KALNOKY: Sayın Bakan, bugün toprağa verdiğiniz Türkiye’de siyasi İslam’ın kurucusu olan Necmettin Erbakan’ın kaybı nedeniyle taziyelerimi sunarım. Erbakan’ın siyasi mirasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kendisi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün fikir hocasıydı.
DAVUTOĞLU: Erbakan, 1970 yılından bu yana ordu tarafından sırayla kapatılan çeşitli partileri ve Millî Görüş hareketi ile Türkiye’nin geçirdiği demokratik değişimde önemli bir rol oynadı. Erbakan’ın getirdiği diğer bir boyut da gelenek ve modernliğin sentezi ile sanayileşmeye dayalı ekonomik kalkınma modeli idi. Evet, Erbakan çeşitli perspektiflerden bu değişime katkı sağladı.
KALNOKY: Fakat Erbakan şeriatı da getirmek istiyor ve “dünyanın İslam aracılığıyla kurtarılmasını” öngörüyordu.
DAVUTOĞLU: Bazen Batı'da belirli basmakalıp örnekler oluyor. Elbette Erbakan’ın İslam dünyasına karşı özel bir bağı vardı. Fakat Erbakan kendi yaşamında oldukça modern bir eğitim almıştı ve bu kendi anlayışına da yansıyordu.
KALNOKY: Eski yazılarınız bazen Erbakan’ın ruhuna uygunmuş gibi görünüyor. 1999 yılında İngilizce çıkardığınız kitabınız “Civilizational Transformation”un 79. sayfasında “Değerler meşruiyetinden yoksun olan ve yalnızca maddi üstünlüğe dayanan Batı medeniyeti, insanlık medeniyetinin en iyi ve en son şekli olamaz. Bu nedenle Müslüman kitleler Batı medeniyeti ile olan ilişkilerinde seçici ve çok titiz davranmalıdır.”, 80. sayfada “Müslümanların Batılılardan daha üstün olma potansiyeli vardır.” diyorsunuz. Bu, hâlen bugünkü felsefeniz mi?
DAVUTOĞLU: Bunu asla bu şekilde yazmamıştım, çeviri hatası olmalı. Nerede yazıyor, kim söylüyor bunu? (Redaksiyonun notu: Davutoğlu alıntıları inceliyor). Hayır, bunlar benim ifadelerim değil. Bazı medeniyetlerin diğerlerine göre hiyerarşik üstünlüğü bulunduğuna inanmıyorum. Ancak elbette ki Batı medeniyeti en son medeniyet olmayacaktır, hiçbir medeniyet en sonuncu medeniyet değildir. 19. yüzyılda Avrupa-merkezli medeniyet hâkimdi, 20. yüzyılda Atlantik medeniyetini yaşadık. Şimdi yeni bir Asya’nın yükselişini izliyoruz. Bu kitapta Avrupa merkezciliğini eleştirmiş ve Avrupai değerlerin yeniden yorumlanması gerektiğini savunmuştum.
KALNOKY: Değişim: Arap dünyasında elle tutulabilir bir değişim yaşanıyor ve şiddetli protestolar despotları yerinden ediyor. Müslüman fakat demokratik Türkiye bu ülkeler için bir model teşkil edebilir mi?
DAVUTOĞLU: Her toplumun kendi dinamiği vardır. Arap dünyası yalnızca Türkiye’den farklı olmakla kalmayıp Arap ülkeleri kendi içlerinde de farklılık göstermektedir. Fakat genel olarak bir değişime ihtiyaç vardır ve bu değişimin yönü önemlidir. Biz kendi tecrübelerimizi edindik ve başarılı olduk. Bugün herkes Türk demokrasisinin, Türk ekonomisinin ve Türk dış politikasının bir başarı hikâyesi olduğunu kabul ediyor. Bu nedenle partimiz son sekiz yıl içindeki bütün seçimleri kazandı. Bu en önemli sınavdır. Fakat biz kendimizi asla bir model olarak ortaya koymuyoruz. Demokrasinin bölgemizde karışıklık ve radikallik yarattığına dair iddialar sıklıkla dile getiriliyor. Fakat tecrübelerimiz göstermişti ki demokrasi radikallik değil; istikrar, kalkınma ve ılımlılık getirebilir. Bu bağlamda Türkiye’nin tecrübesi istikrar sağlamak için otokrat rejimlere ihtiyaç olmadığını ispatlamıştır.
