Merkel'in büyük kabusu
Aşırı sağ kanadın gücünün artması, Fransa ve Hollanda için kötü haber demektir. Almanya'da yükselişiyse tam bir felakete dönüşecektir
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-03-21 08:15:21
Bugünlerde hiçbir Avrupa zirvesi, euro bölgesindeki borç krizini çözmek yönünde yeni bir anlaşma olmaksızın tamamlanmıyor. Piyasaların en son anlaşmaya inancını yitirmesinin ne kadar sürdüğüne tanık olmaksa, her daim ilginç. Bu inanç kaybı, bazen aylar, bazen haftalar, bazen de günler sürüyor.
Önceki hafta sonu Brüksel’de varılan anlaşma, en son kurtarma paketi mahiyetinde, birliğin borçla sarsılan ülkelere yönelik 440 milyar euroluk kurtarma fonunun güçlendirilmesini öngörüyor. Bu anlaşma, Libya ve Japonya’daki vahim gelişmelerin gölgesi altında kalacak. Bu da piyasalardaki kuşkucu tepkileri erteleyebilir ve Avrupa’ya zaman kazandırabilir. Fakat Avrupa’da borç krizinin geri döneceğinden kimsenin şüphesi olmasın.
Seçim hezimeti endişesi Bunun sebebi, şu an Avrupa’nın temel sorununun ekonomik olmaması; esas sorun siyasi. Avrupa’ya yönelik kuşkuculuk, AB’nin dört bir tarafında hem kurtarma parası alan hem de onlara parayı veren ülkelerde artıyor. Ülkeler arasına husumet tohumları ekiyor ve liderlerin gereken tavizleri vermesini neredeyse imkânsız kılıyor.
Önceki hafta İrlanda’yı kapsayan hararetli tartışma, mevcut durumu ortaya koyuyor. Yeni İrlanda hükümetine Avrupa’nın geri kalanının ona uyguladığı aşırı yüksek faiz oranlarının düşürüleceği, ancak bunun için İrlanda’nın aşırı düşük kurumlar vergisi oranını arttırmayı kabul etmesi gerektiği söylendi. Bu, hiçbir İrlanda hükümetinin veremeyeceği bir taviz açıkçası. İrlanda’nın kendi kurumlar vergisini belirleyebilmesiyse, ulusal egemenliğin simgesi haline gelmiş durumda. Bundan önceki hükümetler, bu konuda asla teslim olmayacakları sözü verdi –ülke ekonomisini canlandırmak için mücadele ederken bu, yatırım çekmenin son derece önemli bir aracı olarak görülüyor.
Ancak Fransa ve Almanya hükümetleri için İrlanda’nın vergi oranlarını değiştirmesi talebi, siyaseten zorunlu. ‘Vergi indirimiyle’ işleri yolunda görünen bir ülkeye tavizler vermek konusunda seçmenlerini başka nasıl ikna edebilirler?
Meseleye dahil olan bütün hükümetler, muazzam siyasi baskı altında. Yeni İrlanda Başbakanı Enda Kenny, euro krizinden dolayı infiale kapılan seçmenlerin son İrlanda hükümetini sandığa gömdüğünü unutmuş değil. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’yse, gelecek yılki başkanlık seçimlerine yönelik yapılan anketlerde, Avrupa projesini Fransa’nın ulusal çıkarlarına aykırı olduğu gerekçesiyle reddeden aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin adayı Marine Le Pen’in gerisinde olduğunu bariz biçimde görebiliyor.
Almanya Başbakanı Angela Merkel’e gelince, o da seçim hezimetinden korkuyor. Alman basını ve kamuoyu, Avrupa’ya daha fazla acil durum borcu verilmesi konusunda feryat ediyor. Mahkemelerin kurtarma paralarının yasadışı olduğu kararına varması tehlikesi söz konusu. Vaktiyle Avrupa projesine sıkı destek veren partiler (sözgelimi Hür Demokratlar) giderek kuşkucu hale gelmeye başlıyor.
