Hava savaşından 'savaşı' ayırmak
Şundan emin olun, artık yeni Top Gun’lar olmayacak. Gök şövalyeleri de. İt dalaşları ve gök-mızrak mücadeleleri de. Yiğitlik de yok. Sadece tek taraflı bir katliam ve hedefe yönelik suikastlar. Alışın buna...
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-03-22 08:35:01
Tom Engelhardt* / TİMETURK
İnsanoğlu havada ilk savaşı yaptığında, onlara eşlik eden imaj göklerde mızrak dövüşü yapan şövalyelerdi. 1927’de En İyi Film Oscar’ını kazanan Wings’e bakın. (Ya da Snoopy’nin Red Baron’la kelime anlamıyla “it dalaşı” yaptığı çizgi filmlere.) En geç 1986’ya, yani iki Amerikan F-14’ü Libyalı pilotlar tarafından uçurulan iki Sovyet jetini Sidre Körfezi üzerinde düşürdüğü zamana dek,
Top Gun gibi bir filmi yapmak mümkündü. Bu filmde ABD Deniz Pilot “Maverick”i oynayan Tom Curise, muzaffer şekilde benzer bir olayda yer alıyordu. (Üç MIG düşürmüştü.)
Kuşkusuz o zamandan beri Amerikan hava-gücü filmleri düşüşte. ABD hava üstünlüğünü Vietnam’da yıkıcı bir etki için kullandı, kuzeyi bombaladı ve güneyi patlattı, fakat Amerikan Vietnam filmlerine bakın, ABD devriyeleri sonu gelmez şekilde Güney Vietnam köylerine giderken, gökyüzü büyük ölçüde uçaklardan yoksundu.
Top Gun’u istisna olarak kabul edin. Neyse, o film gişe rekoru kırdığından beri 25 yıl geçti ve tekrarının sinemanızı geleceğini hiç beklemeyin. Nihayetinde, böylesi bir filmi kurgulayacak bir şey kalmadı.
Basitçe söyleyecek olursak, Amerikalıların “savaşı” “hava savaşı”ndan ayırması gerekiyor. Bu günlerde, ABD hava gücünün gerçekte ne yaptığını açıklamak için yeni kavramlara ihtiyacımız var.
Şu şekilde başlayalım: ABD’nin bugün içinde bulunduğu herhangi bir savaşta Amerikan “hava üstünlüğü” kesindir. Gerçekten de Amerikan jetlerinin herhangi bir semada herhangi bir tür düşman uçağıyla son karşılaşması 1991’deki Birinci Körfez Savaşı’nda meydana gelmiştir. Saddam Hüseyin’in bir zamanlar güçlü hava kuvveti çok fazla direnç gösterememişti ve birçok uçağı İran’a kaçmıştı. ABD pilotların göklerde ciddi bir dirençle karşılaştığı son zaman 1970’lerdeki Kuzey Vietnam’dır. Ondan öncesi için, 1950’lerin başlarındaki Kore Savaşı’na gitmeniz gerekir.
Bu, gerçekte, Amerikan ordusunun iftihar ettiği bir şeydir. Örneğin, Mart başında Hava Akademisi öğrencilerine seslenen Savunma Bakanı Robert Gates şöyle demişti: “Neredeyse 40 yıldan beri ABD Hava Kuvvetleri, hava savaşında tek bir uçak kaybetmedi ya da Kore’den beri hiçbir Amerikan askeri düşman uçakları tarafından saldırıya uğramadı”.
Büyük ihtimalle haklıdır da, ancak hava savaşında son düşen Amerikan uçağının Birinci Körfez Savaşı’ndaki ABD Deniz Pilot Michael Scott Speicher’in jeti olma ihtimali vardır. (Donanma uçağın karadan-havaya füzeyle düşürülme iddiasını sürdürmektedir). 1999’da F-117A Hayalet Uçağı Sırbistan üzerinde karadan-havaya füzeyle düşürüldüğünden beri yani 11 yıldan fazla süredir mekanik arıza dışında hiç uçak kaybedilmemiştir. Buna rağmen tüm bu yıllar içerisinde, Saddam Hüseyin’i ve diğer Irak liderliğini “başsızlaştırmak” için Irak işgalinin “şok ve dehşet” saldırılarında olduğu gibi ABD sürekli olarak bir yerlerde savaşta olmuş ve hava gücünü de fazlasıyla kullanmıştır. (Ne bir uçak kaybedildi ne de 50 başsızlaştırma saldırısında herhangi bir Iraklı lider yok edilebildi, sadece “düzinelerce” Iraklı sivil öldü.) Şimdilerde yeniden Afganistan’da artan hava gücünün, Amerikan savaşma tarzı olarak devam ettiğini söyleyebilirsiniz.