KALNOKY: İran otokrat bir rejim. İki ülke arasındaki dostluğu pekiştirmek için kısa bir süre önce Cumhurbaşkanı Gül’le birlikte İran’ı ziyaret ettiniz. Aynı anda İran’da demokrasi yanlısı protestolar düzenlendi. Bu protestolar rejim tarafından şiddetle engellendi. Siz buna karşı çıkmadınız. Susmak suretiyle İran’ın bastırma politikasını onaylamış olmuyor musunuz?
DAVUTOĞLU: Bu doğru değil. Cumhurbaşkanı Gül orada açıkça “Reform yapmak zorundayız, aksi takdirde halk bizi indirir.” şeklinde konuştu. Gül 2003 yılında da Tahran’da benzer ifadeler kullanmıştı. İfadeleri elbette bütün bölge için geçerliydi, dolayısıyla İran’a da yönelikti. Asla başka ülkelerin iç işlerine karışmayız ancak her zaman şeffaflığın, demokrasinin ve sorumluluğun var olması ilkesini savunuyoruz.
KALNOKY: İran bir diktatörlük mü?
DAVUTOĞLU: Başka ülkeler hakkında yargıda bulunamam ve burada İran’ı da korumak istemiyorum ancak İran’da bütün Mübarek dönemi boyunca son derece sert bir şekilde gerçekleşen seçim mücadeleleri sonucunda beş kez Cumhurbaşkanı seçildi. Bu demektir ki İran’da Tunus ve Mısır’da olduğundan farklı bir siyasi katılım vardır.
KALNOKY: Wikileaks belgelerinde, Türk diplomatların Amerikalılara, “Türkiye’nin yürüttüğü Irak ve Suriye politikasının bu ülkeleri İran’ın nüfuzundan kurtarmaya yönelik olduğunu” açıkladıkları yazıyor. İran’ı boğmak için mi ona sarılıyorsunuz?
DAVUTOĞLU: Söz konusu belgeler onaylanmadığı için belgeler hakkında yorum yapamam. Bunlar resmî, gerçek belgeler değildir. Fakat hiçbir yerde İran’la mücadele ettiğimiz yazmıyor.
KALNOKY: Belgeler sahte mi?
DAVUTOĞLU: Hayır, hayır. Buna ben karar veremem. Fakat Amerikalı makamlar bu belgelerin kendilerine ait olduğunu söylemediler. Her hâlükârda, sizin söylediklerinizin hiçbiri orada yazmıyor. Kontrol ettik. Belgelerde İran’a karşı mücadele ettiğimiz yönünde bir cümle yok.
KALNOKY: Mücadele etmek değil, fakat nüfuzunu azaltmak istiyorsunuz.
DAVUTOĞLU: Bölgemizdeki hiçbir ülke veya ülkeler grubu ile rekabet hâlinde değiliz. Hepsiyle iyi komşuluk ilişkileri içindeyiz. Prensiplerimiz açıktır: Yönetim düzeyinde siyasi diyalog, sakin güvenlik alanı, ekonomide karşılıklı bağımlılık, çok kültürlü ve çok dinli bir arada yaşam. Hiç kimseye karşı bir politika yürütmüyoruz. Pro-aktifiz. Başka bir ülkenin veya ülkelere karşı ağırlık olmaya çalışmıyoruz. Başka ülkelerden etkilenmeden kendi prensiplerimizi izliyoruz.
KALNOKY: Wikileaks belgelerinde hakkınızda yazılanlara göre, hem Batı'ya hem de Doğu'ya açıksınız. Ama gerçekteki icraatlarınız Doğu'ya yoğunlaşmış durumda.