Kilit ülke Almanya
AB içindeki yeni ekonomik ve siyasi iklimde, kilit önemdeki ulusal hükümetlerin hiçbirinin manevra alanı kalmıyor. Euro bölünmesinin iki tarafında merkezci hükümetler, milliyetçi ve aşırılıkçı partilerin yükselişinden kaygı duymakta. Bu, AB içinde anlaşmalara varmayı iyice zorlaştırıyor, ki böylece ekonomik kriz ve ona bağlı olarak da siyasi kriz kötüleşiyor.
Almanya euro bölgesinde katı, yapısal reformlar yönünde baskı yapmak açısından da ‘kilit ülke’ durumunda. Önerilerini Fransa’yla birlikte ortaya koyuyor. Fakat önceki hafta sonu varılan euro anlaşması uyarınca, borçlar, bütçe açıkları ve emeklilik yaşları konusunda öngörülen katı kısıtlamalar, ilhamını büyük ölçüde Almanya’dan alıyor.
Hollanda’da Wilders etkisi
Almanlar, kuralları tayin edebilecek konumda, zira Avrupa’nın geri kalanı hâlâ çırpınırken, onların ekonomileri hızla büyüyor. Brüksel’deki üst düzey bir AB yetkilisi, bunun eşitlik üzerine inşa edilmiş eski bir Fransa-Almanya ilişkisi olmadığını söylüyor: “Almanya ne kadar güçlü olduğunu gizlemek için Fransa’ya ihtiyaç duyuyor. Ve Fransa da ne kadar zayıf olduğunu gizlemek için Almanya’ya.”
Almanya’nın euro krizindeki durumunu paylaşan tek ülke, son dönem siyasi tarihiyle Merkel üzerindeki baskılara ışık tutan Hollanda. Gerçekten de Hollanda’daki gelişmeler, Avrupa kuşkuculuğundaki yükselişin habercisiydi. Almanlar gibi Hollandalılar da sonradan AB’ye dönüşen yapının 1957’teki kurucularından biriydi. Hollanda’daki siyasi seçkinler, Alman muadilleri gibi, Avrupa Birliği’ne bağlılıklarıyla övünüp durdular.
Fakat Hollanda’nın Avrupa’ya dair geleneksel tutumu, Hollandalı seçmenler 2005’te AB Anayasası aleyhine oy kullandığında tersine döndü. Ülke siyasetçileri, seçmenlerin hissiyatını yanlış okuduklarını gördüler ve o zamandan beri göçten Avrupa harcamalarına kadar her konuda çok daha katı politikalar benimsemiş durumdalar. Fakat buna rağmen Hollanda siyasetinde sağa kayış sürüyor. Geert Wilders’ın hem Müslüman göçüne hem AB’ye şiddetle karşı çıkan Özgürlük Partisi, ülke siyasetinde büyük bir güç.
Liderler kimden korksun?
Almanya Başbakanı, AB’ye ve göçe duyulan öfkenin kendi ülkesinde de büyük birer güç olduğunu biliyor. Wilders, Almanya’da coşkulu bir kitleye hitap ediyor ve bir Alman Wilders’ının ortaya çıkması düşüncesi, Merkel’in en büyük kâbusu. Avrupa pazarlıklarında sert bir çizgi izlemesinin başlıca nedenlerinden biri de bu. Aşırı sağın yükselişi, Fransa ve Hollanda’da kötü haberdir. Fakat Almanya’da yükselişi felaket olacaktır.
Sorun, Merkel’in Almanya’daki siyasi radikalleşmenin önünü almak için Yunanistan gibi siyasi istikrar için uzun vadede risk teşkil eden ülkelerde kemer sıkma politikaları talep etmesi. Avrupalı liderlerse, hisse senedi piyasalarından mı, yoksa seçmenlerinden mi daha fazla korkmaları gerektiğini bilmiyor.
Radikal
SON VİDEO HABER
Haber Ara