Askeri bakış açısından, bu övünülecek bir şeydir. Ancak net sonuçlar asla elde edilmemektedir.
Pilotların Yiğitliği
Şunla başlayalım, bugün ABD ordusunda bir “Top Gun” olmak, ülkenin senelik 34 bin ölümlü trafik kazası hesaba katıldığına, arabasına atlayıp bir yerlere giden herhangi bir Amerikalıdan sarsıcı şekilde daha az tehlikelidir. Buna ek olarak, binlerce mil ötedeki bir üsten insansız bir hava aracı uçurmakla savaş uçağı kokpitinde olmak arasında hayal edebileceğinizden çok daha az fark vardır.
Nevada’daki Creech Hava Üssü gibi yerlerdeki konsolların başında oturan ekipler tarafından “uçurulan” insansız hava araçları hakkında düzenli yazılar çıkmaktadır. Bu arada, uçakları binlerce mil ötede Afganistan’da Hellfire füzeleri ateşlemektedir. (ya da Pakistan aşiret sınır bölgesindeki CIA “pilotları”) Böylesi haberler genelde bu pilotların “savaş esnasındaki” tuhaf güvenliklerine ve savaşın gerçek tehlikelerinden kurtulmalarına odaklanmıştır. Örneğin, Creech girişindeki tabelada “güvenli sürün” diye yazmaktadır, sanki “günün en tehlikeli bölümü” buymuşçasına.
Afganistan üzerinde uçan pilotlara gelince, tamamıyla farklı bir şey hayal ederiz ki yapmamalıyız. Kayıtlara göre, bu pilotlar pekâlâ Nevada olabilirdi zira onlara ulaşabilecek bir düşman mevcut değil. Altlarındaki makineler onlara ihanet edene kadar dokunulmazdırlar ve hayal edilebilecek en nadir istisnalarda dahi böyle kalmayı sürdüreceklerdir.
Burada kimse, ABD ordu sözcülerinin, aşikâr olarak göklere ulaşamayan gerilla düşmanlarının savunma olarak “insan kalkanları” kullandığı yönündeki suçlamasını bir ironi olarak ele almamaktadır. Bu “savaş kanunu” ihlali, Mao Zedong’un vecizesindeki gibi siviller “denizi” içerinde “yüzmek”te muazzam çıkar gören yeterli silahı olmayan gerilla gücünün tipik halidir. (Eğer böyle yapmazlar ve düzenli ordu gibi savaşırlarsa, elbet katledilirler).
Bu nedense zımnen nihai korkaklık olarak nitelendirilmektedir. Öte yandan, bir insansız uçak pilotu savaşta “cesaret” madalyası (henüz) almazken, bir savaş pilotu alabilmektedir ve hiç kimse, en azından burada, Amerikan tarafına kelime anlamıyla, ilahi dokunulmazlık sağlayan savaş türü hakkında garip ya da korkakça bir şey görmemektedir.
Savaş doğası itibariyle genelde asimetriktir. Tıpkı bugün Libya’da olduğu gibi iğrenç şekilde tek taraflıdır. Bozguna dönüşen çekilme ve katliama dönüşen bozgun, savaşın görece olağanlarındandır. Herkesin kelimeden anladığı şekilde, bir taraf asla tehlikede değilse bu savaş olamaz. Buna rağmen İkinci Dünya Savaşı’nda geliştirildiğinden beri bu Amerikan hava savaşıdır.
Şövalyemsi göksel mızrak savaşından hava savaşı türüne giden uzun bir yol. Ancak bu ne? Bunun için kelimelerimiz yok çünkü uygun ifadeler, gurur kırıcı, alçaltıcı ve aşırı derecede rahatsız edici olurdu. Hava Akademisi’ndeki öğrencilere “hava katliamı” ya da “hava suikastı”na hazırlandıklarını söylemek zorunda kalabilirdiniz.
Hava okulu öğrencilerinden Savunma Bakanı Gates’e ve savaş muhabirlerine kadar hiç kimse “savaşı” hava savaşından ayırmayı kabul etmeye yanaşmamaktadır. Bu yüzdendir ki, Amerikalıların Amerikan-tarzı savaşının savaştığımız yerlerdekilere nasıl göründüğünü uygun şekilde hayal etmeleri neredeyse imkânsızdır.
