etmesini.
Ülke yönetimine katılma kararını aldığı 1992 Lübnan seçimlerinden beri, hatta daha öncesinde, Amerikan yönetimi Lübnan direnişine karşı tek bir nedenden ötürü İsrail’le birlikte mücadele etti. Hizbullah’ın Filistin’in çalınmasına karşı çıkması ve Filistin’in gerçek sahiplerine iadesine yardım etmesi nedeniyle. Aynı amaç milyonlarca Amerikalı ve Batılı insan hakları savunucuları tarafından seslendirilmektedir ve bu Arap baharında artan destekle arzulanmaktadır.
Hizbullah, hiçbir “terörizm” kanıtı olmadan ve hatta 1985’teki Muhammed Hüseyin Fadlullah’a yönelik başarısız suikastı itiraf etmelerine rağmen sürekli olarak Washington tarafından suçlanır. Büyük Ayetullah Fadlullah, ölümden kurtuldu ancak şu anki evime yakın Hüseyniye Camisi dışında 60 Lübnanlı sivil katledildi ve 250’den fazlası yaralandı.
Neredeyse geçen on yılın Hizbullah-karşıtı tasarıların yarısını ürettikten sonra, Jeffrey Feltman ekibi Lübnan’ın yeni çoğunluğuna baskının henüz başladığını açıkça ifade etti. Lübnan’daki siyasi spektrumdaki analistler, geçen Ocak’taki ABD-destekli hükümetin 14 Mart’ta düşmesinden beri bu kadar yoğun mezhep anlaşmazlığı ve öfkesine şahit olmadıklarını öne sürüyor.
Geçen hafta ABD Maliye Bakanlığı, Lübnan’ın uluslararası bankacılığa aykırılığını hatırlattı ve Lübnan bankalarının “inceleme eşiğinde” oldukları uyarısını yaptı. Körfez parasının devamının beklenebileceğine işaret etti. Gözünü korkutmak istedikleri arasında, Hizbullah’ın Başbakan için seçmeye yardım ettiği Lübnan’ın en zengin işadamı Necip Mikati var. Washington, bazı Lübnan bankalarının Hizbullah için kara para akladığını ve direnişe fon sağlamaya yardımcı olurken İran’ın ABD yaptırımlarından kaçmasına yardımcı olduğunu öne sürdü. Şu anki ABD Büyükelçisi Maury Connelly, medyaya ABD edimlerinin “ülkenin finansal sektörünü yasadışı işlerden korumak için Vatanseverlik Yasası’nın 311. Maddesine uygun ABD Maliyesi’nin küresel çabalarının bir parçası” olduğunu söyledi. Lübnan Merkez Bankası Müdürü Riyad Salame, Lübnan bankalarının ulusal ve uluslararası düzenlemelere uygun olduğunu ve tersini söyleyecekse ABD’nin ispatlaması gerektiği şeklinde cevap verdi.
Feltman ekipleri, “Biz ya da Nasrallah. Ya Lübnan’ı ABD yönetir ya da İran” yaklaşımı geçtiğimiz hafta yayınlanan WikiLeaks Beyrut Elçilik yazışmalarında bir kez daha ortaya çıktı.
Diplomatik yazışmalar ABD Elçiliği’nin 2006 Haziran’ındaki savaş esnasında sanal bir İsrail operasyon merkezi olarak işlev gördüğünü ve Irak hariç bölgedeki herhangi bir ülkeden daha fazla siyasi nüfuz ve istihbaratla Lübnan’ı boğduğunu ispatladı.
2006’daki savaş sırasında, Hizbullah aleyhtarları için “babalık” yapan Feltman idaresindeki ABD elçiliği, kendi işlerini ve mezhepsel çıkarlarını korurken İsrail için savaşı en iyi şekilde yönetecek planları işleten sayısız İsrail-yanlısı danışmanı kabul etmiş.
Bazı Arap liderlerinin, kamuoyu önünde Arapların “esas meselesi” Filistin’e kardeşçe destek veren bu vakıadaki Bahreyn ve elçisi Hüda Ezra Nanu’nun İsrail’le nasıl işbirliği yaptığı hakkındaki şu haber oldukça bilgilendirici. http://www.collive.com/show_news.rtx?id=7636.
Yazışmaların açıkça gösterdiği gibi Feltman, kişisel olarak Washington’dan İsrail’den “Marunî Bölgesi” olarak alaycı şekilde adlandırdığı yerlerdeki köprüleri bombalamamasını söylemesini istemiş zira bu İsrail için Hıristiyan desteğini azaltabilir ve Evkar’daki ABD Elçilik “çalışanlarının” ikmalini etkileyebilirmiş. Beyrut Elçiliği’nin İsrail’in Amerikan silahlarıyla, İran medya merkezleri ve İran elçiliğinin yer aldığı “küçük İran” mahallesini içeren Bir Hassan semtindeki Şatilla ve Burc el Berecne Kampları’nı tehlikeye atan güney Beyrut’un bombalamasıyla ilgili derdi yokmuş görünüyor.
Haziran 2006’daki savaşın başlamasından 5 gün sonra Washington’a gönderilen yazışmalar İsrail belgelerine geçmiş: “Büyükelçi Canpolat’tan (Velit) Hizbullah’a ağır hasar vermesi için İsrail’in ne yapması gerektiğini sordu. Canpolat, İsrail’in hala Arap ordularıyla klasik savaş zihniyetinde olduğu cevabını verdi. “Bu türden bir savaşı ölü vermeden kazanamazsınız” demiş. Canpolat, nihayetinde ne demek istediğini söylemiş: İsrail, güney Lübnan’ı işgal etmeli. İsrail, katliamlardan kaçınmalı ancak güney Lübnan’dan Hizbullah’ı temizlemeli”. (17 Haziran 2006)
Suriye-karşıtı 14 Mart hareketine dâhil bir düzineden fazla Hıristiyan liderlerle Yardımcı David Welch ve Büyükelçi Feltman 5 Ağustos’ta bir araya gelmiş. Elçilik yazışmalarından: “Başbakan Sinyora’nın (Fuat) ateşkes çağrısına tam destek verdiklerini öne sürerken, hâlihazırdaki çatışmanın Hizbullah’ı Lübnan içerisinde eskisinden daha güçlü bir konuma getireceği endişesini taşıyorlardı. Liderler, savaş bittiğinde, Lübnan hükümetinin Hizbullah’la baş edebilecek güçlü bir pozisyonda olması gerektiğini ifade ettiler. Eğer Hizbullah’ın gücüne ciddi bir zarar verecekse İsrail bombardımanın bir ya da iki hafta sürebileceğini söylediler. Başbakan Sinyora’nın özel düşüncelerini yansıttığını öne sürerek, hazır bulunan liderler İsrail’in “ikna olacak şekilde dinleyecek kadar yumuşayınca” kadar Hizbullah’a “gerçek bir darbe” indirmesini istedi. Butros Harb’a (Uluslararası talimatla sabit Filistinlilerin Çalışma ve Ev Sahibi olma hakkına karşı çıkan Filistin-karşıtı kabine bakanlarından) göre “Eğer İsrail’in işi bitireceğine ikna olursak, birkaç hafta daha (katliamına) izin verebiliriz. Konsensüs 7 ile 10 gün arasında. Öte yandan Hizbullah, bir zaferle güçlenmiş olarak çıkarsa, “bu bir felaket olur” (7 Ağustos 2006)
Sızdırılan diğer bir Beyrut Elçiliği yazışmasında: “Düşüncelerinin gizli tutulmasını isteyen Saad Hariri, “Lahud’u, (LAF Komutanı Mişel) Süleyman’ı ve George Huri’yi (G2 Ordu İstihbarat Başı) kaldırmalıyız. Suriye ile aynı yataktalar. Hizbullah’la aynı yataktalar” diye fısıldamış. Hariri, bunu başarmak için Nebi Berri’nin kritik desteğini umarken, İran ve Suriye üzerindeki uluslararası baskının azalmadan sürmesini istemiş” (12 Ağustos 2006)
Bin 400’den fazla kişiyi katleden ve binlercesini yaralayan Haziran 2006’daki Lübnan-İsrail savaşı, ABD hükümetinin “Lübnan’ın içişlerine karışmama” görüşünü yansıtıyor. Bu strateji oturumları ve Lübnan’daki Amerikan halkını temsil ettiği söylenen diğer hareketler, Beyrut Elçiliği’nin diplomatik statüsü ve Elçiliğin Amerikan halkına mı İsrail’e mi hizmet ettiği ile ilgili ciddi sorular doğurdu. Lübnan İnsan Hakları Elçisi Ali Halil’e göre, “İsrail’in çıkarlarını temsil eden Lübnan’da bir elçiliği var. Amerikan halkının yok”.
Feltman ekibinin Lübnan Özel Mahkemesi’nin (STL) yozlaştırdığına dair ciddi bir suçlama, Lübnan günlük yayınlarından As Safir tarafından 23 Şubat 2011 nüshasında ortaya çıkarıldı. Araştırma raporuna göre, ABD, hükümeti Hizbullah-başkanlığındaki ittifak tarafından devrilen Vekilharç Başkan Saad Hariri’yi desteklemek ve Hizbullah’ı devreden çıkartıp Hariri’yi tekrar göreve getirmek için STL iddianamesini kullanmaya çalışmış. ABD planı, STL savcısı Daniel Bellemare’nin aybaşında hazırladığı ve Yargıç Danyal Fransen’in onayını bekleyen iddianamenin ardından STL’nin bir dava açmasını sağlamakmış. Fakat Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek rejiminin düşüşü gibi Arap dünyasındaki gelişmeler, “Lübnan’daki siyasi güç dengelerinde bir değişim başlangıcı olarak bir dava açılmasıyla ilgili ABD planlarını bozmuş. Feltman ekibi, süregelen Arap Uyanışı Hengâmesi ortasında etkili olmayacağı için iddianamenin şu aşamada yayınlanmaması sonucuna varmış”. Daha da ötesi batılı diplomatlar 14 Mart liderlerini, STL iddianamesi ve Lübnan’ın öncelik listelerinin dibinde olduğu ve suçlamaların yayınlanmasının aylarca gecikebileceği yönünde bilgilendirmiş.
Eğer doğruysa, bu son ABD hareketi tek başına kalan STL güvenilirliğini yok edecektir ve böylesi bir siyasi tahrif UNSCR 1757’te taban tabana karşı gelmektedir.
Belki de yukarıda anlatılan ABD hükümeti kampanyası, Hizbullah irtibatlarının, prensipte, diyalogla ilgili olmalarına rağmen, zamanın çok da uygun olmalarının hissetmelerinin nedenidir.
Mahalledeki Arap Baharı Uyanışı’na destek gösteri sırasında konuşan Hasan Nasrallah, Hizbullah’ın duruşunu yineledi: “Konuşacağımız yapıcı bir şey olmalı. Amerikalılarla ilişkilerin normalleşmesi ancak ABD yönetimi Filistin politikasını değiştirirse mümkün olacaktır. Eğer Birleşik Devletler Filistin’le ilgili duruşunu değiştirirse biz de onunla ilgili duruşumuzu gözden geçiririz”.
Jeffrey Feltman gibi Kenny Rodgers hayranı bir komşum bana şu şekilde açıkladı: “Biz, Hizbullah, kartları ne zaman elimizde tutacağımızı ne zaman atacağımızı biliriz. Şu an Hizbullah için elde tutmak en iyisi. Anlaşmalar bittikten sonra konuşmak için yeterli zaman olacak”.
*Ortadoğu uzmanı Amerikalı gazeteci ve yazar. Lübnan'da yaşıyor ve Press tv'de programlar yapıyor.
Bu makale Oğuz Eser tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.