DAVUTOĞLU: Belgelerde böyle bir şeyi okuduğumu hatırlamıyorum. Olduğunu farz edelim; orada “Doğu”dan bahsedilen şey ne? Orta Doğu mu? Onlar bizim komşularımız; elbette ki onlarla iyi ilişkiler içinde olmak istiyoruz. Yoksa Uzak Doğu mu? Tabii ki Hindistan ve Çin ile özel ilişkilere ihtiyacımız var. Bütün Avrupa ülkeleri ile Çin arasında, bizimkine göre daha ince ve özel mekanizmalar aracılığıyla, özel ekonomik ilişkiler mevcut. Ticaret istatistiklerine bir bakın. Birçok Avrupa ülkesi ile İran ya da Rusya arasındaki ticaret, Türkiye ve İran/Rusya arasındaki ticaretten daha fazladır. Bütün bunlar çok doğal. Sekiz yıllık hükûmetimiz süresinde Türkiye AB üye adayı oldu. 2004 yılında NATO zirvesine ev sahipliği yaptık. Türkiye ilk kez Avrupa Konseyine başkanlık yaptı. NATO içindeki varlığımız hiç son sekiz yılda olduğu kadar belirgin olmamıştı. Önceki 50 yıla oranla son sekiz yıl içinde AB ile olan ilişkilerimizde çok yol aldık. Ayrıca önceki 50 yıl boyunca komşularımızla da hiç ilgilenmemiştik.
KALNOKY: Doğal bir durum değil bu.
DAVUTOĞLU: Evet, doğal değildi. Şu anda yaptığımız şey Türk dış politikasının normalleştirilmesidir. Tarihin doğal akışı bu. Şayet “Doğu”dan kasıt İslam ülkeleri ise Türkiye’nin yalnızca İslam ülkeleri ile ilgilendiğini iddia edenler, Türk coğrafyasını tanımıyor demektir. Doğrudan ve dolaylı yollardan komşumuz olan 12 ülkenin yalnızca dördü Müslümandır. Suriye, İran, Irak ve Azerbaycan. İçlerinde Rusya, Bulgaristan, Yunanistan ve Gürcistan’ın da bulunduğu diğer komşularımız da bizim için önemlidir. Dış politikada birçok şey değiştirilebilir. Yalnızca coğrafya ve tarihin değiştirilmesi mümkün değildir. Bunlar sabit parametrelerdir. Coğrafi konumumuz sayesinde bütün komşularımızla iyi ilişkiler içinde olabiliriz. Tarihimiz nedeniyle Afganistan’a yardım etmemiz çok doğaldır. Afgan halkı orada yalnızca Türklerin diğerkâm bir şekilde davrandığını söyleyecektir. Libya’ya, Bosna’ya ve Sırbistan’a bakın; Libya’daki tahliyelerde ülkeler ve dinler arasında ayrımcılık yapmıyoruz. Hem muhalefetin kontrolü altında olan Bingazi’de hem de Kaddafi’nin güçlerine ait bölgelerde tahliye işlemlerini gerçekleştiriyoruz. Bunları niye yapabiliyoruz? Çünkü bütün taraflar tarihimizden dolayı bize güveniyor. Tahliye edilmek isteyen vatandaşlarımızın neredeyse hepsini tahliye ettik. Ancak tahliye işlemlerine devam edeceğiz ve ihtiyaç hasıl olduğu müddetçe diğer ülkelerin vatandaşlarını da kurtaracağız.
KALNOKY: Bazı AB ülkeleri hangi sebeple Türkiye’nin AB üyeliğine bu denli karşı çıkıyor? Irkçılık mı? Önyargılar mı? Ya da haklı sebepler mi?
DAVUTOĞLU: Bunu bize değil, Avrupalılara sormalısınız.
KALNOKY: Fakat bu konu hakkında bir analiz yapmış olmalısınız.