Her yerde özürler
Bir an dilimizin sürekli değiştiği savaş-ilişkili isimlendirmenin şeklini düşünün. Bu yeni nesil silahlarımızın adlandırılmasıdır. ABD cephelerinde kullanılan insansız hava araçlarının ikisi, Predatör (bilim-kurgu filmindeki gibi) ve Reaper’dır (Grim’de olduğu gibi). Her iki durumda da, isimler katliam dürtüsü ve ölümsüzlük eşiğinde olma hissi uyandırmaktadır.
Buna rağmen bu isimleri ciddiye almayız. Ancak filmleri gördük (birçok Afganlı görmedi), savaşma şeklimizi insan avlayan uzaylı avcı Predatör’ünki gibi ya da aynısının makine çeşidi Terminatör’ünkü gibi olduğunu düşünmüyoruz. Eğer bunu yapsaydık, kendimiz hakkında çok farklı bir resme sahip olurduk ve bu da nasıl savaştığımızla ilgili çok farklı bir düşünme şekli olurdu.
Afganlılar, Pakistanlılar ya da diğer hedef halklar gözünde, göklerde vızıldayan bu insansız hava araçları Predatör ya da Terminatör’lerin gerçek hayat versiyonları gibi görünüyor olmalı. Yani, uzaylı ve birçok kötü tanrı gibi amansız gibi görünüyor. Nihayetinde bu uçaklardaki bombalar rücusuz bırakılıyor. Yerde olan hiç kimsenin önlemek için yapabileceği bir şey yok ve kendilerini savunmak için çok az bir şeye sahipler. Genelde bu füzeler ve bombalar, askerlerimizin suçlu olduğunu varsaydıkları yanında masumları da öldürüyor.
Afganistan’ın Kunar Eyaleti’ndeki uzak bir tepe yamacında meydana gelen yakın bir olayı ele alın. Predatörler geldiğinde, bu sefer yakındaki bir Amerikan üssüne roket saldırısı yapan direnişçileri arayan Amerikan helikopterleri de vardı, 10 kardeş, kış gününde aileleri için odun topluyordu. Sadece biri kurtuldu (yaralı olarak) ve yaşadığını “avlandık” olarak tanımladı sanki Predatörler insan avlıyordu ya da insan avcılar hayvan avlıyordu. “Üzerimizde durdular. Bizi incelediler ve sonra yeşil bir ışık gördük” diye anlattı, ardından helikopterler havalandı ve ateşe başladı.
Bu hususi kâbus için, komutan General David Petraeus Afgan Devlet Başkanı Hamit Karzai’den bizzat özür diledi. Öfkeli Karzai bunu kabul etmediğinde, Savunma Bakanı Gates, ülkeye sürpriz bir ziyaretle özür diledi, tıpkı Başkan Obama gibi. Amerikalılar için, olay kapandı.
Bir an için bu olayın bize yere daha yakın seyreden (ve uçaklardaki pilotlardan daha az korunaklı olan) helikopter pilotlarının ellerinde sopalarla çocuklarla silahlı direnişçileri ayıramadığı savaş türüyle ile ilgili anlattığı şeyi unutalım. Akılda tutulması elzem olan şey, arkasından ne kadar özür dilenirse dilensin, bunun sona ermeyeceğidir. Wall Street Journal’a göre, helikopter kaynaklı ölümler, gerçekten de sürekli artıyor. Bu, bu türden savaşın doğasıdır. Hakikaten de, Afgan sivilleri, durmadan, hatta sürekli tekrarlayarak, özürlü, özürsüz 2001’den bu yana havadan patlatılmaktadır. Bu yıllar boyunca düğünlere, cenazelere ve diğer törenlere katılan Afganlılar görece düzenli olarak yok edildiler. Arkasından bazen özür geldi bazen gelmedi.
Bu çocukların öldürülmesinden önceki haftalarda, örneğin, Helmand Bölgesi Polis Şefi’ne göre bir “NATO” hava saldırısı yol yapım firmasını koruyan 4 Afgan güvenlik görevlisini öldürdü ve beşincisini de yaraladı. Benzer “aşırı üzücü bir olay” bir Afgan ordusu askeri, karısı ve dört çocuğunu Nangarhar Eyaleti’nde öldürüldüğünde gerçekleşti. Üçüncü başka bir olayda, yine Kunar Eyaleti’nde kadın ve çocuklar dâhil 65 sivili hayatını kaybetti. Karzai yakın zamanda bir hastaneyi ziyaret etti ve saldırıda yaralanıp ayağı kesilen bir çocuğu tutarken gözyaşlarına hâkim olamadı.
