Mısırlı işçiler, ABD destekli Hüsnü Mübarek rejiminin reddettiği temel hakları için uzun zamandır mücadele ediyorlar. Bu yüzden Kemal, dünya genelinde işçi hareketinin yönlendirici kuvveti ola gelen dayanışma için dua ederken ve çalışma hakları ile demokrasi mücadelelerini bir birine benzetirken haklı.
İkisi çok yakın bir şekilde birbiri ile iç içe. İşçi hareketleri demokrasiyi ve insan haklarını koruma ve alanlarını geliştirme mücadelesinin hep ön cephesinde yer almışlardır. Her ikisinde, devlette ve özelde güç merkezlerinin belaları olmalarının birinci nedeni bu.
ABD ve Mısır'da işçi mücadelelerinin yönleri farklı doğrultularda: Mısır'da hak elde etmek, ABD'de ağır saldırılar altında hakları savunmak.
İki vaka bu nedenle daha yakından bakılmayı hak ediyor.
Emek uzmanı Nada Matta'nın gözlemlerine göre; 25 Ocak kalkışmasının kıvılcımı, 2008 baharında "Mahalla'da grevci tekstil işçileri ile dayanışma" ekseninde gelişen 6 Nisan hareketinin Facebook idraklı gençleri tarafından çakıldı.
Devlet şiddeti grevi ve dayanışma eylemlerini ezdi, fakat Mahlla "isyanın sembolü ve rejime bir meydan okuma" idi. Grev işçilerin lokal taleplerin ötesine geçip tüm Mısırlılar için asgari ücret talebine uzanınca özel olarak diktatörlüğü tehdit etmeye başlamıştı, diye ekliyor Matta.
Matta'nın gözlemlerini, Mısır emek ilişkileri konusunda bir ABD otoritesi olan Joel Beinin de doğruluyor. Benin şöyle bildiriyor: Uzun yıllara yayılan mücadelelerinin bir sonucu olarak işçiler sözleşmeleri oturttular ve kolayca mobilize olabiliyorlar.
İşçilerin 25 Ocak hareketine katılmalarının etkisi karar verici oldu, askeri komuta Mübarek'i yoluna gönderdi. Bu, varlığını sürdüren içsel ve dışsal çok sayıda engele rağmen Mısır demokrasi hareketinin büyük bir zaferiydi.
Dışsal engeller açık. ABD ve müttefikleri Arap dünyasında işleyen bir demokrasiyi kolayca tolare edemezler.
Kanat olarak, Mısır'da ve tüm Ortadoğu'da kamuoyu yoklamalarına bakın. Kamuoyu, ezici bir çoğunlukla ABD'ye ve İsrail'e temel tehdit olarak yaklaşıyor, İran'a değil. Gerçekte çoğu, İran nükleer silahlara sahip olsa bölgenin durumunun şimdikinden daha iyi olacağını düşünüyor.
Bilgilerle doğrulandığını üzere, Washington'un geleneksel politikasını sürdüreceğini bekleyebiliriz: Demokrasi şimdiye kadar sadece stratejik ekonomik çıkarlara uyumlu olduğu sürece tolare edilebildi. ABD'nin masalımsı "demokrasi hasreti" ideolojik ve propagandif malzeme olarak işlev görüyor.
ABD'de demokrasi farklı bir dönüş yaşamış bulunuyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD, eşi benzeri görülmemiş, büyük oranda eşitlikçi büyümenin ve ona eşlik eden çoğu insanın fayda sağladığı yasamanın keyfini çıkardı. Bu trend, liberal zamanları sonlandıran Richar Nixon yıllarında da sürdü.
Ama 60'ların aktivizminin ve Nixon'un sınıf ihanetinin demokratize eden etkilerine karşı oluşan güçlü tepki -yasamayı şekillendirme lobisinde engin artış, ideolojik spektrumda ve tüm diğer ölçülerde hakimiyet kurmak üzere sağcı düşünce kuruluşları kurma- artık geçerli olan şey değil.
Ekonomi de hızla yönünü finanslaşma ve ürün ihracına doğru çevirdi. Öncelikle popülasyonunun en üst yüzde 1'lik kesiminin -ya da daha da ötesi, genellikle CEO'larla sınırlı daha küçük bir fraksiyonu, hedge fonları yöneticileri ve benzerleri- zenginliğindeki hızlı artış nedeniyle eşitsiz bir şekilde yükseklerde seyretmeye başladı.
Çoğunluk için ise gerçek gelirler kesatlaştı. Çoğu çalışma saatlerini arttırmaya, borca ve değer enflasyonuna gitti.
Sonra, verimli piyasa dogmaları ile büyülenmiş hemen hemen çoğu ekonomist ve Federal Koruma fark etmeden 8 trilyon dolarlık konut balonu oluştu. Balon patladığında, ekonomi imalat işçileri ve diğerleri için depresyon düzeyi yakınlarında çöktü.
Gelir merkezleşmesi politik güce danışıyor. Bu, yasamanın karşılığında süper zenginlerin ayrıcalıklarını daha fazla arttırmasına yol açıyor; vergi poliçeleri, deregulasyonlar, idari işbirliği kuralları ve çok sayıda başka şey.
Bu anlamsız döngü boyunca, her iki partiyi işbirliği sektörüne hizmete çekecek şekilde, -Cumhuriyetçiler karşılıklı bir şekilde ve Demokratlar (şimdi daha önceki yılların modern Cumhuriyetçilerine oldukça eşdeğer) onları çok arkadan izlemeden- kampanya yapmanın maliyetleri keskin bir şekilde arttı.
1978'de süreç başlarken, Birleşmiş Otomobil İşçileri Başkanı Doug Fraser işadamlarını "tek taraflı bir sınıf savaşı –çalışanlara, işsizlere, fakirlere, azınlıklara, çok gençlere ve çok yaşlılara, hatta toplumun orta sınıflarının çoğunluğuna- başlatma"kla ve "bir önceki büyüme ve gelişme döneminin yazılı olmayan kırılgan anlaşmasını bozmak ve ıskartaya çıkarmak"la kınadı.
Alex Carey adlı bir uzmana göre, çalışanlar 1930'larda temel haklarını kazanırken, işadamları "sanayicilerin karşı karşıya kaldığı kitlelerin yükselen politik gücü rizikosu konusunda" uyarmış ve bu tehdidi yenmek için acil önlemler çağrısında bulunmuştu, "Demokrasiyi Risklerden Arındırmak"ta. Onlar da Mübarek'in yaptığı gibi sendikaların demokraside ve hakları ilerletmede ve önder bir güç olduğunu anlamışlardı.
Şimdilerde ABD özel-sektör sendikaları ağır bir şekilde zayıflatılmış bulunuyor. Üstüne kamu-sektörü sendikaları da geçenlerde, öncelikle finans sektöründe ve hükümetteki bağlı kurumlarda başlayan ekonomik krizi kinik bir şekilde sömüren sağ kanat bileşenlerinin ağır bir saldırısı altına girdi.
Kitlesel tepki, ondan çıkar sağlayan finans krizinin temsilcilerinin elinden alınıp doğru yöne çevrilmeli. Örneğin, iş dünyası basınına göre, Goldman Sachs, "geçen sene 17.5 milyar dolar tazminat ödemesi yolunda" iken, CEO'su Lloyd Blankfein taban ücreti 2 milyon dolarla üçü aşkın katlanırken 12.6 milyon dolar bonus aldı.
Buna rağmen, propaganda öğretmenleri ve diğer kamu sektörü işçilerini dolgun ücretleri ve fahiş emekliliklerle suçluyor- hepsi fabrikasyon ürünü, tümü çok tanıdık bir modele dayalı olarak. Slogan, tasarruf paylaşılmalı. Wisconsin Valisi Scott Walker'a ve tüm diğer Cumhuriyetçilere ve Demokratlara göre -bazı küçük istisnalarla.
Bu propaganda adil bir etkide bulundu. Walker, sendikaları yıkma çabasına artık en azından geniş bir azınlığın verdiği desteğe güvenebilir. Katıksız ıvır zıvırına özür olarak bütçe açığına dua ederek.
Başka bir biçimde söylersek, demokrasinin kaderi şimdi Wisconsin Madison'da (eskiden insanların diri diri yakıldığı -ç.n.) kazığa bağlı, Tahrir Meydanı'ndan olduğundan daha az değil.
*Noam Chomsky'nin 11 Mart 2011 tarihli makalesi www.zcommunications.org'dan alıntılanarak ETHA için Şenol Gürkan tarafından çevrilmiştir.