DAVUTOĞLU: Doğruyu söylemek gerekirse bu tutumu anlamıyoruz. Avrupa Birliği’nin merkezî değerlerine baktığımızda ve bütün mütteffikleri ile olan tarihî değiş tokuşu göz önünde bulundurduğumuzda durum bizim için anlaşılmaz oluyor. Tarihî açıdan bakıldığında biz Avrupa’nın bir parçasıyız. Öyle Avrupa ülkeleri var ki bizim arşivlerimizden yararlanmadan kendi tarihlerini yazamazlar. Soğuk Savaş’ın kazanılmasında kimse Türkiye’nin katkısını yadsıyamaz. Soğuk Savaş’ta Avrupa’yı savunduk. Fakat bazı Avrupalılar AB’ye girmeden NATO’da kalmamız gerektiğini düşünüyorlar. Bunlar yeni Türkiye’yi anlamıyorlar: Türkiye artık yalnızca sert güç değildir. Türkiye yükselmekte olan bir yumuşak güçtür.
KALNOKY: Siz Avrupa’yı anlamıyorsunuz, Avrupa da sizi anlamıyor. Bu durum kulağa pek de hoş gelmiyor.
DAVUTOĞLU: Biz Avrupa’yı gayet iyi anlıyoruz. Yalnızca çifte standartlarını idrak edemiyoruz. Örneğin “ahde vefa” ilkesi bir Avrupa prensibi ise adaylığımızın yalnızca tam üyeliğe yönelik olduğundan kimse şüphe duymamalıdır. Bu 2004 yılında kararlaştırılmıştı. Bu konuda şüpheye düşenler, üyelik sürecimizin yanı sıra Avrupa’nın temel değerleri ve pratiği konusunda da şüpheye düşmüş olurlar. Avrupalılar belgelerine bakarlarsa Türkiye’nin Geri Kabul Anlaşmasını imzaladığını göreceklerdir. Bu imza vize serbestliği hakkında diyaloğun başlatılması beklentisine bağlanmıştı. AB daha önce aynısını Bosna ve Sırbistan gibi Balkan ülkelerinde de uygulamıştı. Türkiye aday ülkedir. Fakat bu haklara sahip olmadığımızı düşünüyorlarsa bizi ayrı bir kategoriye koyuyorlar demektir. Bu da Avrupa’nın temel kurallarını ihlal eder: Bütün insanlar eşittir, bütün Avrupalılar eşittir. Avrupa’nın özeleştiriye ihtiyacı vardır. Özeleştiri Avrupa kültürünün ve felsefesinin belkemiğidir. Avrupa kültürü ve felsefesi özeleştiri yeteneği ile bir fark yaratmıştır. Artık Avrupa’nın özeleştiride bulunma zamanı gelmiştir.
KALNOKY: Başbakan Erdoğan’ın Düsseldorf konuşmasında dile getirdiği, Türklerin önce Türkçe sonra Almanca öğrenmesine yönelik talep eleştiri topladı.
DAVUTOĞLU: Bunda yanlış olan nedir?
KALNOKY: Erdoğan’ın ifadeleri -anadilde okul, asimilasyonun reddedilmesi, Türk vatandaşlığının korunması- bir araya toplandığında öyle görünüyor ki Erdoğan yalnızca ulusal azınlıklar bağlamında kullanılan bir tanım yerleştirmek istiyor. Erdoğan’ın amacı bu mu?
DAVUTOĞLU: Burada söz konusu olan ulusal azınlıklar değil, bireysel insan haklarıdır. Başbakan “Önce Türkçe öğrenin, sonra Almanca” derken, Türkleri Almanca öğrenmeleri için teşvik etmektedir. Şu anda üçüncü nesildeyiz, yakında dördüncü nesil gelecek. Dördüncü nesilin Türkçe bilmemesine yönelik gerçek bir tehlike bulunmaktadır. Başbakan da kendi diline saygı duyan bir ulusun hükûmet başkanı olarak, Avrupa’da yaşayan Türkleri kimliklerini korumak hususunda cesaretlendirmektedir. Fakat aynı zamanda uyum sağlamalarını da desteklemektedir.
BYEGM