ABD ordusu ağlamadı. Bunun yerine, sivil ölümleri inkâr etti, her zaman yaptığı gibi ölülerin “direnişçiler” olduğunu iddia etti. Şu anda da, aynı şekilde, olayı “inceliyor”. General Petreus, başkanlık sarayını ziyaret ettiğinde yaralı çocukların yanıklarının hava saldırısında değil yaramazlıklarından dolayı aileleri tarafından cezalandırılmasından ötürü olduğunu ve onları daha kötü göstermek için kayıplara dâhil edildiğini iddia ederek, Afgan yetkilileri daha da kızdırmaya muvaffak oldu.
Amerikalı komutanların ne kadar hava gücü kullanmak istediğine bağlı olarak yıllar boyunca, havadan Afgan sivil kayıpları indi ve çıktı, fakat asla sona ermedi. Tarihin söylediği gibi, hava gücü ve sivil kayıplar içinden çıkılmaz şekilde birbirine bağlıdır. Ne kadar “cerrahi” saldırılar ve kesin bombalamalardan bahsedilirse bahsedilsin, ayrılması imkânsızdır. Sivilleri öldürmek, bu türden savaşın doğasıdır, barbarca özüdür.
Afganistan’daki bu türden kayıplarla ilgili dillendirilen bir soru şudur: BM istatistiklerine göre, Taliban (intihar bombacıları ve yol mayınları ile) NATO kuvvetlerinden çok daha fazla kadın-çocuk sivili öldürmektedir, sürekli olarak incelememize, özür dilememize ve diyet ödememize rağmen neden ABD-kaynaklı ölümler Afganlıların kursaklarına takılmaktadır?
New York Times muhabiri Alissa J. Rubin, yakın zamandaki yazısında bu soruyla ilgilenip şu cevabı önerdi: “NATO kuvvetleri tarafından oluşan kayıplar daha fazla yankı buluyor zira ülkedeki yabancılara karşı derin bir düşmanlık mevcut”. Bu gittiği yere kadar mantıklı görünüyor fakat hava gücünün durumun ecnebiliğine eklediğini hesaba katmıyor.
Kunar helikopter saldırısında ölen iki çocuğun 20 yaşındaki kardeşinin Wall Street Journal’e telefonda söylediği şu sözü düşünün: “Savaşmak için tek seçeneğim bir Kaleşnikof, RPG ya da intihar yeleği bulmak”.
Taliban ne olursa olsun, Afgan toplumunun bir parçası olarak kalmayı sürdürüyor. Onlar orada yerdeler. Öldürüyorlar ve barbarlıklar işliyorlar, fakat acı da çekiyorlar. Bizim hava “savaşı” şeklimizde, öldürmek ve ölmek mükemmel, kati, hatta cerrahi olarak ayrılmış durumda. Biz öldürüyoruz, onlar ölüyor. Bu kadar basit. Bazen öldürmek için hedeflediklerimiz yerine oradakiler ölüyor. Fakat fark etmiyor. Ardından biz, inkâr ediyor, iddia ediyor, araştırıyor, özür diliyor ve devam ediyoruz. Bu anlamda bize amansızız.
Bir şey daha, kendimizi vahşi yırtıcılar ya da duygusuz Terminatörler’den aşağı kalmayan Predatörler olarak düşünemediğimiz için, terörle hava “savaşımızın” gerçekte, sonrasında bizim “terörist” olarak adlandırdığımızı yaratmak için bir makine olduğunu görmek imkânsız hale geliyor.
Başka bir şekilde ifade edecek olursak, uzun zamandır terörizme çözümün bir parçası olarak hava gücü desteklenmesine rağmen, yine de Amerikan ordusu şimdilerde düzenli olarak ürettiği düşman cesedi sayısını abartıyor ve hatta kesin olduğunda dahi hassasiyet de tabii ki bir tür yanılgı. Daha da kötüsü, bizi bir tür Predatör ve Terminatör’e dönüştürmesi. Çok iyi bir manzara değil.
Şundan emin olun, artık yeni Top Gun’lar olmayacak. Gök şövalyeleri de. İt dalaşları ve gök-mızrak mücadeleleri de. Yiğitlik de yok. Sadece tek taraflı bir katliam ve hedefe yönelik suikastlar. Hava gücünün görüp göreceği nimet budur. Alışın buna.
* Amerikan İmparatorluk Projesi’nin eş-kurucusu olan Tom Engelhardt, Ulusal Enstitü’nün Tom Dispatch.com’un yöneticisidir. Son kitabı “Amerikan Savaş Şekli: Bush’un Savaşları Nasıl Obama’nın Oldu” yeni piyasaya sürüldü.
Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara