Simon Tisdall / The Guardian
Libya lideri Muammer Kaddafi, 1971 yapımı Britanya filmi ‘Carter’ı Yakala’yı izlememiştir muhtemelen; filmde Michael Caine, öldürülmeden önce bir şiddet furyası estiren intikam peşindeki Londralı gangster Jack Carter’ı oynuyordu. Fakat Batı’nın askeri gücü Libya’nın üzerine çökerken, Kaddafi filmin hikâyesini öğretici bulabilir.
Miloseviç ve Saddam gibi
Bu artık kişisel bir savaş. İfade edilen başlıca hedef, rejimin Libyalı sivillere saldırılarını durdurmak. Fakat Britanya Başbakanı David Cameron ve diğer liderler, Libya diktatörünü devirmek istediklerini de açıkça dile getiriyor. ABD ve müttefikleri, ‘Kaddafi’yi yakalayana’ ve hapse atarak veya öldürerek intikam alana dek merhamet göstermeyecek. Tanıdık bir senaryo bu. Uluslararası anlaşmazlıklar, Washington’ın askeri güç kullanmak dışında seçeneği olmadığını düşündüğü noktaya geldiğinde, bundan en fazla sorumlu tutulan şahsın amansızca peşine düşülür.
1980’lerde Panama’nın mafya patronu Manuel Noriega, 1989’da ABD işgaliyle devrildi ve Illinois’te yüksek güvenlikli bir hapishaneye kondu. Eski Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç, Lahey’de yargılandı ve tutukluyken öldü. Eski Irak lideri Saddam Hüseyin, bir çukurda bulundu ve ipe gönderildi. Kaddafi’nin de farklı muamele görmeyi beklemesi için bir neden yok.
Cameron, ‘Şafak Yolculuğu Operasyonu’na dair haklılık gerekçelerini sıralıyor. Fakat kullandığı dil, kişisel bir husumeti de yansıtıyor. Kaddafi’nin ‘uluslararası topluma yalan söylediğinden’ve ateşkes sözünü tutmadığından dem vuruyor. Cuma günü Avam Kamarası’nda konuşan Cameron, “Kaddafi, halkına zulüm yapmayı bırakmalı… Ne yaptığına bakarak hüküm vereceğiz” diye konuşuyor. Fakat diğer açıklamalarında daha doğrudan konuşuyor. ‘Kaddafi’nin gitmesi gerektiğini’ ve Britanya’nın bu yolda ona yardım edeceğini söylüyor.
Kanada Başbakanı Stephen Harper’ın da açıksözlülükte aşağı kalır yanı yok. “Kaddafi’nin iradesini, silahlı güçleriyle dayatma kapasitesini kaybettiğine inanıyoruz; ülke üzerindeki cenderesini devam ettirebilmesi imkânsız” diyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’yse, Kaddafi’ye hakaret yağdırmakla meşgul ve kişisel bir intikamın bütün işaretlerini veriyor. Kaddafi’nin, Fransa Cumhurbaşkanının ‘kafayı yediğini’ söylemesine karşılık Sarkozy, Albay’ın ‘canice bir delilik’ içinde olduğunu iddia ediyor. Ayrıca Sarkozy, Kaddafi’nin başka kitle imha silahlarını kullanmaya kalkışması halinde ‘hedefli’ eylemler (yani suikast) düzenlemekten söz ediyor. Normalde ölçülü tavırlar sergileyen ABD Başkanı Barack Obama bile, Ronald Reagan’ın vaktiyle ‘deli köpek’ lakabını taktığı adam karşısında öfkesini bastıramıyor.
Bir ölüm kalım savaşı
Kendi başına ele alındığında, bu tür yaygaralar çok önemli olmayabilir. Fakat daha genel sonuç şu: Kaddafi’yi yakalamak veya öldürmek, artık Batılı müttefikler için kendi içinde bir hedef haline gelmişti ve savaş bu hedefe ulaşılana dek ‘kazanılmış’ addedilmeyecek.
Bunun ciddi etkileri söz konusu. Şimdi füzeler ve B52’ler işe başlamış durumda. Kaddafi de bir ölüm kalım savaşına girişti. Gece yarısı yaptığı dik başlı açıklamada, ülkesinin ‘Haçlı sömürgeciliğine’ maruz bırakıldığını söyledi; bu sözlerle hem Arap ve Müslüman kamuoyunu hem de Batılı olmayan dünyayı (Çin, Hindistan, Brezilya gibi ülkeleri) hedeflediği açıktı. Bu noktada rejimin sivil can kayıplarının arttığı iddiaları, Irak’ta olduğu gibi, önemli rol oynayacak.
Kaddafi’nin şeytanlaştırılması, Batılı liderlerin iktidarının devamına göz yummasını imkânsızlaştırdı. Fakat kalkışmayacakları sözü verdikleri kara harekâtı olmaksızın, Kaddafi Batı ve Güney Libya’nın efendisi olarak ayakta kalabilir; bunu da tehlikeli bir fiili bölünme takip edebilir. Kaddafi’nin planı da bu gibi. Pes etmek veya geri adım atmak bir yana, Kaddafi, Bingazi civarındaki çatışmayı daha da kızıştırdı. Obama’nın talep ettiği itibarla, Zaviye gibi kentleri terk etmek yerine, birliklerini daha zor hedef alınabilecek kentsel bölgelere sevk ettiği söyleniyor. Bu arada ‘insan kalkanları’ kullanmak yönündeki aleni niyeti, Akdeniz bölgesi çapında misilleme tehditleri ve Kuzey Afrika’nın tamamını ‘savaş alanı’ ilan etmesi, terör saldırıları düzenleme ihtimalini arttırıyor ve eski yöntemlerine dönüş tehlikesini gündeme getiriyor.
Kısacası, Kaddafi de bu savaşı kişiselleştirmiş durumda ve sessiz sedasız gitmeyecek. Havadaki askeri üstünlük, rejim yanlısı orduya ve hava kuvvetleri birliklerine, milislere ve güvenlik güçlerine, yanı sıra Kaddafi’nin aleyhine dönmeyi veya onu Trablus’tan kovmayı reddeden rejim yanlısı sivillere ve aşiretlere fazla zarar vermeyecek. Batı, ‘Kaddafi’yi yakalama’ kararlılığıyla bunu bir ölümüne savaşa dönüştürdü –ve o ölüm daha çok uzakta olabilir.
Radikal